Yeşilgiresun Gazetesi Köşe Yazarları, bu yıl ilk kez başlamak üzere yeni yıl öncesi bir araya geldi. Bu, gazetemizin bir projesi olup, bundan sonra her yıl tekrarlanmak üzere düşünülmüş ve eyleme geçirilmişti. Aslında bu bir tanışmaydı. Hepimiz birbirini yazılarından tanıyor, ancak yüzyüze görmüyor, belki de sokakta, caddede geçişiyorduk. Bizleri bir araya getiren Yeşilgiresun yönetimine buradan teşekkür ediyor, yazılarını okumaktan haz aldığım diğer köşe yazarı arkadaşları tanımaktan da duyduğum mutluluğu bu satırlardan iletmek istiyorum. Bu tür toplantıların bir yararı da, farklı görüş ve fikirleri dinleyebilme olanağı idi. Örneğin bir arkadaş, haberleri daha çok işlememiz gerektiğini düşünürken, bir diğeri onların zaten basından izlendiğini, bizim yazılarımızı ilginç anılarımızla süslememizin daha cazip olacağını savunuyordu. Bu özel toplantı ve sohbetimizin her anını bu satırlara aktaracak değilim elbette ancak, gerçek şu ki, yazı yazan bir kişi için en önemli konu, daha doğrusu hedef diyelim, çok okunur olmak, daha çok kitleye ulaşabilmek. Benim bu konuda izlediğim yol ise, uzun ve ağdalı cümleler yerine sadece ve yalın bir dil kullanmak. Bu konuda büyük usta Aziz Nesin'i ve rahmetli babam Ahmet Ersöz'ü örnek almışımdır. Elbette onların yeteneklerini ve haddimi bilerek. Bir diğer durum ise konu seçme olayı. Bu da doğaçlama oluyor. Güncel, duygusal, geçmişe ait, geleceğe dair, o an ne hissediyorsam. Ne tür yazı yazarsam yazayım, insani öğeleri hep önde tutmaya çalışırım. Çünkü bu bana sevgili babamdan geçen bir hayat prensibidir. Bugünkü yaşam koşulları içinde biraz değer kaybetmiş gibi gözükse de aldanmayın, yaşamın olmazsa olmazıdır insani değerler. Bir gün gelir, mutlaka herkese lazım olur. Bir de “yazım şekli” nden bahsedeyim. Birçok yazar arkadaşın yazılarını maille gönderdiğini fark ettim, onları kutluyorum ancak ben internet ortamından gerektiğinde yararlanmakla birlikte, yazılarımı kağıt üzerine, elle yazmakta ve bu şekilde gazeteye vermekteyim. Nedeni, doğaçlama yazdığım için böyle daha iyi konsantre olmam. Oğlum benimle sürekli dalga geçse de şimdilik bu şekilde devam edeceğim, tıpkı rahmetli Ecevit'in daktilosu gibi. İşte böyle sevgili dostlar. Adeta “bir yazarın anatomisi” gibi bir şey oldu. Okuduğunuz kişinin yazım hayatı hakkında biraz bilgi edinin istedim, olay bundan ibaret. Şimdi diğer bir köşe yazarı arkadaşımın önerisine uyarak size bir bankacılık anımı anlatacağım. Ancak baştan söyleyeyim, bankacılık anıları hiç iyi sonla bitmez, zira para ile ilgili uğraşılan yerlerdeki olaylar genellikle hırsızlık, sahtekarlık, vs. şeklindedir. Malum, paranın olduğu yerde olan şeyler… Eskiden bankalarda para ödemesini memurlar değil, ana vezne yapardı. İşte öyle olduğu günlerden bir gün, bizim döviz servisinden ana vezneye, müşteriye ödeme yapması için fiş gönderilir, müşteri de ana kasaya gönderilir. Yaz günü, gurbetçiler gelmiş, banka tıklım tıklım kalabalık, bir de teftiş zamanı, müfettişler var, yani anlatılmaz, yaşanır bir durum. Gişeler ayrı kalabalık, vezne ayrı kalabalık. Yani çalışan için tam hata yapma zamanı. Zaten kötü niyetliler hep böyle anları kollar. Neyse, o günü de atlattık, akşam oldu, kasa tutturmaya çalışıyoruz, ana kasa tutmuyor, şu an hatırlamıyorum, yüklü miktarda Alman Markı açık var. Tek tek Mark ödemeleri fişlerine bakılıyor (ki ödenen kupürlerin fişlere dökümü yapılır) bir hata yok, herkes ayrı ayrı elden geçiriyor, dövizler bir daha, bir daha sayılır, yok da yok. En sonunda iş anlaşıldı. Ana kasa, örneğin yüz TL ödeyeceği bir kişiye beşbin Alman Markı ödemiş. Yani o kadar büyük bir para, hem para cinsinde, hem miktarda hata olmuş. Sabahtan beri ödeme yaptığı, ve başı çok kalabalık olduğun için fişleri karıştırmış. Peki adam niye almış? Hani insanlık, insanlık diyoruz ya, boşuna demiyoruz işte. Adam, bankayı kazıkladığını sanıyor, oysaki veznedarı başını yakacak. Zaten yaptığı sahtekarlık, kimi kazıkladığı da çok önemli değil. “Bu para benim değil” dese ya. Neyse, vatandaşın kimliği tespit edildi, şubeye polis çağrıldı, bankadan yetkili arkadaşlar ve polis birlikte adresine gittiler, şehir dışında uzak bir köye. Gece oldu, hepimiz şubede bekliyoruz, hiçbirimiz çıkamıyoruz. Sonunda geldiler. Bir genç adam, yanında karısı ve altı yedi yaşlarında bir erkek çocuğu. Karşımızdaki boş yerlere oturdular. Birçok sahtekarlık olayı geçirdik de, bunun ayrı bir yeri ve üzüntüsü vardır bende, onun için paylaşıyorum sizinle. Biraz sonra polis memuru çocuğun koluna uzandı, kolundan altın bir bileklik çıkardı, polis, müşteri, ve banka görevlisi şubeden çıktılar. Karısı ve oğlu, başları öne eğik mahcup mahcup oturmaktaydı. ** Gündüz olay şöyle gelişmişti: Kendisine gelen küçük miktarlı TL bir havaleyi almaya ana kasaya giden müşteri, hüviyet tespiti karşılığı uzatılan binlerce Alman Markını görünce şeytana uymuş ve paraları alıp kendini kuyumcuda bulmuştu. Hayali olan altın künyeyi alıp, doğru evine koşmuştu. Mantığı ise şuydu:Ne yapalım, banka verdi, vermeseydi, bu paraları ben mi istedim onlardan. Oysa ki bilmediği, her gün binlerce işlemin yapıldığı bankalarda çalışanların da insan olduğu, bu hataların tespiti halinde paraların ve yanlış ödemelerin tahsil edilebilme imkanıydı. ** Çocuğun kolundan altın künyeyi alan polis ve yetkililer, gecenin o saatinden kuyumcuyu evinden alarak künyeyi iade eder ve parayı geri alarak, kalanını da vatandaştan alarak şubeye gelirler. Kasanın açığı kapatılır, kasa bağlanır ve bizim işkencemiz de sona erer. Bundan sonra o kişi ile ilgili adli soruşturma nasıl yürüdü bu kısmını bilemiyorum çünkü banka ile ilgili kısmı hallolduğundan diğer tarafı bize yansımadı ancak o zavallı kadıncağızın utancı ve küçücük çocuğun, künye kolundan çıkarılırken gözlerinden dökülen iki damla yaş geldi benim yüreğime aktı. Ve yıllardır orada duruyor. ** O kişiye hem kızdım, hem üzüldüm. Sevindirmek istediği oğlunu üzen yine kendisi oldu, belki de bedeli ailesi ödedi. Dünyada en güzel şey, dürüst kazançtır. Alın teriyle sofraya getirilen bir lokma kuru ekmek, nereden geldiği belli olmayan bir tepsi baklavadan kuşkusuz çok daha tatlı. İşte bu olay da bunun en çarpıcı kanıtı… Haftaya buluşmak üzere… Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.