ldürdü. Üstelik sadece beni değil, habere göre olayın kahramanlarını da bu duruma sokmuş olmalı ki, haberin yanında tüm dişlerini gösterir şekilde tebessüm etmiş bir resmi bulunmakta idi. Hani “olayın kahramanı” dediysem, öyle hayat falan kurtarmış biri sanmayın, hatta kendisi için çok daha başka terimler kullanmak gerek, ancak kalbi kırılmasın, biz böyle bir durumun içinde olan kişi olarak “kahramanı” kelimesini kullandık, bir de elbette soğukkanlılığından ötürü, ya da hoşgörüsünde mi, cüzdanının kabarıklığından mı?... Neyse, sözü fazla uzatmayalım ve konuya girelim. Belki okumuşsunuzdur, ikinci baskı olacak ama, ben yine yazayım, zira bu konu aklıma tarihe mal olmuş bir şahsiyeti getirdi, onu da aşağıda belirteceğim. Alanya ilçemizde havale yapmak için bir bankaya giden bir inşaat işçisinin yanına üç kişi yaklaşır. Bu kişiler, havaalanında soyulduklarını, mağdur olduklarını, parasız kaldıklarını, ellerindeki altın kol saatini yarı fiyatı olan onbeşbin liraya satmak istediklerini söylerler. Belki de hep bir altın kol saati alma hayali olan ya da ucuza bir altın saat kaptığını sanan işçi Ramazan yazar, telefonla bir arkadaşını arar. Cep telefonundaki arkadaşı onu uyarır. Ancak beyne virüs girmiştir bir kere. Arkadaşın sözü dinlenmez, muhtemelen zorla biriktirilmiş olan onbeş bin lira tıkır tıkır ödenir, saat alınır. Tabi doğru kuyumcuya koşulur. (Kardeşim parayı ödemeden önce gitsene kuyumcuya.) Anlaşılır ki saat beş liralık işporta malı. Gitti paralar, gitti emekler. Neyse ki intihara kalkmamış da gülme krizine tutulmuş. Tabi, vatandaş soluğu doğru poliste alıyor ama şu anda bundan bir sonuç çıktı mı işte onu bilemiyorum. Yirmiiki yıllık bankacılık hayatımda birçok sahtekarlık girişimine şahit oldum, kiminde biz çalışanlar mağdur olduk, ister istemez birtakım bedeller ödedik, şimdi ne yazık ki bu girişimler bankamatiklerde yapılıyor, parasını ATM'lerden almaya çalışan emeklilere uygulanıyor, ama gişe önünde böyle adam dolandıranı duymamıştım. İnsanların karakteri para ve menfaat işlerinde belli olurmuş, gerçekten sahtekarlık ve dolandırıcılık işlerine harcanan ince zeka ve efor, düzgün şeylere, düzgün işlere kullanılsa bugün ABD'yi geçerdik herhalde. Bir de dolandırıcılardaki akla bakın; bu teklifi yolda sokakta bir adama yapmıyorlar, yoldaki insanın cebinde onbeşbin lira ne gezer, olsa olsa banka müşterisine olur. Birini tutturamazsak öbürüne hesabı! Zaten günde bir iş yapsa (!) yeter, sermayesi ne ki, beş lira! Ancak çekirge bir sıçrar, iki sıçrar, sonra bacaklarını kırarlar. Tabi şimdi içinizden geçeni biliyorum. Yakalayanlar yakalayacak da bunlar ne kadar içeride kalacak? Siz de haklısınız… Uyanık olup gözünü açık tutmaktan başka çare yok anlaşılan. Bu uyanıklardan daha uyanık olmak mümkünse elbette… ** Bu haberi okuyunca aklıma tarihe mal olmuş bir kişilik geldi. O da zamanında birçok canlar yakmış olsa da, insanların kanına giren o çılgın dilbazlığı, ünü tüm ülkeye yayılmış olmasına rağmen herkesçe bilinen ünlü mekanları defalarca saf insanlara satışı, onun “dolandırıcı” vasfından ziyade “hüneri” ile anılmasına neden olmuştu. Onun adı Osman Ziya Sülün. Namı-ı diğer “Sülün Osman”. Bir diğer lakabı ise “Dolandırıcılar Kralı.” Yeni nesil onu tanımaz. Bizler, yeni yetişme dönemlerimizde icraatlarını gazetelerde okurduk. “Sülün Osman Kız Kulesini yine sattı.” “Sülün Osman'dan Galata Kulesi'ni satın alan vatandaş, tapu için ilgili daireye başvurunca gerçeği öğrendi” gibi… 1923 yılında İstanbul'da doğan Sülün Osman'ın ilk icraatı, 1948'de Fatih'te yeni tuttuğu evin sahibini dolandırmak olmuştu. 1950-1960 arası yaptığı satış(!) işleriyle büyük ün kazanan Sülün Osman'ın uzmanlık alanları, tramvay, Galata Kulesi, kent meydanlarındaki saatler, şehir hatları vapurları gibi kamu mallarını saf vatandaşlara satmak ya da kiraya vermekti. Her bir dolandırıcılığı ustaca yapan ve özellikle Anadolu'dan İstanbul'a göç eden masum vatandaşları hedef seçen Sülün Osman, kimbilir kaçıncı defadır Galata köprüsünü satmak üzereyken yakalandı. Ölümü, kesin olmamakla birlikte, polisin tahminine göre Beyoğlunda sürekli kaldığı otelde ve kalp krizinden olmuştur. 1984 yılında hayata veda eden Sülün Osman'ın kimlik taşımadığı için kimsesizler mezarlığına gömüldüğü sanılıyor. ** Sülün Osman'ı Sülün Osman yapan, o kadar ünlü olduğu, o kadar tanıdığı halde, ve üstelik İstanbul'un en bilinen mekanlarını, taşınmazlarını, insanlara ve defalarca, satabilme yeteneğidir. Şu kıvrak zekasını ve ikna yeteneğini düzgün işlere kullansaydı kimbilir ne kadar başarılı olurdu. Hepimizin yaşam boyunca kandırıldığı, kaba tabirle “kazıklandığı” olmuştur. Zaten eğer dolandırıcı bu işin profesyoneliyse, karşısındakinde de “merhamet, insanlık vs.” gibi duygular yeterinden fazlaysa, kurtulma şansı yok denecek kadar az. İşte size bir örnek: Çok uzun yıllar önce, sevgili babacığım hayattayken, dolmuşuz ailecek Murat 124 arabamıza, ömrümüzde ilk defa yurt dışına çıkıyoruz. Yabancıyız, acemiyiz, yemekler ekmek arası, otel ya bir pansiyon, ya arabanın içi, hedef Almanya. İstanbul'dan bagajı yiyecekle doldurup çıkmışız yola, Yugoslavya'da (şimdi kaç parçaya bölündü) arabamızda, gece konaklamasındayız. Kuytu bir yerde verdiğimiz gece molasında arabamıza bir Yugoslav yaklaşıyor. Acıklı bir ifadeyle karısının kanser olduğunu, yardıma ihtiyaçları olduğunu, karısının bileziklerini getirdiğini, çok çaresiz olduklarını, bilezikleri karşılığı para istediğini söylüyor İngilizce olarak. O zamanlar Yugoslavya, Bulgaristan yoksul ülkeler, seksen yaşındakiler yollarda çalışıyor görüyoruz, zaten biz de karışık duygular içindeyiz, merhamet tavan yapmış. Adam dersen gözyaşları içinde ağlıyor. Bileziklerde gözümüz yok, adamın ağlamasına dayanamıyoruz. Ancak biz de yola yeni çıkmışız, ne kadar para lazım, yanımızdaki yetecek mi, ya araba bozulursa (bozuldu da zaten) ne yapacağımızı şaşırdık. Başkası olsa camı örter, basar gider, (Keşke öyle yapsaydık, biz adama acıdık, o bize acımadı.) onu da yapamıyoruz. Sonunda bileziklerin yarısını bari alalım da, yarısını da başkasına satsın dedik, adam ikiyüz markı almayla, bütün bilezikleri bıraktı, yokoldu. Bir anda ortadan kayboldu. Zaten o anda anlamıştık. Avusturya'ya gelir gelmez ben bir kuyumcuya gittim, test ettirdim. Görevli kişi: “Ne altın, ne değerli maden, bu hiçbir şey” dedi. Yani anlayacağınız biz de yukarıdaki kişi gibi ikiyüz marka “hiçbirşey” satın almış olduk. Yurt dışında, yabancı bir ülkede o paraya muhtaç kalabilirdik. ** Yaşamını başkalarını soyarak, tokatlayarak sürdürenler, mağdur ettikleri insanları bir an olsun düşünüyorlar mı acaba? Emekli maaşını çarptıkları zavallı emeklileri? Ya da zarar verdikleri diğerlerini? ** Sülün Osman benden onu anmamı istemiş olmalı bugün. Bu vesileyle siz siz olun, gözünüzü dört açın… Zira ne yazık ki ortalık Sülün Osman'ın doktora yapmışı ile dolu. Haftaya buluşmak üzere… Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.