Büyük Britanya adası gezintisinden notlar aktarmaktayım sizlere. İskoçya'yı gezdik, muhteşem Edinburgh'u anlattık, Galler bölgesinde indik. Daha önce de yazdığım gibi, İskoçya ve Galler dış işlerinde İngiltere'ye bağlı, iç işlerinde serbest, her ikisininde de kendi parlamentoları var, ancak bağımsız da sayılmıyorlar. Daha önceki yazdıklarımdan birisi de, Eylül ayında İskoçya'da referandum yapılacağı idi. Bağımsızlıklarını oylayacaklar, İngiltere'den ayrılıp ayrılmayacaklarına karar verecekler. Şu anda ülkece “Ne getirir, ne götürür” hesabı yapıyorlar, paylaşılamayan rant ise Kuzey Denizinden çıkarılan petrol ve gaz. İskoçlar çıkarıyor, İngilizler alıyor. İngiltere'nin tehdidi, İskoçlara sterlini kullandırmama, AB'den çıkarma (AB'nin de görüşü bu yönde) ve ABD'nin de desteğini yanına alma, İskoçların savunması ise; “Zenginlik bizim, neden çıkarıp İngilizlere veriyoruz…” Rehberimizin anlatımına göre ülkede bağımsızlıkla ilgili lehte ve aleyhte çeşitli kampanyalar yürütülüyormuş, her şey referandumda belli olacak, bana sorarsanız İskoçların farklı aksanlı İngilizcesini anlayabildiğim kadarıyla yaptığım söyleşilerden çıkarabildiğim sonuç şu: Birçok kişinin bu konuda bir fikri bile yok, ya da pek umurunda değil diyelim, buna da çok şaşırdığımı ekleyeyim. Bu referandum konusunu ben İskoçlardan daha çok önemsediğim için, önceden yazmış olmama karşın, okumayanlar için tekrarladım, şimdi dönelim gezimize. Galler'in başkenti Cardiff'teyiz. Cardiff müzesinde Van Gogh koleksiyonundan bazı eserler bulunmaktaymış. Resim sanatıyla yakından ilgili olduğum ve kendi çapımda resim yaptığım, özellikle de Van Gogh'un tarzını çok sevdiğim için çok heyecanlandıysam da programımızda olmadığından daha önce kataloglarında gördüğüm eserlerini canlı izleme şansım olmadı. Aslen papaz olan Van Gogh'un, hayatı boyunca gel-git'ler yaşadığını, kendini hep başarısız bulduğunu, cezalandırmak için bir kulağını kestiğini biliyor muydunuz? Tablolarını yıllarca satamadığını? Oysa şimdi sahtelerini bile ele geçirmek için ne soygunlar düzenleniyor, ama Van Gogh bunları göremiyor… Zaten çoğu sanatçının kaderi böyle değil midir? Sevgili okurlar, sanat ve edebiyat deyince gördüğünüz gibi konudan sapıyorum, en iyisi biz yine dönelim Galler'e ve Cardiff'e… Cardiff kalesi ikibin yıl önce Romalılar tarafından inşa edilmiş. Rehberimizin ifadesine göre Galler'de ve bu şehirde, Rugby denen oyun insanların dinleri gibi, statları da mabetleri gibiymiş, o kadar önemliymiş. Önünden geçtiğimiz rugby stadı yetmişbeşbin kişilik olup, çatısı yirmi dakikada açılıp kapanabiliyormuş, buna karşılık tüm bu işlemin (açılıp kapanma) elektrik maliyeti yalnızca beş sterlinmiş. (Yirmi liradan az.) Ayrıca stadın şöyle bir özelliği var, çimleri taşınabilir olduğundan konserlerde kaldırılıyormuş, örneğin bir önceki hafta statta bira festivali yapılmış, bir sonraki hafta da motosiklet yarışları olacakmış. Yani rugby stadı çok amaçlı kullanılıyor. Rugby oyunu ile ilgili son bir ayrıntı: Bu oyunu oynayanlar sonuçta mutlaka burunları kırıldığından, bizim rehber de çok severek yaptığı bu sporu bırakmak zorunda kalmış, çünkü bu şehirde birçok insanın burnu kırıkmış! Galler'in en büyük geliri kömür ticareti olmakla birlikte Cardiff limanı eskiden kömür ticaretine ev sahipliği yapıp, tüm dünyaya kömür gönderiyormuş ancak giderek hem kömür stokları azalmış, hem de kömür kullanımı eski önemini kaybetmiş. Bizi Cardiff parlamento binasına götürüyorlar, bina camdan. Bunun nedeni ise, herşeyin şeffaf olmasını istemeleri. Oturma sistemi yuvarlak, çünkü parlamenterlerin birbirini görmesi gerekiyor. Galler'de toplanan vergiler İngiltere'ye gidiyor, İngilizler bunlara bütçe tayin ediyor. Bazı kanunlar kendileri çıkarabiliyorlar. Şimdilik İskoçlar gibi bağımsızlık talepleri yok, bunu düşünenlerin sayısı az, daha doğrusu tek başlarına yapamayacaklarını düşünüyorlar. (Rehberimizin anlatımından) Galler'ün dörte üçü sahil boyu yürüyerek gezilebiliyor. 860 mil uzunluğunda yürüme güzergahları olduğunu öğrendiğimiz Galler, dünyanın en uzun sahili olan ülkelerinden birisi. (1 mil 1.7 km) Burada Gallerce ve İngilizce konuşuluyor. Ancak Gallerce'nin oranı yalnızca yüzde 20-25 civarında, nedeni de bir dönem yasaklanmış olması. Yasaklayanlar ise İngilizler, hatta bir dönem okulda Galler'ce konuşan çocukların boynuna yafta asılırmış. Şu andaki hükümet Gallerce'yi yaşatmaya çalışıyor, okullara zorunlu dil koymuşlar ancak bu dil erezyona uğradığından yalnızca ülkenin kuzeyindekiler biraz konuşabiliyormuş. Şehir içinde dolaşırken yolların ortasındaki refüjler dikkatimizin çekiyor, üzerinde taşlar diken gibi, üzerine basmanın imkanı yok, insanlar buraları kullanmayıp, geçitlerden geçsin diye öyle yapmışlar ancak görüntü çok ilginçti, tüm şehir dikenli kaldırımlarla dolu. Shakspeare'nin doğduğu şehir olan Stratford'a geliyoruz. Bu şehirde zamanında öyle bir salgın hastalık çıkmış ki, cesetleri mezarlara gömmekle başedememişler, toplu halde evlerin altına gömmüşler. Shakespeare'nin babası hayvan derisinden eldiven yaparmış, mesleği buymuş. Sekiz kardeşlermiş, üçü bebekken ölmüş, dördüncüsü Shakespeare'miş, yani yaşayan ilk çocukmuş. O dönemde kadınlar okula gitmez, yalnızca ev işleriyle, çocuk bakımıyla ilgilenirmiş. Şu anda yarış atlarının da yetiştirildiği Shakespeare'iyle ünlü bu kasabaya çok zengin insanlar yerleştiğinden, herkes çok varlıklı olduğundan, çalıştıracak ücretli eleman bile bulmak problem oluyormuş. Elli iki yaşında ölen Shakespeare dönemine göre oldukça uzun yaşamış, insanlar o dönemde o kadar uzun yaşayamazmış. İki kızı bir oğlu olan Shakespeare, karısıyla hamile kalınca evlenmek zorunda kalmış ancak çocuklarından nesli devam etmemiş. Hem şair hem oyun yazarı olup, 39 tiyatro oyunu yazmış. Şehirde Shakespeare tiyatrosu olup, yanlızca onun oyunları oynanmaktaymış. Bu şehirde zamanındaki deli dana salgını nedeniyle hayvancılık bayağı azalmış, hayvanlar ya satılmış ya kesilmiş. Gelelim bu şehrin eski dönemi ile ilgili bilgilere, yani onaltıncı yüzyıla. İşte en komik ve akılalmaz konular! Nedenini anlayacaksınız: Erkeklerin karılarını dövmek(!) için kullandıkları sopalar başparmaklarından kalın olamaz ve gece ondan sonra karılarını dövemezlermiş! Allah razı olsun, bu kadar olsun karılarını düşünmüşler dediysem de, rehberimiz düzeltti, karılarını düşündükleri için değil, komşuları rahatsız olmasın diyeymiş! İngiliz adaleti mi diyeyim bilemiyorum… Siz de deyin ki, televizyonları aç, yirmibirinci yüzyıl Türkiye'sinde öldürülen, kurşunlanan, bıçaklanan kadınları izle… En azından bunlar suç diyelim, sürekli tekrarlansa da, aynı şey değil diyerek biraz olsun iyi bakmaya çalışalım. Önümüzdeki hafta Shakespeare ile ilgili bilgilere devam ederek turumuzu sürdüreceğiz. Yeniden birlikte oluncaya dek, esen ve mutlu kalın, sağlık ve huzur hep sizlerle olsun sevgili okurlar. Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.