Kendime bir konu seçmiş, haftalık yazıma hazırlanırken, Fransa'nın Nice kentinde bildiğiniz büyük terör saldırısı gerçekleşti… Tam da Fransa “terör endişesi” nedeniyle Türkiye'deki elçilik ve konsolosluklarını ileri bir tarihe kadar kapatmışken. Ben yazımı hazırladığım an itibariyle seksendört ölü, yüzden fazla yaralı bulunmakta. Fransa, olağanüstü hal durumundaydı. Yani, 13 Kasım'da düzenlenen ve yüzotuz kişinin öldüğü Paris saldırılarının ardından olağanüstü hal ilan edilmiş, daha sonra Temmuz sonuna kadar uzatılmıştı. Son terör saldırısı nedeniyle yeniden uzatıldığı duyuruldu. Ancak demek ki terör olağanüstü hal dinlemiyor, ya da alınan önlemler bir yerde yetersiz kalıyor. Fransız'ların “Türkiye'de olur” endişesiyle bekledikleri ve elçilik ve konsolosluklarını kapatmalarına neden olan terör felaketi, bu kez en turistik kentlerinde ve ulusal günlerinde karşılarına çıkıyor…. Zaten terörün ve teröristin amacı da kalabalığa dalıp olabildiğince fazla cana kıymak… Amaç bu da, mantık ne, işte onu bilemiyorum. Bilmek de istemiyorum. Bu dünyada bir başkasını kurtarmak için yaşamını feda eden nice insan var. Can kurtarmak için can veren, bir kediyi ezmemek için arabasıyla denize uçan, daha birçok örnek sayabiliriz, bunlara basında rastlıyoruz, bunlarda insan, ne yazık ki bu katliamları gerçekleştirenler de… Tabi “insan” sınıfına ne kadar dahil edilirler, işte orası tartışılır…. Fransa, Türkiye'deki elçiliklerini kapattı, olay Fransa'da oldu. Elbette bundan mutlu olacak halimiz yok, ancak her terör olayı Türkiye'de olacak diye bir şey de yok. Çünkü teröristin Allah'ı, kitabı, vatanı, insanlığı yok. O halde, bunu her ülke için söylüyorum, kuşkulu olan herkesi izlemek ve gereğini yapmak gerek. Ölen insanların ardından “Terörü lanetliyoruz” söylemleri yerinde tespitler olsa da ölenleri geri getirmiyor, acılı ailelere teselli olamıyor. Nice katliamın ardından – ki dünyada her terör saldırısından sonra yaşanan manzara bu- internet haberlerine bakıyorum da, dünyadaki tüm devlet başkanları, otoriteler, saldırıyı kınıyor, lanetliyor. Elbette kutlayacak halleri yok, kınayıp lanetleyecekler ancak bu caniler de dünyanın dört bir tarafında cirit atıyor. Demek ki alınan önlemler bir yerde yetersiz kalıyor. Bir sözüm şu veya bu nedenle terörü destekleyenlere, (ki masum insanların canını yakmanın haklı bir gerekçesi olamaz) Bir diğer sözüm terörün yalnızca Türkiye'yi vurduğu algısı yaratanlara. (Bakınız elçilik kapatma olayı) Haa, Nice katliamından mutlu mu oldum? Elbette hayır, bana göre dünyada insanın canından daha değerli bir şey yoktur ve bu canı almaya kimsenin hakkı yoktur. Hele hele, İngiliz, Fransız, Türk, Afrikalı hiç fark etmez masum insanların yaşamlarıyla oynamaya hiç ama hiç kimsenin hakkı olamamalıdır… Yedeği olmayan tek değerimizdir “can”ımız. Nice katliamının, üzerinde fikir belirtip yazı yazdığım son katliam olması dileğiyle… Terörsüz, teröristsiz, savaşsız, huzur dolu bir dünya umuduyla… *** Bugün yazmak istediğim konuya az bir yer kalmış olsa da değinmeden geçemeyeceğim. Çok sevimsiz bir konu olsa da, ülkemizin önemli gerçeklerinden. Yargıtay Ondördüncü Ceza Dairesi Başkanı Mustafa Demirdağ, geçtiğimiz günlerde TBMM Cinsel Suçları Araştırma ve Önleme Komisyonu'na, Türkiye'deki cinsel suçlar ve cezaları ile ilgili bilgilendirmede bulundu. Açıklamaları daha çok, cinsel suçlara kanunda öngörülen cezalar ile ilgiliydi. İlginç bulduğum ve önemsediğim bu konuyu gelin Sayın Demirdağ'ın açıklamalarından ve basından çıkanlardan izleyelim: “Cinsel istismara uğramış dört yaşında bir mağdur hatırlamadığını, beş yaşından onsekiz yaşına kadar her yaştan çocuğun cinsel istismara maruz kalabildiğini belirten Demirdağ, özellikle oniki ila onbeş yaş arasındaki kız çocuklarının kolay kandırıldığı ve kontrolsüz hareket edebildiklerini ifade etti. Cinsel suçlarda bir standart olmadığını belirten ve izlendiği dönemde Türkiye gündeminde tartışmalar yaratan “Fatmagül'ün suçu ne” adlı televizyon dizisinin aynen yaşandığını ortaya koyan bir dava dosyasını anlatan Demirdağ, -Bir dosyadan bir örnek vereyim. Bir kızı üç kişi kaçırıyor, üçü de tecavüz ediyor, bunlarda biri evlenince üçünün cezası kalkıyor, böyle bir evlilik tabi ki olmaz. Yani bir kişiyi istemediği biriyle evlendirmek, onu ömür boyu birlikte yaşamaya mecbur etmek biz zulümdür diye konuştu. Demirdağ bir başka dosyadan daha örnek verirken, Türkiye'deki cinsel taciz olarak değerlendirilen evliliklerin sayısının üç bin civarında olduğunu kaydetti. Şikayet söz konusu olması halinde bu tür davalarda 16 yıl 8 ay hapis cezası verdiklerini belirten Demirdağ şöyle devam etti. -Kızımız onbeş yaşında, mahalleden bir delikanlıyı seviyor, bu kızı başka birisi istetiyor. O gece oğlana telefon ediyor, sevdiği oğlana diyor ki: Beni bu gece kaçırmazsan intihar edeceğim. Oğlan da kaçırıyor. Ondan sonra, mahalli örfe göre evleniyorlar. Dosya bizim önümüze geldiğinde bunlar resmen de evlenmişler, üç tane çocukları var. 6545 Sayıl Yasa'dan önce bu çocuğun aldığı en az ceza sekiz yıl dört aydı, şimdi ise onaltı yıl sekiz ay. Onaltı yıl sekiz ay hapis cezası verip onaylıyoruz. Bu bana adil geliyor mu? Gelmiyor ama ben yasanın uygulayıcısıyım, yasayı eğip bükemem ki. Böyle de üç bin civarında Türkiye'deki evlilik olduğu zannediliyor. Şimdi yani bu cinsel suçlarda herşey aynı kalıpta maalesef yürümüyor. Sanıklar o kadar çeşitli durumlarda ki yani bir sınıflandırma yapamıyoruz. Bu kararı imzalarken benim Vicdanım sızladı.” Cinsel suç davalarına bakan Yargıtay 14. Dairesi Başkanı Mustafa Demirdağ'ın, TBMM Cinsel Suçları Araştırma ve Önleme Komisyonu'na verdiği bilgiler özetle bu şekilde. İlginç değil mi? Aile kurup, eşine resmi nikah kıyıp üç çocuk sahibi olan on altı yıl sekiz ay hapis cezası alıyor, bir tecavüzcü, diğer tecavüzcü mağdur olanla, yani tecavüze uğrayanla evlenme lütfunda bulunduğu (!) için serbest kalabiliyor… Peki, bu kişinin mağdureye tecavüz etmiş olma gerçeği ortadan kalkıyor mu? Elbette hayır… Gelelim tecavüze uğrayan mağdureye…. Tecavüzcüsüyle evlendirilerek güya sosyal durumu kurtarılıyor, aslında bir tecavüzcüyle evlendiriliyor, üstelik onu ve diğerlerini (ne demekse) hapisten kurtarıyor. Mağdur olmuş, kadre uğramış, el üzerinde tutulması gerekirken cezalandırılan o oluyor, benim anladığım bu. Sanırım Mustafa Demirdağ'ın düzeltilmesini, yeniden düzenlenmesini istediği noktalarda bunlar. Bireylerin mutluluğu, toplumun huzuru için de son derece önemli bir konu olduğu su götürmez bir gerçek. Haftaya buluşuncaya dek; Esen kalın, Hoşça kalın… Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.