Vatan görevini yapmakta olan bir Mehmetçiğin ailesi için evladının yemin törenini izlemekten daha gurur verici bir şey olabilir mi?
İşte, biz de bu gururu yaşamak adına, Giresun'dan yola çıkıyor ve soluğu oğlumuzun askerliğini yaptığı Isparta'da alıyoruz.
Daha önceki yazılarımı okuduysanız, ilk gelişimizi ve Isparta hakkındaki ön bilgileri de edinmişsinizdir. Yine okumayanlar için biraz çıtlatalım; Gül diyarı Isparta, şirin bir kent gülün her türlü ürününün ekonomik değere dönüştürülüp satıldığı bu ili altmış bin mevcutlu üniversitesi ve büyük askeri potansiyeli besleyip geliştirmiş.
Bunu ilk geldiğimizde tesbit etmiştik zaten. Şimdi yemin töreni için ikinci ziyaretimizde yeni bir yüzüyle tanışıyoruz Isparta'nın. Acı soğuğuyla ki, “bugün hava çok güzel” dedikleri bir günde arabanın buz tutmuş canıma su döküyorsunuz, buzu açmak için, döktüğünüz su anında tekrar donuyor o kadar soğuk yani.
Gelelim ana konumuza. Bu yazıyı okuyan bir çoğu eminim böyle bir törende bulunmuşsunuzdur, ama ben ilk defa bulunacağım. Heyecanlıyım, duygusalım; özlem içindeyim…
Belirlenen saatte tören alanına giriş yapıyorum. Her şey belli bir düzen içinde, ailelere ayrılan tribüne çıkıyoruz, askercikler karşımızda, hepsi nizam içinde, hazırolda, tüm Mehmetçikler bir birinin aynısı, hiç kimse kendi evladını seçemiyor, ancak herkes saygıyla muhteşem töreni izliyor çünkü Mehmetçiklerin hepsi bizim evladımız. Törenler, konuşmalar, komando yemini, hepsi etkileyici, dağ komandolarının gösterileri nefes kesici, komando andı çok anlamlı. Komutanları konuşmaları bir o kadar daha anlamlı. Şehitlerimizden bahsediliyor ve onlar şöyle tanımlanıyor:
“Herkes gibi doğan ama hiç kimseye benzemeyen ”
Bundan daha anlamlı bir tanımlama olabilir mi?
Tören, komando erlerinin yemini, subayların anlamlı konuşmaları, dağ komandolarının gösterileri ve resmi geçit töreni sonrası sona eriyor. Aileler çocuklarına seslense de, askerler resmi geçidi bozmuyor ve tören sonuna kadar düzenini değiştirmiyor.
Aldıkları bu eğitim için de onları kutluyorum.
Serbest konuma geçildikten sonra oğlumuza kavuşuyoruz.
Birkaç gün bizimle olduktan sonra askerliğine devam edecek.
Oğlumla, birlikteki tüm yemin eden komandolarla gurur duydum.
Bu dağları, bu sınırları, bu vatanı koruyup bekleyenlerle, bu uğurda ellerini, kollarını, gözlerini hatta canlarını yitirenlerle hep gurur duydum.
Büyük acı da duydum aynı zamanda.
Yemin töreninde askerin dediği gibi.
Şehitlerimiz:
“Herkes gibi doğarlar ama hiç kimse gibi ölmezler”
Tanrı büyük fedakarlıklarını ödüllendirsin.
Onlar var ki, biz varız.
**
Bugün yazmak, dikkatinize sunmak istediğim bir başka konu daha var. Gazetelerden bir haber. Bazen öyle ilginç, yakışıksız, insanlığa aykırı olaylar oluyor ve üstelik bunlar “adalet” adı altında yapılıyor ki, insan “bu kadar da olmaz” deyiveriyor. Zira insani normlar bellidir, üç aşağı, beş yukarı kanuni kriterlerle de örtüşen ahlaki değerlerle de. Ama aşağıda yazacağım olay neyle örtüşüyor işte onu ben de bilemiyorum.
Belçika'da bir Türk ailesinin yaşadığı bir dram bu. Gelin hep birlikte ayrıntısını okuyalım:
“Belçika'nın flaman bölgesindeki Meulebek kasabasında yaşayan bir Türk ailesi, geçen yıl cinayete kurban verdikleri iki oğullarının cesetlerini almak için 468 gündür bekliyor. İki oğlundan kalan altı yetim torununu yanlarına alan Vahit (63) ve Naciye (62) Aygün çifti, Kortjik Bölge Savcısı Marc Allegaert'in “dosyayı tamamlamadığı” gerekçesiyle morgda beklettiği cesetler için hergün 140 Euro ücret ödüyor. Avukatlık masraflarıyla birlikte yüzbin Euro'luk bir borcun altına giren ve yaşadığı ağır buhran sonucunda sağlığını kaybeden Aygün çifti, cesetleri teslim alır almaz tek varlıkları olan evlerini satarak borçlarını ödemeyi ve “bir dakika daha beklemeden” kırk yıldır yaşadıkları Belçika'yı terk etmeyi düşünüyor.
**
Çalmadık kapı kalmadığını söyleyen Vahit Aygün şunları anlattı: “Belçika Kralı'na mektupla ulaştım ve onun referansıyla Belçika Adalet Bakanlığı'yla görüştüm. Belçika'yı ziyaret eden birçok Türk yetkiliye derdimizi anlattık, iki kez TBMM'ye gittik, konuştuğumuz herkes anlattıklarımıza inanmakta güçlük çekti ve elinden geldiğince yardımcı olmaya çalıştılar. Aygün, her yolu denemesine rağmen savcı Allegaert'e ulaşamadığını dile getirdi.
Aygün, Kortjik savcısının cesetleri teslim etmesi için istediği her türlü güvencenin Türk Hükümeti ve özelde Afyon Emirdağ savcılığı tarafından verildiğini, sonuç çıkmaması üzerine açtıkları beş davanın farklı mahkemelerce savcının “Dosyayı tamamlamadım” gerekçesi dikkate alınarak reddedildiğini söyledi.
Aile "Otopsiler yapılmış. Olay faili meçhul değil. Savcı cesetleri mi konuşturacak İnsan hakları nerede? Dünyada yaşadığımızın bir örneği daha varsa biz susacağız” diyerek isyan etti.
Bu haberin başlığı ise şöyle:
“OĞULLARININ CESETLERİ İÇİN HER GÜN 140 EURO ÖDÜYORLAR”
…
Her hafta yazıma hazırlanırken önce gazeteleri araştırırım, gündemden ziyade ilginç bir olay bulup sizlerle paylaşmak için. Bunların içinde de en çok insani konular etkiler beni.
İnsan hakları konusunda öncü olduklarını iddia edip bizlere insanlık dersleri vermeye kalkışanların çifte standartları ise elbette daha çok dikkat çekiyor.
Yalnızca kendine insansan, insan hakkı savunucusu olamazsın.
Bilinir ki: dünyanın bütün dinlerinde, bir kimse hayatını kaybettiğinde yapılacak en doğru iş, onu bir an önce toprağa kavuşturmaktır.
Filmlerde izliyoruz, Hristiyanların cenaze törenlerinde dini görevli ne diyor:
“Topraktan geldi, toprağa kavuştu…”
Bir ölüyü gömmek kendileri için de bu kadar gerekli bir durum iken, iki ölü bedeni bunca zaman rehin almak, üstelik ailelerinden bunun karşılığı bir ücret almak, buna da tüm yetkili makamların duyarsız kalması ne ile izah edilebilir bilemiyorum.
Ailenin dediği gibi, sanırım dünyada bir örneği daha yoktur.
Dünyada cinayetlerin çözülüp, dosyaların ortadan kaldırılması için ölülerin morgda bekletilmesi diye bir sistem bulunmamaktadır.
Eğer Belçika adli vakaları çözmek için bunu uyguluyorsa, hala taş devrinde yaşıyor demektir.
Bunun karşılığında bu aileden 140 Euro gibi günde ücret almak ise ölü soyuculuğundan başka bir şey değildir.
Bu ailenin yapacağı, kendisine iyi avukat tutup, sorumluların uyguladığı başta manevi sonra maddi acıları fitil fitil burunlarından getirmektir ki buna fazlasıyla hakları var
Zaten bu Belçika, PKK'lıları, Sabancı katili Fehriye'yi, yıllarca besleyip bakan Belçika değil midir?
Birileri, sadece Belçika'dakilerin insan olmadığını, dünyada daha milyarlarca insan yaşadığını bunlara öğretmelidir.
Haftaya buluşuncaya dek esen kalın mutlu olun..
Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.