Türkiye'de bugün itibariyle 129 devlet, 78 de vakıf üniversitesi var…
Bu üniversitelerde lisans düzeyinde 4.5 milyon, önlisans düzeyinde ise yaklaşık 3 milyon civarında öğrenci mevcut…
Yüksek lisans yapan 250 bin, doktora yapan 90 bin ortalama öğrenci ile toplam sayı 8 milyonu geçiyor…
Yükseköğrenim kurumlarında görev yapan 176 bin öğretim elemanını da sayının içine katarsak, ne büyüklükte bir yapıya sahip olduğumuz biraz daha net anlaşılacaktır…
Zaman zaman, üniversitelere ayrılan bütçe ve diğer imkanlar tartışma konusu yapılarak; yukarıdaki sorunun gündeme geldiğini görürüz…
-“Üniversitenin bize faydası ne kardeşim, ondan daha önemli ihtiyaçlarımız var…”
-“Üniversitenin bir şey ürettiğini görmedik, sadece harcıyorlar!...”
Hatta;
-“Okumuş kesim, toplum için potansiyel tehlikedir!...”
-“Okuyanın ne hayrını gördük, bize çalışan lazım!...”
diyen sözde kanaat önderlerine şahit olduk…
Sıradan bir vatandaş bu soruyu, sadece ekonomik çerçevenin dar bir penceresinden bakarak cevaplandırmaya çalışır. Ya da o vatandaşların sadece öyle düşünmesini ister bazı güçler…
…
Milli mücadeleden sonra ülke düşman tehdidinden kurtulmuştu. Ancak, ülkedeki yoksulluk, sefalet, cehalet, darlık ve kıtlık milleti tehdit etmeye devam ediyordu.
Hatta şöyle bir anekdot anlatılır:
- Atatürk, cephedeki eşyalarını toplayan askerin, kitap sandığını boşaltıp silah ve mermi yerleştirdiğini görünce ona müdahale edip, şöyle der: “Aman çocuk, kitapları koy buna, asıl savaş şimdi başlıyor!..”
Evet, gerçekten de Atatürk, hiç vakit kaybetmeden eğitim seferberliği başlatır, coğrafya gibi ders kitapları yazarak, bizzat kendisi bir eğitim savaşçısı gibi çalışır…
Çünkü memleketin asıl ihtiyacı yetişmiş insan gücüdür… Hem yeterli mesleki eğitimi almış, hem de şuurlu bir vatandaş olarak sorumluluk üstlenmiş gençlerin bir an önce topluma kazandırılması şarttır…
Eğitime verilen bu önem, uzun yıllar toplumda karşılık bulmuş, her aile öncelikle çocuklarını iyi bir eğitimden geçirme çabasına girişmiştir… Ta ki, 1980 darbesine kadar!...
1980 darbesinin gerekçesi açıklanırken kudretli (!) paşalar şöyle söylediler:
-“Anarşi olaylarının sorumlusu üniversitelerdir!...”
Bu tespitten sonra, YÖK adı verilen kurumu devreye sokup, üniversitelerin mali ve idari özerk yapısına müdahale edildi… Özgürce düşünen, üreten, tartışan, sorgulayan bir gençlik yoktu artık… Gençlerin sisteme sadakatle bağlı kalması yeterliydi…
O vakte kadar, yemeyip, içmeyip çocuğunu okutmaya çalışan ebeveynler, kendilerine telkin edilen başka yolları tercih etmeye başladılar. Milletin üniversitelere olan bakışı değişmişti çünkü…
…
Bir ülke için en önemli varlık nüfustur. Fakat eğitilmemiş, niteliksiz ve sağlıksız bir nüfus değil…Çünkü o sadece tüketicidir.
İyi eğitilmiş nüfus ise kalkınmayı hızlandırır. Üretimin ve katma değerin lokomotifi olur…
Bu nedenle üniversiteler, ülke ve bölge kalkınmasında rol sahibi olan en önemli kurumlardır. Bir yandan insanların bilgilerini artırarak, bilgiyi üretimin motoru haline dönüştürmek; bir yandan da evrensel değerlerin bir antikor gibi toplumun tamamına yayılmasını temin ederek, yaşam kalitesini yükseltmek, sahip olunan kıt kaynaklardan elde edilecek verimliliği artırmak üniversitelerin en temel vazifeleridir.
Gelişmişlik ve kalkınmışlık düzeyinin en önemli göstergesi eğitim sistemidir, üniversitelere bakış açısıdır…
Ülkemiz, 2002 yılında AB kapılarına girmeye çalışırken, Kopenhag'da önümüze konulan kriterlerin başında eğitim maddesi vardı… AB yönetiminin bize verdiği karnede en zayıf noktamız, yüzde 12 ile üniversite eğitimi almış nüfus oranımızdı. Derhal bu oranı yükseltmemiz isteniyordu.
AB üyesi ülkelerde bu oran yüzde 42 idi. Hala da öyle…
Zamanın hükümeti (57.hükümet) bu oranı yükseltme amacıyla acil bir karar alarak, meslek yüksekokullarına sınavsız geçiş sistemi getirdi. Bir-iki yıl sonra yüzde 12 olan üniversiteli nüfus oranını iki katına çıkarmayı hedeflemişlerdi. Ancak, ortada ne bina, ne derslik, ne hoca, ne araç-gereç vardı!...
Hemen bugün ne noktadayız onu söyleyelim. Yüzde 27'lik ortalama ile Avrupa coğrafyasında sondan ikinciyiz yine!...
Gelişmiş ülkelere yetişmek istiyorsak, kalkınmak zorundayız. Kalkınmak istiyorsak iyi bir üniversite eğitimi almamız gerekiyor… Değer yargılarımızı dünya standartlarına taşıyıp, tüm evrensel ilkeleri toplum hayatında etkin kılma sorumluluğumuz var…
Sahip olduğumuz ekonomik kaynaklar maalesef kıt… Kendimize yetecek enerjiyi üretemiyoruz. Doğal gaz yok, petrol yok, değerli madenler yok denecek kadar az…
Ancak kıt da olsa, bu kaynaklardan maksimum verimi elde etmek zorundayız. Bu da bilgi ile oluyor, değer yargılarını ekonomik sisteme entegre etmekle sağlanabiliyor…
Bizim tarıma dayalı ekonomimizi, endüstriyel tarım modeline dönüştürerek, bu konudaki dışa bağımlılığımızı azaltmamız, tarımsal kaynaklardan mümkün olan en yüksek verimi almamız gerekiyor…
Sanayileşmeyi tamamlamamız, teknoloji üretmemiz, katma değer yaratmamız gerekiyor…
Yani her halükarda, tüm nüfusu bir an önce eğitmek, eğitilmiş nüfus oranımızı yükseltmek zorundayız…
Öte yandan, demokratik toplum bilincini yaygınlaştırmanın yolu da eğitimden geçiyor… Bir taraftan bu konudaki seviyemizi eleştirirken, diğer taraftan eğitime verilen önceliği gereksiz bulmak ne kadar tutarlı?
Eğitime yatırım yapma düşüncesi sosyo-ekonomik ve politik gelişmenin sağlanması bakımından önemlidir. Eğitime yatırım insana yatırımla da özdeş bir kavramdır. Hepimiz bir birey olarak, “bilgi” yoluyla kendimizi yenilemek zorundayız… Toplumumuz böyle gelişecektir. Gelecek kuşaklara daha iyi bir dünyayı böyle bırakabileceğiz!...
Fikri hür, vicdanı hür, bilimsel düşünce gücüne sahip, çalışkan, disiplinli, kendine güvenen, önsezileri yüksek, ülkesine ve insanlara fayda sağlayacak olan, gelişmelere açık nesiller yetiştirmek zorundayız!...
Toplum değişecekse, bu sadece eğitimle olacak…
Daha yüksek kazanç sağlama, sağlıklı birey ve sağlıklı toplum haline gelebilme, sağlıklı çoğalma, demokratikleşme, siyasi istikrar, yoksulluğun ve eşitsizliğin giderilmesi, hukuku üstün kılma, çevre bilinci oluşturma ve düşük suç oranlarına ulaşma, teknoloji sahibi olma, işsizliği giderme gibi önemli makro hedefler, yalnızca eğitimle mümkün…
SON SÖZ:
Üniversiteleri “önemsizleştirmeye” çalışanlar, bu konuda sağda-solda konuşanlar, bilin ki, iyi niyet taşımıyorlar!...
Makale Yazısı-
ÜNİVERSİTENİN FAYDASI NE?
Yazar İsmail Bayram --- Okunma
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.