Geçtiğimiz hafta, hiç de gerekmediği halde, zorunlu ya da görevli olmadıkları halde, silahla dolaşan ve toplum huzurunu kaçıran tabancalı magandaları yazmıştım. Bir barda istedikleri şarkı ikinci kez çalınmadığı için etrafa kurşun yağdıran magandalar olayı… Şans eseri o kör kurşunlar kimseye isabet etmemişti. Ancak o şansın her gün bizimle olduğunu nereden bileceğiz. Örneğin beş yaşındaki minicik Ece Kılıç'ın yanında olmadığı gibi… ** Tam da ben bu yazıyı yazdıktan birkaç gün sonra, İstanbul Esenler'de ikamet eden Hüseyin-Özlem Kılıç çifti, yanlarına beş yaşındaki kızları Ece Kılıç'ı da alarak misafirliğe giderler. Dönme zamanı gelip de yakınlarının evlerinden çıktıkları sırada, mahalle arasında iki grup silahlı ve sopalı kavgaya tutuşur. Zaten bu iki grup, uzun zamandır çatışmaktadır. O sırada, kim tarafından ateşlendiği belirlenemeyen bir silahtan çıkan kurşun, küçük çocuğun sırtına isabet eder. Çocuk önce özel bir tıp merkezine, oradan da bir tıp fakültesi hastanesine kaldırılır. Ameliyat edilen küçük Ece'nin durumu belirsiz. Yaşayıp yaşamayacağı, hayati organlarının zarar görüp görmediği, yaşasa da kalıcı hasarlar oluşup oluşmadığı önümüzdeki günlerde belli olacak. Anlattıklarım ve anlatmak istediklerim tam da bu noktadan itibaren başlıyor. Silah, tabanca ne işe yarar? Öldürmeye… Cebine, beline o silahı koymak demek; “Ben birini öldürme potansiyeline sahibim” demek. Görevlisi, ilgilisi dışında bunların satışına, kullanımına izin vermek ise; “Bu vatandaşın bu silahı beline yerleştirerek, buna izin vererek yapacaklarının sorumluluğunu ben de taşıyorum” demek. Ancak arada “kim vurduya giden” için sonuç fark etmiyor. Özellikle büyük şehirlerde, yola, sokağa çıktığınızda koşullar eşit değil. Sokaktaki insanların kimi donanımlı (!), (tabanca, bıçak vs.) kimisi kendi yoluna giden sade vatandaş. Otobüs kuyruğunda sırayı bozana ses çıkaramazsınız, otobanda sağ şeritten önünüze dalan arabaya korna çalamazsınız, çünkü bazen sonuçlarını kaldıramazsınız. ** İki haftadır yazacak kadar önemsediğim bir konu bu: silahlı gezmek, kafası kızınca, çekip ateşlemek! Sonucunda da yoldan geçen sade vatandaşı şu veya bu şekilde incitmek! Yaşamımızın yedeği de yok, Şansa bırakmak gibi bir lüksümüz de.. ** Bugün kalan bölümü spora ayırdım. Ülkemizin spor öncelikleri ve tercihleri nedeniyle fazla üzerinde durulmayan ancak yürekten kutlanası ve alnından öpülesiler var. Haklarını teslim etmek gerek. Sözü, yazısının bu bölümünü çok beğendiğim ve altına tereddütsüz imzamı atacağım Ayşe Arman'a bırakıyorum. Geçtiğimiz günlerdeki yorumundan: -Kadın oldukları için mi? Şimdi hep birlikte hayal edelim. Şampiyonlar Ligi yarı finaline iki takım çıkıyor. İlki bir Türk takımı, Fenerbahçe. Bingo, ikincisi de bir Türk takımı, o da ezeli rakibi Galatasaray. Hayalinizi biraz canlandırın ne olurdu acaba? Neler yaşanırdı bu ülkede? Okullar tatil olurdu, Trafik felç olurdu. Çalışanlara izin verilirdi. Verilmese bile, kimsenin iş umurunda bile olmazdı. Şenlikler düzenlenirdi, gece fener alayları tertip edilirdi. Hayat dururdu yani. Düşünsenize, kim kazanırsa kazansın, bir Türk takımı Avrupa şampiyonu olacak. ** Bu anlattıklarım gerçekleşti. İki Türk takımı Avrupa Şampiyonası'nda finale kaldı. Biri Fenerbahçe, biri Galatasaray. Ama ne yazık ki müthiş gerçekliğin iki hatası vardı. Biri; futbol değil, basketboldu… İkincisi, erkekler değil, kadınlardı.. Bir-iki haberle geçiştirildi, gitti. Sanki dünyanın en normal, en doğal şeyi. Yuh olsun hepimize! ** Futbolun gölgesi altında kalan bu büyük başarı öyküsünü elbette paylaşacaktım sizlerle, ancak Ayşe Arman öyle güzel aktarmış ki duygularımı, okumayanlar için bu köşeden bir kez daha yayınlamak istedim. Kuşkusuz futbol, dünyanın en büyük endüstrilerinden birisi. Yalnızca maç anlamında değil, reklam bazında, tribün gelirleri vs. derken, dünyanın en önemli ve kazançlı sektörlerinden. İzlenimi, seyir zevki ayrı bir olay. Ancak basın nereye yönlendiriyorsa, izleyici de ona yönleniyor, bu da bilinen bir gerçek. Koca bir yılın emeği, tüm Avrupa takımlarını eleyip finale gelen iki Türk takımı ve Galatasaray'ın tartışmasız şampiyonluğu… Kuşkusuz üç-beş satırdan fazlasını hak ediyordu. Eline sağlık Ayşe Arman… ** Ve futbol demişken, dönelim futbola. Galatasaray Bursaspor'u 5-2 yendi, final vizesini aldı. Biliyorsunuz, ben Galatasaray'a sevdalıyım. Bu yıl şampiyonluğu Fener hak etti, biz de Türkiye kupasının peşindeyiz. Anlatmak istediğim ise başka bir konu, Bursaspor-Galatasaray maçının bilet fiyatları. Gazetenin haberine göre Bursaspor yönetimi, hem Galatasaray, hem de Bursaspor seyircisine ayrılan kale arkası yani açık kale tribünü fiyatlarını sekizyüz liradan satışa çıkarmış. Bu konuda mazeretleri ise şöyle: “Uzun zamandır para kazanamadık. Kaç maçtır hasılattan yoksunuz. Bir sürü de ceza verdik. O parayı çıkaralım. Sonuçta yarı final oyunuyoruz.” Bursaspor Başkanını'nın yüksek bilet fiyatlarını aklamaya çalıştığı ancak pek de başarılı olamadığı beyanatına bakın. Bursaspor ve Galatasaray taraftarı Twitter'dan ne gibi tepkilerde bulunmuş: - 800 TL'ye Rusya'ya gider gelirim… -Kirayı Bursa biletine yatırdım. Bir ay statta yatacağım. Eş-dost haberiniz olsun. -800 lira içersinde Uludağ'da üç gece konaklama da varmış! -800 liraya bilet mi? Koltuğu devre mülk olarak mı veriyorlar? ** Sayın başkan, kulübünüz ticarethane değil spor kulübü olup izleyici de müşteri değil, taraftar olduğuna göre, olaya daha farklı bir açıdan bakmış olmanız gerekmez mi? Örneğin takımlarını en fazla destekleyip, tribünde en çok tezahürat yapanların, hiç maç kaçırmayanların tüm bir hafta boyu çalışıp maç bileti parası biriktirenlerden olduğu gerçeği gibi… ** Bursa-GS maçını televizyondan izleyecek olduğumdan bilet ücretinin çokluğu şahsımı etkilemiş değil, ancak etik bulduğumu da söyleyemem… Sanıyorum bu, birkaç hafta saha kapattıran Bursa seyircisine yönetimin verdiği bir cezaydı ancak bir kulübün ya da yönetiminin taraftara küsme hakkı yok. Taraftar küserse de telafisi yok. İnsanlar hep madalyonun bir yüzü var sanıyor. Oysa ki o madalyonun bir de arka yüzü var. Haftaya buluşmak üzere esen ve mutlu kalın sevgili okurlar.. Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.