Bir yandan her gün şehit haberleri gelmeye devam ederken, diğer yandan yüzondört sporcuyla başladığımız Londra Olimpiyat Oyunları da bütün hızıyla sürüp gidiyor. İşte dünyanın hali böyle, acılar bir tarafta, sevinçler, heyecanlar diğer tarafta, hayat bir çelişkiler yumağı. Sevinçler demişken, olimpiyatın bize çok da bir sevinç yaşattığını söyleyemeyiz elbette, sporcularımızın çoğu elendi, takım oyunlarında ise iddiamız sürmekte. Zaman buldukça olimpiyat oyunlarını izlemeye çalışıyorum, hatta bu yüzden uykumdan epeyce fedakarlık yaptığım söylenebilir. Özellikle milli takımlarımızın maçları olduğunda zaten uykunun da bir önemi kalmıyor da, yeter ki sonuçta yatağa mutlu mesut bir şekilde girebilelim. Olimpiyatlara ilk kez katılan bayan voleybol milli takımımız Brezilya ve ABD'ye yenilse de, Sırbistan'ı güzel bir oyunla yenmeyi başardı. Siz bu yazıyı okuduğunuzda final grubuna kalıp kalmadığı belli olacak. Sonuç ne olursa olsun, bize bu heyecanı yaşattıkları için onlara müteşekkürüz elbette. Bayan basketbolcular ise galibiyetle biten iki maçın ardından ABD'ye açık farkla yenildi. Bunu da çok görmemek gerek, ne de olsa bu ülke, basketbolun anavatanı. Halterde, okçulukta, atıcılıkta hayal kırıklığına devam. Olimpiyat oyunları sürüyor, bakalım önümüzdeki günler neler gösterecek. Gelelim yüzücülere… Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizin denizlerinden nasıl yararlanamıyorsak, bu ülkeden ne yazık ki yüzücüler de çıkaramıyoruz. Evet, yarışlar havuzlarda yapılıyor biliyorum ama bu bir alışkanlık işidir, görgü işidir, bilinç işidir, denizleri resimlerde gören, denizle alakası olmayan ülkeler madalyalı sporcular yetiştiriyor, bizimkiler yarı finali bile göremeden geri dönmek zorunda kalıyor. Bu da beni incitiyor. Çünkü spor disiplin işi, eğitim işi, olanak işi, destek işi. Küçük yaşlardan itibaren başlanması, her gün belli bir disiplin altında saatlerce çalışılması, yaşam biçiminin ona göre ayarlanması gerek. Yoksa bu işi bu koşullarda yapanlarla yarışmaya kalkınca, sonuç hüsran oluyor. Birisi bu işe hayatını vermiş, diğeri yirmi yaşında başlamış örneğin. Doğal olarak madalyanın gideceği yer belli. İşte şimdi tam burada, insanlık adına irdelenecek bir konu var. İzleyenler bilir, Çinli sporcular şu anda çok başarılı durumda. Hatta öyle ki , onaltı yaşındaki bir bayan yüzücü erkek yüzücülerin bile yapamadığı dereceleri yaptı. Bu yüzücünün adı Ye Shiwen. Dünya rekoru kırarak madalya sahibi olunca, ABD ile Çin karşı karşıya geldi. Sporcunun dörtyüz metre bireysel karışıkta, son elli metreyi en iyi dereceli erkek yüzücülerden bile daha hızlı yüzmesi doping şüphesini ortaya getirdi. Amerika takımının antrenörü, Çinli yüzücünün dopingli olduğunu iddia edince doping testi yapıldı ve Olimpiyat Birliği Başkanı, Ye'nin temiz çıktığını ve yüzücünün rekorunun takdir edilmesi gerektiğini açıkladı. Oysa bu sporcuya “dopingli” diye itiraz eden ABD takımından Michael Phelps, Pekin Olimpiyatlarında sekiz altın madalya birden kazanmıştı. Demek ki her başarının arkasından mutlaka bir doping olayı çıkacak diye bir şey yok. ABD, Çinli yüzücünün rekorunu iptal ettirebilmek için deniz bir taş attı, tutturamadı. Ayrıca tüm madalyaları ABD alacak diye bir kural da yok. Başarabilirsen sen alırsın. Bizim konumuzu bu değil. Spor adına işlenen insanlık dramları. Evet bu işe küçükten başlamak, yaşam biçimi haline getirmek, destek almak, her şeyine dikkat etmek vs. gibi konular çok önemli. Ancak her şeyin bir ölçüsü, sınırı var. Çin'in olimpiyatlardaki başarılarıyla birlikte, basında sürekli bazı yayınlar yer almaya başladı. Bunlar, Çin'de anaokulu çağındayken seçilerek özel kamplara alınan çocukların günde on-oniki saat antrenmana tabii tutuldukları, kramplar ve zorlanmalar yüzünden acılar içinde kıvransalar da çalışmalara devam ettirildikleri, çok zorlandıkları halde antrenmanların kesilmediği ve bir süre sonra mecburen bu duruma alıştıkları gibi iddialar. Hatta öyle ileri gidiliyor ki, şampiyonlar için yetiştirilen çocukları ailelerinin bile baskı altında tutulduğu, madalya karşılığı bu baskının ortadan kalktığı, böylece çocuğun ya da sporcunun bu madalyaya ulaşmak için daha çok çaba gösterdiği yolunda söylemler dolaşıyor. Çin bir kapalı kutu. Bunların hangisi ne derece doğru bilinmez ancak bu sporcuların çok sıkı eğitimlerden geçirildikleri yadsınamaz bir gerçek. Spor bir yarıştır. Zevk verir, mutlu eder, vücudu disipline sokar, ülkelerarası olursa, hele de ülkeye bir madalya getirirse insanları mutlu eder. İşte hepsi bu kadar. Eğer bu yazılanlar doğruysa, Çin ya da başka ülke, kendi evlatlarına, onların yaşamına, ailelerine bu bedensel ve manevi işkenceyi yapıyorsa bu artık spor olmaktan çıkıyor. İddiaların gerçek olmamasını ve bir ülkenin başarısına sürülmeye çalışılan kara bir leke olmasını dilerim, aksi taktirde o kara lekeyi bu ülke kendi madalyalarına bizzat kendi elleriyle sürmüş olacak . Zira kazanılacak hiçbir madalya, bireylerin mutluluğundan daha önemli olamaz. Savaş haline sokulduğunda, spor, spor olmaktan çıkıyor. ** Yazımı sonlamadan, değinmeden geçemeyeceğim bir konu daha var. Şu meşhur karakol olayı. Gerek ülkemizde, gerek dünyanın çeşitli ülkelerinde suçluların sıraya dizdirilip mağdur kişilerce karakolda tespit yaptırıldığını görmüştük de (En azından filmlerde) böyle bir duruma hiç rastlamamıştık. Bilemiyorum herhangi bir yerde başka bir örneği daha var mı? Nedeni ne olursa , ya da kim haklı, kim haksız olursa olsun bu konuyu çözmenin başka bir yolu yok muydu? Güvenliğimizi emanet ettiğimiz polis kardeşlerimizin içine düştükleri bu durum, sadece onları değil herhalde hepimizi derinden etkiledi. Zira onları teşhis etmek üzere karşılarına dizen kişi de kendi adına herhangi bir vasfı ve yetkisi olmayan benim gibi, sizin gibi bir vatandaş. Şimdi o onu, bu bunu soruşturuyor ancak bu görüntüleri kimse hafızalarından kazıyamıyor. Ne bir garibana sekiz on görevlinin çullanıp darp edişi, ne de ailesinin rütbesine dayanarak Türk polisini karşısına dizen bu zat; Bunlar kamunun vicdanını acıtan ve asla görmek istemediğimiz manzaralar. Bir daha yaşamamak dileğiyle. Haftaya buluşmak üzere esen kalın. Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.