Sene kaç tam olarak hatırımda değil lakin epey bi oldu. O gece kabahati çok olacaktı erken uyuyanın. Asla haberi olmayacaktı Meryem'in günden güne büyüyen yarasından.
Farları sönerken arabanın etrafta sadece bir uğultu duyuluyordu yolun alt kısmındaki kerpiç evin aralıklı tahtaları arasından.
Çamurlu ayakkabı bahçe kapısındaki dik merdiveni hızla inmeye başladı. Ağzındaki sigaranın külü rüzgarda savrulurken sarıya çalan tütün yanığı bıyıkları söylenmeye devam ediyordu:
"Dersini verecem senin!"
Ders alması gerekenler ders verme çabasında gidedursun ahır kapısı bir yumrukla açıldı.
Biriket duvarların sol köşesinde karanlıkta dizleri üzerine çökmüş bir kız çocuğu doğuştan görmese de dönmeyen dili ile "Yaa,yaapn gint" diyordu. Belli ki, ona reva görülen ahır ve hayvan muamelesi canını çok acıtmıştı. Zaten üst kat soba ile zar zor ısınıyordu ve mevsim kıştı.
Sırtındaki battaniyeyi tutan mavi boncuklu bilekleri korkudan titriyorken üvey babası saçlarına yapıştı.
"Sana susacaksın demedim mi, Meryem! Bütün gece seni mi dinleyeceğiz?"
Bu cümleler aslında Meryem'e değildi. Onu öyle yaratanaydı bu öfke. Görmeyen gözlerin ve dönmeyen dilin tedaviye ihtiyacı vardı aşağılanmak yerine. Lakin gel de anlat.
Üç çocuklu Karla çifti, merkeze hayli uzak, alt kısmı ahır olan iki odalı bir evde yaşıyorlardı. Gelirleri tarıma dayalıydı. Evin annesi Ferdağ Hanım'ı otogarda tanımıştım, bahçesinde yetiştirdiği ürünleri satmaktaydı. Meraklıydım yöresel ürünlere tanıştık muhabbet, sohbet derken söylemişti çocuklarının adını.
Konuşma esnasında kurduğu bir cümle dikkatimi çekmişti:
" Hele bırak Meryem'i, Allah'tan öyledir, yemini neyin veririz her gün."
Bir anne özel ilgiye ihtiyacı olan kızını bu şekilde tarif etmişti. Bi an durakladım içim acıdı. Kimbilir ne durumda tutuluyor diye içime dert oldu.
Bir hafta sonuydu bindim arabama, kadının bindiği dolmuşu takip ettim. Avaz Köyü'nün nehre dönen sapağında indi. Ben de aracı park ettim tenha bir ağaçlığa farları söndürdüm. Gerisini zaten biliyorsunuz.
Yavaşca aracıma yürüyüp yol boyu düşündüm. Bir şekilde bu kızcağızın hayatına müdahale etmeliydim. Manzaranın vehametini üzerimden atamadan telefona sarıldım.
Kendim bir eğitimci olarak bu durumu nasıl değiştirebilirim diye düşündüm. Milli Eğitimde arkadaşım çalışmaktaydı onu aradım durumu anlattım.
Çocuklarla beraber annemlerdeyiz zaman sonra. Engelli Müsabakalarını izliyoruz TRT'de bir akşamüstü.
"Ulan şu kız var ya ne kadar yetenekli" dedi babam. "Neden" dediğimde, "baksana gözleri görmüyor amma ne biçim koşuyor?"
Hakikaten ekrana yaklaştığımda kızın her şeyden kaçarcasına koştuğunu fark ettim.
Spikerin "Meryem Meryem Meryem!" sözüyle bir anda aklıma Avazlı Meryem geldi, yutkunmakta güçlük çektim.
Aynı kişi olabilir miydi?
Herkesin öyle ya da böyle eksikleri,kusurları var. Hangimiz dört dörtlük olduğumuzu düşünüyoruz ki? Toplum olarak vazgeçemediğimiz malesef sadece gereksiz ön yargılar.
Misal bu topal, bu sağır, bu kör.
Avazlı Meryem, hani şu annesinin yemini veririz dediği, ahırda bir çift sığırla aynı yerde yatmak zorunda bırakılan kız...
Üvey babasının şiddetini ensesinde her gün hisseden, kardeşlerine yabancı, yeri geldiğinde içten içe kor ateşlere atılıp yakılan kız.
Engelli olimpiyat oyunlarında gelen altın madalyalar onun değildi lakin olabilirdi. Kimbilir onun da kendince nasıl yetenekleri vardı. Bir yerden eksikse başka bir yerden fazla ile dengelenmiş olmalıydı. Velev ki hepimizi yaratan birdi. Karanlıkta giden bir araba gibidir her insan. Yolunu görebilmesi için farlara muhtaçtır. Hayatımızda tanıdığımız ya da tanımadığımız bazıları da o misyonu biz fark etmeden bizler için üstlenir.
Liselerarası yarışmada jürideyim, önümüzde bir masa şiir. Dört öğretmen rastgele seçip okuyoruz.
"Anne ipliği verdi,
Baba kazağı ördü.
Allah yarattı derdi;
Feleğin gözü kördü.
diye başlayan bir tanesi dikkatimi çekti. Liseli bir gencin ölçülere uygun, duygulu anlatımı çok hoşuma gitmişti. Merak ettim altındaki bilgilere bakayım dedim, bir de ne göreyim:
Meryem Karla
...... Lisesi
11/A Sivas
O gece aracımın farlarını kapattığımda meğerse Avazlı Meryemin hayatının farlarını açmışım. Ne kadar onur duydum anlatamam. Nihayetinde sona ermiş bu ömür törpüsü çile, bitmeyen yas.
(Hikayedeki şahıs ve mekan isimleri temsilidir.)
Makale Yazısı-
FAR
Yazar Mustafa Onur Ustaoğlu - Mesaj Gönder --- Okunma
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.