Öncelikle geçmiş ramazan bayramınızı kutlar, nice ramazanlara ve bayramlara sağlık, mutluluk ve huzur içinde ulaşmanızı yürekten dilerim. Siz Salı günü okumuş olsanız da, ben yazımı bir bayram sabahı kaleme alıyorum, bu nedenle de bayram modunda bulunmaktayım doğal olarak. Biliyorsunuz yazımızı erken teslim ediyoruz gazeteye. “Bayram”ın birçok farklı yönü var elbette, ramazanın sona erişi, yaşlı ya da erişkinlerin diyelim, yakınlarını evde bekleyişi, yaşça daha küçük olanların büyükleri ziyareti, midelerin bir anlamda biraz hezimete uğraması, (kararını bilenler için sorun yok) küçüklerin harçlık bayramı…kapıya gelen çocuklara şeker ikramı vs…vs… Küçüklerin harçlık bayramı derken, benim bir kuzen vardı, epey haylaz, benden de küçük, çocukken çok yaramazdı, ama sevimli yaramazdı, bayramda gelirdi el öpmeden önce babama “enişte kaç lira vereceksin” diye sorardı. Yani önce pazarlığını yapardı. Babacığım da ona memnun olacağı bir miktar verir, sonra öper, severdi. Bizim Kaan, ailesi oturup bayramlaştığı sürece cebindeki harçlıkları çıkarıp çıkarıp sayardı. Sonra doğru Gazi caddesi, Balkaya, dondurma, oyuncakçı derken o paralar bir anda yok olurdu. Sevimliliğiyle iyi hasılat yapardı da güzel de tüketirdi, çocukluk işte… Ben de her bayram Kaan'ın bu çocukluk hallerini hatırlar, kulaklarını çınlatırım. ** Bir zamanlar çocuktuk, büyüklerimizin peşinde bayram ziyaretine giden, el öpen, harçlık alandık, yıllar geçti, roller değişti, şimdi yetişkin olduk, evde misafir kabul eden, şeker, tatlı ikram eden konumuna terfi ettik, onun da ayrı bir güzelliği var diyelim, ne yapalım hayat böyle… Aradaki yılları atlatamadık ya, onları da biz yaşadık. Zaman ne çabuk geçiyor değil mi dostlar… Bu vesile ile, nicelerine ulaşmanız dileğiyle bayramınızı bir kez daha kutlamış olalım. ** Geçtiğimiz günlerde hatırlarsanız Ege'de bir bot batmış ve birçok kişi hayatını kaybetmişti. İçinde, Yunanistan'a iltica etmeye çalışan kandırılmış insanlar taşıyordu, yani insan ticareti yapılıyordu bir anlamda. Gazetelerin yazdığına göre insanlar ikibin dolar karşılığı Yunanistan'a götürülme vaadiyle ve balık istifi, botla yat arası bir deniz aracına bindirilmiş ve sonuçta fazla yükten ötürü Ege açıklarında batmıştı. Bu aslında yeni bir olay değil, bu oyun yıllardır oynanmakta, yaşamlarını sürdürmek için başka umutları kalmayan insanları (ki özellikle Kuzey Afrika, Arabistan Yarımadası, Irak v.b. yerlerden talep daha çok oluyor) birtakım vicdansız umut tacirleri para için bile bile ölüme sürüklemekte. Bu olay ne ilk, muhtemelen ne de son olacak. Ülkelerinde belki de her şeylerini satıp, bu insan tacirlerinin ellerine düşen zavallılar umuda yelken açtıklarını sanırken aslında bir anlamda ölüme yelken açtıklarının ne yazık ki farkında bile olamıyorlar. Üstelik özellikle şu son olayda, varılmak istenen hedef Yunanistan olduğu için Yunanistan'ın durumundan bahsetmek istiyorum sizlere: Bu çarpıcı tesbit İngiliz The Guardian gazetesinden alınmıştır… - Yunanistan'ın en fakir mahallelerinde yaşayanların yüzde doksan'ı bedava dağıtılan yemeklerle karnını doyurmaktadır. - Bedava yemek kuyruğuna girenler arasında üç yıl önce başlayan borç krizinden önce şirket patronu olanlar da bulunmaktadır. - Kamu kuruluşları yaz tatiline gireceğinden dağıtılacak yemek organizasyonunun sekteye uğrama ihtimali bulunmaktadır. - Atina, borç kriziyle baş etmek için kemer sıkma politikalarını uygulamakta, bu yüzden işsizlik sürekli artmakta. - Yüzde yirmiyedi (27) işsizlik oranı ile Yunanistan Avrupa'da işsizlik oranı en yüksek ülkeler arasında. Üstelik bütün bu gelişmeler de Avrupa'da ekonomik iyimserliğin arttığı bir dönemde yaşanıyor. Ayrıca komşunun böyle bir ekonomik çöküş içinde olması elbette ülkemiz için hiç olumlu bir durum değil. Önce insani açıdan, turistik açıdan, ne bileyim, hangi yönden bakarsanız bakın, ticari ilişkiler açısından, her yönü etkileyen bir durum. Üretmeden tüketilmeyeceğinin doğal bir örneği diyelim. Ne diyelim, daha bilimselini ekonomistler söylesin. Sözü nereye bağlayacağım, bir umut kapısı olarak Yunanistan'a ulaşmak için yola çıkıp da Ege sularında can veren zavallı insanları ve Yunanistan'ın şu andaki durumunu düşündüm de; “Bu dünyanın işleri…” dedim kendi kendime… ** Bayram günü bu kadar hüzün yeter. Hani ben kendime “sakar” diyorum da, bu şaşkın, beni bile sollamış gerçekten. İtalya'nın Floransa kenti kesinlikle görülmeye değer. Hani şu bizim Fatih Terim hocanın Floransa'sı. Kendisi orada çok seviliyor. Neyse, Amerikalı bir turist, Floransa'ya tatile geliyor, Katedral Çalışmaları Müzesi'ne giriyor. O müzede de Meryem Ana Heykeli var, Floransa'lı Heykeltraş Giovanni d'Amrogio tarafından tam altıyüz yıl önce yapılmış ve bu heykele şu anda paha biçilemiyor. İşte bu Amerikalı turistçik bu heykelle o kadar yakından bir temas kurmuş ki, parmağını kırmış! Çok çok özür dilemiş adamcağız, kötü bir niyeti yokmuş canım, tek amacı “heykeli yakından hissetmek” miş! Be kardeşim, heykelin eliyle, parmağıyla, ne işin var senin! Valla, bu sakar halimle, kaç kez İtalya'ya gittim, o kadar camın, Murano kristalinin arasında bir küçük hediyelik parça bile kırmadım. Kırsam yani üç beş Euro, parasını verir çıkarım, ama kırmadım! Adam altıyüz yıllık heykeli kırmış, özür diliyor, bu iş Amerika'da olsa adamın yedi sülalesinden tazminat alırlar herhalde. Gerçi turistin yüklü bir tazminata çarptırılması bekleniyormuş ya, bu tazminat Meryem Ana'nın parmağını geri getirir mi o ada ayrı bir konu. Bu da İtalyan'lara ders olsun. Bu kıymetli heykelleri insanların elinin ayağının altına niye koyuyorsunuz, önüne bir set çekseniz ya! Bir gün bir Amerikalı gelir de “yakından hissetmek” ister diye niye düşünmediniz? ** Son bir ilginçlikle yazımızı noktalayalım. Gazeteden hem okudum, hem düşündüm. “İnsanlar nelerle uğraşıyor” dedim kendi kendime. Sonra da “boş insanlar” diye ekledim. Kanada Montreal'de bir mağazanın önüne bir dilenci dadanmış. O mağazaya giren müşteri de dilenciden rahatsız olmuş ve mağaza müdürüne bir dilekçe yazmış: “Adam çok şişman, sürekli sarhoş, IQ seviyesinden de şüpheliyim. Böylesini ensesinden vurup, kurşunun faturasını ailesine yollamalı.” Müdür ne yapmış dersiniz? Dilekçeyi dilenciye okutmuş, dilenci tazminat davası açmış, mahkeme müşteriye, dilenciye onbeşbin TL ödeme cezası vermiş. Ne iyi etmiş! Dilencinin de, mağaza müdürünün de, mahkemenin de davranışını çok beğendim. Müşteriyi ise psikolog ve psikiyatr'lar iyice bir incelemeli. Biz bir dilenci görsek gereğini yaparız, en azından üzülürüz (gerçi çok suistimale müsait bir konu) adamın göz zevki bozulup, kurşunlayası geliyor, üstelik kurşunun parasını da fatura edecek! “En büyük özürlülük duyarsızlıktır” sözü gerçekten çok anlamlı… Haftaya buluşmak dileğiyle… Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.