Geçen sene dostlarımızla otururken televizyondaki Doğu ve Güneydoğu Anadolu kar ve kış görüntülerinden konuştuk. Hani kamyonların bile karların arasında küçücük kaldığı görüntülerden. Söz döndü dolaştı Giresun'un saçaklarından buzlar sarkan eski günlerine geldi. Şimdiki nesil bu görüntüleri, manzaraları bilmez. Ama bizler bunu en güzel haliyle yaşadık.
Hani psikiyatrlar der ya;
“Çocukluğuna dön” diye, ben de bazen çocukluğuma dönerim hayalimde, yaş kemale erdikçe bu, daha sık yaşanır oluyor.
Bugün çocukluğuma döneceğim, sizi de döndüreceğim. Zaten eski günleri yazdığım zaman “Bunları sık sık yaz” diye talepler alıyorum. Ve işte Güneydoğu'nun kar ve kışından ilham alarak bir kez daha çocukluğuma dönüyorum. Benim küçüklüğüm hep Osmaniye mahallesinde geçti. O zaman ne doğru dürüst araba vardı, doğal olarak ne de trafik. Okulumuza (Cumhuriyet İlkokulu) yürüyerek giderdik. Apartman denen şey pek yoktu, iki katlı Rum evlerinde yaşardı insanlar. Hepsi bahçe içinde, her taraf yemyeşil, küçücük, daracık sokaklar. Yüzbaşısuyu denen yer şehre o kadar uzak ve bakir bir yerdi ki, oraya pikniğe giderdik. Bazen ailemizle, bazen öğretmenlerimizle.
Osmaniye'nin dik yokuşundan kar ve kış görüntüsü arasında inmeyi düşünün. Tıpkı şu anda televizyonlarda izlediğimiz güneydoğu görüntüleri gibi her taraf iki metre kar, ortada bir keçi yolu, çocuklar o keçi yolundan okullarına gidiyor. Kimisi de naylon poşete binmiş, kayıyor. Evet, eskiden çocukların kayma aracı bu idi. Bir poşet ya da kayma aracı bularak kendini yokuştan aşağı koyvermek. Nasılsa araba yok, trafik yok, çok çok bir insana çarpma riski var.
O zamanlar yukarıda yazdığım gibi evler apartman tipi olmadığından, saçaklardan hep buzlar sarkardı. Bu konuyu çok düşünürüm, eskiden daha mı soğuktu, şimdi niye bu kadar kar tutmuyor, yoğun duman bulutunun ve hava kirliliğinin bunda etkisi var mı, buz tutacak saçak mı yok, bu soruları sorarım ama cevabını bulamam. Yakacakları olmayanları düşünerek ve artan hava kirliliğine bakarak bu durumdan da mutlu olurum. Yine dönelim eski günlere.
Çocuk Sedef, her kış günü Osmaniye'nin tepesinden okuluna keçi yolundan, karların arasından koşarak gitmektedir Çünkü saçaklardan sallanan buzulların kopup düşerek kafasına saplanacağını düşünmektedir.
Eminim bu yazıyı okuyanlar arasında bu buzullu günleri hatırlayanlarınız çıkacaktır.
Ve Cumhuriyet okulunun kapısı. Kuş sesleri gibi çocuk cıvıltıları. Kapının önü ise dolu. Pamuk helva, Simit, elmalı şeker, macun, keçiboynuzu.
Demek ki en çok bunları seviyormuşum ki aklımda bunlar kalmış.
Ancak keçiboynuzu ile öyle bir anım var ki, ilkokulda başlayan ilişkimiz yine ilkokulda sona ermek zorunda kaldı.
Bir gün babacığımın verdiği günlük harçlık olan yirmibeş kuruşla sevdiklerimden alıyorum, aralarında keçiboynuzu da var. Keçiboynuzu büyük bir hevesle ısırıp çiğnerken elimde kalan diğer yarısına bir göz atmamla, elimdeki her şeyi yere fırlatmam bir oluyor. Çünkü elimde kalan yarım keçiboynuzunun içinden küçük yeşil bir kurtçuk kıvrılıp bükülerek bana doğru hamleler yapmakta. O gün bugündür keçiboynuzu olayım ne yazık ki sona erdi, ama siz bana bakmayın, yemenize devam edin zira oradan temiz bir kırkbeş sene geçmiştir.
Şimdi o mahalleye hiç gitmek istemiyorum. Ne anneannemin eski Rum evi, ne de o mahalledeki diğer evler yerinde. Her tarafta kargacık, burgacık, kimi uzun, kimi kısa adına apartman denilen binalar yükseliyor. Zaten hepimiz bu tip yerlerde oturmuyor muyuz?
Hoş, bize seçme şansı bırakıldı mı?
Şimdi o güzelim evler, o bahçeler dursaydı, bizler de oralarda yaşayacaktık elbette. Bir de güzelim ağaçları hatırlıyorum. Her tarafta, mevsiminde çiçek açan meyve ağaçları, manolyalar, erguvanlar…
Haliyle bina sayısı az olunca, evler bahçeli olunca, görüntü de yeşil yeşil oluyor. Yeşil yeşil ve çiçek çiçek…
Şimdiyse binalar sırt sırta, nefes alamıyorlar, bahçe dersen hiç kalmadı, manolya ve erguvan ağacı ise bir ya da iki tane.
Ne yazık ki doğa tahribatı yalnızca Giresun'a özgü bir durum değil, dünyanın her tarafında böyle. Hindistan'da fillerin köylere saldırması, vahşi hayvanların neslinin tükenmesi tamamen insanların hayvanların yaşam alanlarına yayılması ile ilgili bir durum.
Giresun'da vahşi hayvan olmasa bile, doğanın, bitki örtüsünün göz göre göre yok oluşu inkar edilemez bir gerçek. Bir de balık olayı var.
Biz çocukken bin bir çeşit balık vardı.
Şimdi hem balık çeşidi azaldı, olan çeşitlerin de cinsi değişti. Örneğin mezgit balığı bile eski mezgit değil.
Bunların hepsi doğanın kirlenmesiyle yanlış avlanmayla, geleceği düşünmekle ilgili.
Eski Giresun'u biraz daha irdeleyelim.
Sinemalarımız vardı. Yeni sinemada izlediğim açık hava filmlerini hiç unutamam.
Yeni sinemayı ancak benim yaşımdakiler anımsayabilir.
Sevgili Muzaffer eniştem (Muzaffer Güvenç) o dönemin en ünlü filmlerini getirirdi. Birsen Güvenç (teyzem) de beni her filme götürürdü. Her ikisini de buradan rahmetle anıyorum.
Her film değişikliğini heyecanla beklerdik. Sıra sıra dizili sandalyeler, arka planda masalar. Ünlü filmleri bu açık hava sinemasından izlemenin keyfine doyum olmazdı. Yeni sinema, yazlık sinemamızdı.
Kışlık sinemamız ise Saray Sinemasıydı. Şimdiki Cemal Gürsel Caddesindeydi. Orada daha çok acıklı Türk filmleri izlediğimi hatırlıyorum. Hıçkırık, Samanyolu, Çalıkuşu vs…
Herhalde Saray Sinemasına çok gözyaşı bırakmışımdır.
Koca sinemanın ortasında dev gibi bir soba yanardı. Şimdi düşünüyorum da gerçekten çok riskli bir durummuş.
Sonradan şehir sinemamız oldu. Daha modern, çağdaş, tertemiz.
Koltuklu ve localı. Orası da ayrı bir gururumuzdu.
O günlerden hatırladığım çok ünlü bir şahsiyet var, anmasam haksızlık olur: ÖCÜ ÖMER.
Harika mızıka çalan bu adamcağız, sanat değeri anlaşılmamış, geçimini mızıkasıyla sağlamaya çalışan bir emekçiydi. Öyle sanatçıydı ki, İstanbul'da vapurdayım, (öğrenciliğim yıllarında) bir köşeden çok güzel nağmeler geliyor, oraya yolcular toplanmış, bir de baktım bizim Ömer amca vapurda mızıka çalıyor.
O kadar güzel bir konser verdi ki, birçok yolcu ineceği durakta inmedi. Para toplandı, kendisine verildi.
Öcü Ömer böyle hayatını kazanırdı, sanatıyla. Kim ne verirse. O yüzden değeri hiçbir zaman tam olarak anlaşılamadı.
Herhalde artık hayatta değildir. Her zaman kendisini saygıyla anarım. İşte geçen gece dostlarla sohbetimiz çocukluğumuzun Giresun'uydu.
Bunlar yalnızca ilkokul kısmından bazı anılar. Sizleri kendi anılarınızla baş başa bırakarak şimdilik satırlarıma son verirken, haftaya buluşmak üzere sağlık, mutluluk ve esenlikler diliyorum.
Hoşçakalın…
Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.