Sevgili okurlarım, siyaseti yeterince okuyup, dinliyorsunuz, onun için ben de zaman zaman sanatsal konulara girmek istiyorum. Hayat, iş güç, yaşam savaşı, koşuşturmacalar derken çeşitli güzellikler de bu monoton koşuşturmaların arasında bizlere renk katıyor.
Örneğin bu aralar sık sık sergiler, kermesler, konserler, ilimizin sosyal hayatına bir canlılık getirdi.
Saptadığım iki önemli nokta;
- Şu ortamda, bu kadar ayrı dalda sanatsal faaliyetin yürütülmesi ve
- Bunları icra edenlerin tamamının amatörler olması gerçekten takdir edilecek bir durum.
Çünkü üretmek, hele hele emeğini ve zamanını bir güzelliğe dönüştürebilmek harika bir olay.
Aslında herkesin kendi beğenisine göre yürüttüğü bir sosyal etkinlik olmalı. Önce kendisi için elbette, günlük hayatın stresinden kurtulmak için, mutlu olduğu bir şeyi yapmış olmak için, ve daha bir sürü neden sayabilir insan.
İki yıldır Türk Halk Müziği çalışmalarına katılan bir akrabam şöyle diyor:
- Bu çalışmalar beni çok mutlu ediyor, çok iyi zaman geçiriyorum, keşke daha önce başlasaydım.
Ben de yirmi iki yıllık yoğun bankacılık yaşamından sonra yani emekliliğe geçince diğer tüm emekliler gibi ne yapabilirim in derdine düştüm.
Önce babacığımın köşesini yürütmeyi üstlendim.
Ama başka şeyler de yapmalıydım, çalışırken yapamadığım, içinde kalan şeyler, sanatsal faaliyetler.
Biraz ondan, biraz bundan, elişi falan bir şeyler yapıyorum ama yeterli olmuyor, hiç denemediğim bir şey olmalı.
Derken kendimi resim atölyesinin kapısından girerken buldum. Yapacağıma pek inancım yok ama, hırs var, onlar yapıyor ya, ben de yaparım…hırsı.
En azından benim tablolarım olacak. İyisi de benim, kötüsü de benim.
İşte bu hikaye de böyle başladı. Üç buçuk yıllık bir öğrenim sürecinde, öğretmenimin de yardımıyla bir noktaya geldiğime inanmıyorum.
Van Gogh, Rambrant olmadım elbette ama duvara astığım tablolarıma gururla bakabiliyorum.
Ben ve arkadaşlarım, bizi yetiştirenin sayesinde güzel
zamanlar geçirip ortaya güzellikler çıkarabiliyoruz.
Üretiyor ve mutlu oluyoruz.
Bunları, kendimi övmek için yazmıyorum elbette.
İstemek ve cesaret edebilmek her şeyin üstesinden gelebiliyor, onu anlatmaya çalışıyorum.
En önemlisi de bu çalışmalar sırasında harcadığım zamanımın boşa gitmediğini biliyor, mutlu oluyorum.
**
Yoğun hayat koşuşturması içinde insan arada bir kendisi için de bir şeyler yapmalı.
İşte bu, benim kendim için yaptığım bir şey.
Sizler de kendiniz için mutlu olduğunuz bir hobi ile uğraşmayı deneyebilirsiniz.
Ki, bunun mutlaka ücretli bir şey olması da gerekmez.
**
Tüm bunları yazmama bir haber esin kaynağı oldu. Anadolu Sigorta Genel Müdürlüğü, bir sosyal Sorumluluk Projesi kapsamında, “Kaybolmaya yüz tutan meslekleri” canlandırabilmek adına “Bir Usta Bir Usta” projesi başlatmış ve ilk olarak sedef kakma sanatını ele almış.
Bu proje kapsamında Ankara'da açılan kurs 11 Şubat 2012 tarihinde ondört erkek, yedi kadın kursiyerle, Ankara kulübü derneğinin tarihi mekanı Abidinpaşa köşkünde başlamış.
Kurs eğitmeni Erol Kadıoğlu, mesleği çok küçük yaşlarda dedesi ve babasının yanında çalışmayı başlayarak öğrenmiş. Kırkbeş yıldır sedefkarlık sanatını icra eden usta, sedefkarlık sanatının özellikle 16. Ve 17. Yüzyıllar itibariyle döneminin en popüler mesleği olduğunu, onsekizinci yüzyılda başlayan batılılaşma hareketleri sonucunda diğer tüm el sanatlarının olduğu gibi sedefkarlığın da önemini yitirdiğini belirtiyor. Bu nedenle kursiyerlere önce bu sanatın tarihi aktarılıyor, daha sonra el becerileri kazandırmak için motif çizimine geçiliyor. Sonra sırasıyla ahşap oyna, sedef kakma ve tel süsleme eğitimleri
veriliyor.
Sedef kakma sanatında genellikle ceviz, meşe, abanoz gibi ağaçlardan yapılan çeşitli süs eşyalarının zeminine geçilen desenler dikkatlice oyulduktan sonra, istiridye kabuğundan yapılan ve aynı formda kesilmiş sedef, sıcak tutkal ile oyulan yerlere yapıştırılıyor. Pirinç telle sedefin etrafı süsleniyor. Önce kaba terbiyesi , sonra ince terbiyesi yapılarak cilalanıyor. Böylece işlem sona eriyor.
Belki de diyeceksiniz ki “Bize ne bu sedef kakma” işleminden. Aslında bu sanat bizim milli mirasımız. Bazılarınızın evinde büyüklerinden kalma bir parça sedef kakmalı eşya olabilir, bende “eskiden kalma”sı ne yazık ki yok, ancak bir Gaziantep yolculuğum sırasında birkaç parça alabildim.
Alabildiğimi aldım ancak aklım alamadıklarımda kaldı. Zira yapımı zahmetli, tamamı el işçiliği olduğundan çok pahalı, ama değer.
Gaziantep yöresinde birçok sedef atölyesi var. En küçük parçadan, en büyük parçaya kadar üretilmiş. Küçük bir çerçeveden, bir salon takımına kadar geniş bir ürün yelpazesi bulunmakta.
Fabrikasyon ürünler çoğaldıkça, ele emeği iyice gözden düşmekte. Tabi, işin içine maddiyat giriyor, insanlar haklı olarak el emeğine uzanamıyor. Bir de eski ustalar, gerek sedef işçiliği, gerek diğer sanatlar olsun, belli bir yaşa gelince ya mesleği bırakıyor, ya bu dünyadan göçüyor, yerine de yenileri yetişmiyor.
Çünkü arz-talep meselesi.
Bu nedenle, ölmekte olan bu sanatların canlandırılması projelerini destekliyorum. Hem sanata olan saygımdan, hem sedef işçiliğine olan sevgimden dolayı.
Gazetede kursiyerlerin bazılarını da haber konusu yapmışlar. Birisi yirmiüç yaşında bir Hukuk Fakültesi öğrencisi. Bir diğeri ondokuz yaşında Arkeoloji öğrencisi. Diğeri otuz yaşında teknik öğretmen.
Anlatmak istediğim hepsi genç insanlar ve bir sanat kolunun ölmemesi, gelecek nesillere aktarılabilmesi için verilen savaşa destek oluyorlar.
İlimizde bir gün böyle bir çalışma yapılırsa ismini yazdıranlardan birisi de ben olurum kuşkusuz.
İlimiz dedim de, döneyim başa, baharın gelişiyle birlikte (hatta neredeyse yaz geldi) sosyal faaliyetler gün yüzüne çıkmaya başladı demiştim. Kış boyu verilen emekler, sergiler, konserler, kermesler halinde beğenilere sunuldu.
Emeği geçen herkesle gurur duydum.
Sıkıntılı ve monoton hayat koşuşturmasının arasında yaratılan ve bizlere izletilen güzellikler yaşamlarımıza renk katıyor, mutluluk saçıyor.
Bu arada gazetemizin elemanı Ömer abimizin de Eczacılar Odası bünyesinde çalışmaları yürütülen Türk Halk Müziği konserinin solisti olduğunu, güzel sesiyle solo türkü söylediğini buradan duyurayım.
İçimizdeki yetenekleri keşfetmek bize kalmış, onları bizden başka kimse gelip oradan çıkaramaz.
Ben bile bu saatten sonra duvara tablo asabiliyorsam sizler kimbilir neler, neler yaparsınız…
Haydi, hobilerimizi gün yüzüne çıkaralım, unutulmamalı ki, hayatta hiçbir şey için geç değildir…
Haftaya buluşmak üzere esen kalın…
Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.