Sevgili okurlar, birkaç haftalık izin arasından sonra yeniden sizlerle olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Gerçekten yedi yıllık yazım yaşamım boyunca seyahatlerim nedeniyle kısa aralar vermek zorunda kaldığım zamanlar oldu ancak bu sefer tek evladımın hayırlı işi, yani nikahı ve düğünü dolayısıyla sizlerde biraz uzak kalmak zorunda kaldım, umarım beni bağışlamışsınızdır… Benim tamamen kendime ve aileme ait özel ve güzel bir organizasyonun içinde olduğum bu süreç boyunca da dünya yine dönüp durdu, olaylar, askeri müdahaleler, siyasi söylevler süregeldi, bizim gündemimiz farklı olsa da, kenarından köşesinden izleyebildiğimiz kadar izledik; ancak diyorum ya bizdeki gündem daha farklıydı ister istemez. Ailenin mutlu olayı dolayısıyla yirmibeş yıldır Giresun'a gelmemiş, Giresunlu akrabalarımız geldi şehrimize. Ağlaşmalar, çocukluk anılarını yad etmeler, her taşın altında resim çekmeler, doğanın, masmavi denizin, yemyeşil tabiatın değerini vurgulamalar, ne denli bir cevherin içinde yaşadığımızı bir kez daha hatırlattı bizlere. Bir de şehrin içindeki çalışmalara denk gelmeseydi daha çok mutlu olacaktım elbette. Gazi caddesi, diğer birçok cadde, ara sokaklar, yan yollar, trafik, ne anlatayım, zaten hepimiz yaşıyoruz. Bu bir şikayet değil elbette. Yapılması gereken yapılacak, bunun zaten başka bir şekli yok, sonuçta da umarım hepimiz memnun olacağız, yalnızca bizim Giresun'lu ve Giresun'u yirmişbeş yıl sonra gören misafirlerimizin gelişine rastladı, ona üzüldüm o kadar. Bir de tabi akıllarında kalan Giresun'dan çok farklısını buldular, hani zaman zaman yazarım ya, “Çocukluğumun Giresun'u” diye, tabi öyle bir yer yok. İnanın ben de çok özlemini çekiyorum. Tek katlı, iki katlı bahçe içi evler, o bahçelerdeki harika çiçekler, güller, ortancalar, evlerin pencerelerinde saksı saksı çiçekler… İnsanın yaşı ilerledikçe geçmişini özlermiş, ben de öyle oluyorum galiba, bazen Osmaniye mahallesine yolum düşüp de çıktıkça (ki çocukluğum orada geçmişti) mutlaka ağlayarak geçiyorum oralardan, hoş Osmaniye Mahallesi öyle de başka yerler başka mı… Neden kültürümüzü, güzelliklerimizi koruyamadık, tek katlı, iki katlı, bahçeli güzel evlerimizi saklayamadık bilemiyorum… Şehir kalabalıklaştı, insanlar sığamadı, rant olayı çıktı vs. vs… İyi de, sonuç ortada… Yurt dışına gittiğimizde görüyoruz, örneğin İtalya'da, insanlar Ortaçağ'da yapılmış evlerde oturuyorlar, evlerine devletten izin almadan bir çivi bile çakamıyorlar, belki bireysel olarak zor bir şey ama bir şehre girdiğinizde bakıyorsunuz, gözlerinize inanamıyorsunuz, sanki tarihin içine girmiş gibi oluyorsunuz. Tarihlerini böyle koruyabildikleri için de onca turist çekiyorlar, turizm sayesinde de ayakta duruyorlar, hatta turiste bile minnetleri yok saat birde sizi dükkandan dışarı atarlar, saat dörde kadar “siesta” yaparlar, yani el-ense saati, keyif zamanı, içerde müşteri varmış, daha çok satış yaparım, öyle bir kaygıları yok, “lütfen çıkın, siesta zamanı” diyor, dükkanı kapatıyor. Biliyor ki açtığında yine orası turist kaynayacak. Böylesine toklar yani. Çünkü ellerinde her an turist çekecek tarihi malzeme var. Zamanında kafalarını iyi kullanmışlar. Bu anlattıklarım körü körüne bir hayranlık değil. Anadolu, dünyadaki birçok uygarlıkların beşiği idi. Halen bile birçok kalıntı bulunmakta. Ama bakın şurası sular altında kalmasın, buraya baraj yapılmasın diye kampanyalar yapılıyor. Almanya'daki Bergama müzesinde yaşadıklarımı ve duygularımı daha önce yazmıştım. Dünyada birçok ülke Anadolu medeniyetlerini ve hazinelerini kendi ülkesinde sergiliyor. Ne kadar acı bir şey değil mi… Tüm bunları ne için mi anlattım? Yirmibeşyıl sonra Giresun'a gelen. Giresun'lu akrabalarımıza gösterecek geçmiş Giresun'a ait kayda değer bir şey bulamamasının üzüntüsünü yaşadığım için elbette. Zeytinlik evleri, Millet Bahçesi, Müze, Ticaret Lisesi ve birkaç tarihi eser daha… İyi ki bunlar olsun kalabilmiş… ** Yakınmayı bırakalım ve yazımıza dönelim… Resmi bir evrak aramak için sevgili babacığımın evrak çantasına yöneliyorum. Bu, onun sona ana kadar kullandığı iş çantası. Şimdi bu çantayı onun anısına gözümüz gibi bakıyor ve saklıyoruz. İşte bu çantadan bir evrak aramak için içini açıp karıştırdığımda, (ki benim için bu anların ne kadar zor olduğunu tahmin edersiniz) elime, bir takım müsveddeler ulaşıyor. Köşesinde yazmak için hazırladığı yazıları belki de. Hüzünle okuyor ve muhtemelen sizlerle paylaşamadığı bu son yazıları ben aktarmak istiyorum yine bir zamanlar onun sahibi olduğu bu köşeden: Avukat Ahmet Ersöz'ün kaleminden Ölüm hak; Miras helal… Avukat bürolarının ziyaret etmekte olan hemşerilerimizden bir bölümünün sorunu, danıştıkları şu konudan da anlaşılacaktır: - Bizim kayınpeder, ne kadar malı mülkü varsa iki oğluna bağışladı, dört kızını ise ketim bıraktı. Benim hanım dava etmiş bulunsa acaba bir şey alabilir miyiz? - Kayınpeder öldü mü ki? - Hiç ölür mü? Kötülere bir şey olacağı yok. - O halde bu an için ancak hava alırsınız. Dava açma hakkınız onun ölümünü izleyen günden başlayıp bir sene kadar sürer . Bu seneyi o zaman bir saat bile geçirmiş bulunsanız dava hakkınızı yitirmiş olursunuz. ** Türk Medeni Kanunu, 453. Maddesi ile kimlerin mirastan hak alacağını saptamış bulunmaktadır. (Not: Bundan en az yedi yıl öncesini düşünelim, yani bu yazının kaleme alındığı zamanları) Her Türk vatandaşının ölüme bağlı tasarruflarının miktarı önceden belirlenmiştir. Kimin kime, ne miktar bağış yapabileceği kanunda açıklanmış bulunuyor. Türk medeni kanunu derki ; Herkes malından ancak dörtte birini serbestçe devredebilir. Çünkü geriye kalan dörtte üçü yasal mirasçıların hakkıdır…Bu oran kapsamına girmiş bulunan mal varlığı mirastan kaçırılmak amacıyla satılmış, bağışlanmış ya da diğer bir nedenle devredilmiş bulunsa ölümden itibaren bir yıl içince mirasçılar dava açıp devir edilen bu dörtçe üç oranındaki haklardan kendi paylarına düşeni geri isteyebilmektedir. Ancak yasal mirasçısı bulunmayanlar için böyle bir kısıtlama söz konusu değildir. Bu kişiler mallarını diledikleri orada bağış ve devir yapabilmektedir. Yasal mirasçıları bulunmadığı için mal varlıklarını duyguları doğrultusunda, oraya ya da buraya bağış yapanları eleştirmek amacıyla söylenmiş bulunduğu sanılan öykülerden birini aşağıda yansıtıyorum. Okuyup miras gibi ciddi gözüken bir konuda bile bazı insanların ne kadar duygusal davrandıklarına tanık olun. Bu tür sürpriz vasiyetnamelere sık sık rastlanmaktadır: … İki İngiliz genci teknik uzman olarak Avusturalya'ya gönderilir. Bunlardan biri bekar, diğeri ise yeni evlidir. Her ikisi de çiftlikler üzerinde araştırmalar yapmakla görevlendirilmişlerdir. Bekar İngiliz, bir resmi kuruluşun çiftliğine, evli olanı ise özel çiftliklerden birine verilir. Son derece büyük olan bu özel çiftliğin sahibi kimsesiz bir dul,ancak güzel bir bayandır. Aralarında duygusal bir bağ oluşur ve İngiliz'in dönme zamanına kadar birlikte yaşarlar. Ayrılırken birbirlerine adres verirler. Her iki İngiliz vatanlarına döndükten birkaç yıl sonra, bekar olan noter aracılığıyla Avusturalya'dan bir mektup alır ve sevincinden zıplamaya başlar. Daha sonra da birlikte Avusturalya'ya gitmiş oldukları evli arkadaşına gidip durumu yansıtır. - O kadın benim yüzümü bile görmemişti. Adımı, adresimi de bilmediği halde nasıl oluyor da Avusturalya'dan bana mektup geliyor? - Haaa..bak, diyor evli olanı. Sana ne zamandır söylemek istiyordum. O dul hanımla görevde bulunduğum süre içinde sürekli beraber oldum. Ama ne var ki evliliğimi tehlikeye düşürmesin diye ona kendiminkinin yerine senin adını vermiştim. Ayrılırken de adresimi istedi, yine senin ev adresini verdim. Darılmadın değil mi? Söyle bakalım kadın mektubunda neler yazmış? Diğerinin yanıtı ise şöyle: - Kadın bir şey yazmıyor. Zaten trafik kazasında ölmüş. Mektubu gönderen noter, kadının çiftlik dahil tüm servetini bana, benim adıma bıraktığını bildiriyor… ** Babacığımın mirasla ilgili yazısını, bu güzel fıkra ile noktalamış. Belki fıkra, belki gerçek. Gerçek olan kısım, şu ki; İngiliz gencin aşırı hinliği ve art niyeti kendisine fazla pahalıya patlamış. Teknik bir yazı ise ancak bu kadar güzel noktalanabilir, yazarın ruhu şad olsun… Bu arada kanunda değişiklikler olmuş olabilir, bu yazı en az yedi yıl önce kaleme alındı, hatırlatması, benden, yanılma olmasın. Sevgili okurlar, bana ayrılan bölümü fazlaca aştım, haftaya yeni konularda buluşmak üzere sağlık ve esenlik dolu günler dileğiyle hoşçakalın. Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.