Üniversite üçüncü sınıftan dördüncüye geçince zorunlu tez olayı ile karşı karşıya kalmıştık. Bu, bizim bölümün (Sosyal Antropoloji ve Etnoloji) en önemli olayı, mezuniyet önünde duran en büyük engeldi. Sene başından sene sonuna kadar bilimsel bir çalışma yapılacak, çeşitli araştırmalardan yararlanılacak, veriler ve matematiksel hesaplamalar tamamen gerçeğe uygun olacak, asla ve asla bir başkasının çalışmasından intihal (alıntı, kopyalama) yapılmayacak, verilen ya da seçilen konu içeriğine uygun olacak, hazırlanan tez araştırmalara kaynak olabilecek nitelikte olacak, bir yıllık bir emeğin sonucu olacak ve…tez taslağı profesörün onayına sunulacak. Kabul görürse, kitap haline getirilecek ve öğrenci artık mezuniyet sınavlarına girmeye hak kazanacak.
Öyle yirmişbeş-otuz sayfalık bir araştırma yapamazsın, örneğin benim mezuniyet tezim yüzeliüç sayfaydı. Bazen bir sayfalık bir hesaplama ya da araştırmanın iki ya da üç gün sürdüğü düşünülürse bu tezin ne kadar zamanda bittiğini varın siz hesaplayın üstelik dersle bir yandan devam etmekteyken.
Benim son sene zaten. 1979-1980 dönemi. Ortalığın durumu malum. Ders kitapları naylon torbalarda, kütüphanelere gizli saklı girip çıkıyorum.
Bir önemli durum da tez konularının nasıl seçildiği. Aslında bize gelene kadar hep bölümümüzün profesörü seçermiş konuyu, o sene bizim seçimimize bıraktı, “Herkes konusunu seçsin, bana başvursun” dedi.
Tabi çok mutlu olduk. Bir yıl üzerinde çalışıp, kitap haline getireceğimiz bir araştırmayı istediğimiz konuda belirleyebilmek hayal bile edemeyeceğimiz bir şeydi.
Üstelik bu ilk defa bize tanınacak bir ayrıcalık olacaktı.
Herkes düşündü, taşındı, bir ya da birkaç konu belirledi, hocaya sunumlar başladı.
Bu arada çok ilginç tez konusu teklifleri de ard arda sıralanmaya başladı.
Ben de kendime iki ayrı konu seçmiştim. Biri kabul görmezse diğerini sunmak için.
Bunlar:
- Hayat kadınlarının topluma kazandırılması
- Karadeniz Bölgesi kaçak silah yapımı.
Bu iki konu da üzerinde çok çalışmak istediğim konulardı. Birinci konu tamamen insancıl açıdan, “Belki bu kişilere bir yararı olur, bir şeyler yapılabilir” düşüncesiyle çalışmak istediğim bir alandı, ikinci konu ise, o zamanlar silah fabrikaları, silah satışları yoktu, silah ve tabancaların Karadeniz Bölgesi dağlık alanlarında ustalar tarafından elle yapıldığına dair yaygın bir söylenti dolaşıyordu. Bu konuda benim ilgimi çekiyordu. Güya bu olayı seçerse hocam, bir netliğe kavuşacaktım. Tabi her iki konu da kabul görmedi.
Hocamız, beni kırmadan neden olamayacağını tek tek açıkladı.
O zamanki gençlik ve tecrübesizliğimizle işin sağını solunu düşünmeden idealistçe yaklaşımlarla hareket ediyoruz, ancak gerçekleri göremiyoruz.
Birinci konu ile ilgili hocamın tereddütleri, çalışacak olduğum ortamın bana hiç uygun olmaması, işin içindeki tehlikeler, muhatap olacağım kişiler ve karşı karşıya kalacağım riskli durumlar gibi şeylerdi.
İkinci konu ile ilgili sakıncaları ise yasadışı bir faaliyet konusunu inceleyecek olmam nedeniyle muhatap olacağım sıkıntılar idi ki-kendi eliyle beni böyle bir çalışmanın içine itmiş olması zaten mümkün olamazdı.
Yukarıda da dediğim gibi, hepimiz yirmili yaşlarda tecrübesiz gençler olduğumuz için seçtiğimiz konuların “Üzerinde çalışabilirlik” olasılığını düşünmeden , hayal dünyalarının içine dalıp, “Anlamlı ancak hayata geçirilmesi imkansızdan da öte” konulara daldığımızdan bizim profesör de (rahmet olsun) “Kendi tezini kendin seç” olayına son noktayı koydu. Konu, yine eskiden olduğu gibi, hocalar tarafından belirlenecekti.
Böylelikle konu. Türkiye'de Şehirleşme ve Giresun ilinin (Herkes kendi ilini hazırladı.) 1940 1970 yılları arası Demografik Analizi oldu.
Şimdi, bu tezden bahsedişimin bir anlamı var. Bir yılda tamamlayıp 1980 yılında bitirdiğim, bölüm profesörü hocam Prof. Dr. Nephan Saran'dan onay alan ve otuziki yıldır kitaplığımın rafında uyumakta olan bu çalışmadan ilk defa size bilgiler aktarıyorum.
Zira geçen gün kitaplığımı tozunu alırken mezuniyet tezim gözüme ilişti.
“Bana çok haksızlık ediyorsun” der gibi bakıyordu.
Aslında onu tamamlayabilmek için nice uykusuz geceler geçirdiğimi, bazı bilgilere ulaşabilmek için dönem içinde kaç kez İstanbul'dan Giresun'a geldiğimi iyi biliyordu.
Şimdi: 1940-1970 yılları arası Türkiye'de Şehirleşme ve Giresun ilinin Demografik Analizi konularında bilimsel bilgiye ihtiyacı olan varsa, gazetem vasıtasıyla bana ulaşabilir.
Boynu bükük bir şekilde kitaplığımdan bakmakta olan tezimle ilgili üzerime düşeni yaptıktan sonra bir başka konuya da değinerek yazımı sonlandıracağım.
Türkiye'deki çocuk işçiler konusu.
DİSK AR'ın yaptığı bir araştırma, Türkiye'de çocuk işçiliğinin ulaştığı sonucu ortaya çıkardı. Rakamlar gerçekten yürek yakıyor. Verilere göre dünyada toplam 306 milyon çocuk çalışıyor. Ancak dünyada her beş çocuktan biri çalışırken, Türkiye'de her iki çocuktan biri çalışıyor. Türkiye'de 958 bin çocuk işçinin olduğunu vurgulayan raporda, çocuk işçilikle mücadeledeki ivmenin de düştüğü ifade edildi.
Raporda, Türkiye açısından bir başka çarpıcı verinin ise ev işlerinde çalışan çocukların sayısındaki artış olduğu vurgulandı.
5-17 yaş arası toplam çalışan çocukların oranı yüzde kırkdokuz.
**
Çalışan çocuk sayısının fazla olması demek, aynı zamanda bu kadar çocuğun okula gidemiyor olması demek.
Okul zamanı dışında çalıştıkları düşünülse bile (ki çoğu okulu terk etmek zorunda kalıyor.) bu da derslerine çalışamadıkları anlamına geliyor.
Oysa ki bir çocuğun öğrenmeye, çocukluğunu yaşamaya ve oynamaya, toplumun da eğitimini alarak yetişmiş bireylere ihtiyacı var.
Uygar olmanın yolu da buradan geçiyor olsa gerek: “İyi yetişmiş, doğru eğitilmiş bireyler”.
Hayatın yükünü küçücük bir boyacı çocuğun gözlerinde görmek insanın yüreğini dağlıyor.
Onun özlemlerini bilen var mı?...
Haftaya buluşmak üzere…
Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.