Ünlü ressam, şair, yazar Bedri Rahmi Eyüboğlu, kaleme aldığı “İstanbul” temalı uzun şiirinin bir bölümünü Gülcemal'e ayırır. Bir yanda, Anadolu'da toprak damlı bir evde geçen, sonra Gülcemal'le İstanbul'a gidip gelen çocukluğu bir yanda direklerinde güller tomurcuklanan Gülcemal…
İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir
Anadolu'da toprak damlı bir evde
Gülcemal üstüne türküler söylenir
Süt akar cümle musluklarından
Direklerinde güller tomurcuklanır
Anadolu'da toprak damlı bir evde çocukluğum
Gülcemal'le gider İstanbul'a
Gülcemal'le gelir…
Ne zaman eğri posta Görele üzerinde demir atsa, üç çift kürekli, ince, uzun kayıklar kıyıdan gemiye doğru ağır ağır yol alırmış. Delikanlılar gemiden kayığa; kayıktan kıyıya yük boşaltır, yolcu indirirlermiş. Kimi zaman deniz dalgalı olurmuş. Gidiş gelişler oldukça zorlaşırmış. Sığ ama dalgalı sulara kayıktan inen delikanlılar, omuzlarına aldıkları kızları, kadınları ıslatmadan kıyıya bırakırmış. Bir şölen, bir coşku, bir mutluluk oyunuymuş, bu.
Zamanla, altı kişinin kürek çektiği kayıklar yerini yedi, sekiz ton yük kapasiteli 'mavna'lara; mavnalar, on, on beş ton kapasiteli 'çapar'lara; çaparlar 'motor'lara dönüşmüş. Böylece taşımacılık eskiye göre rahatlamış, kolaylaşmış.
Caferin Ahmet, Gebecu Mehmet, Dıbızu Remzi, Berber Salih, Yorozlu Mustafa, Karaalinin Ahmet, Göcu Mustafa, Agâh Reis, Pastacı Ömer, Altınbaş Hamdi… Görele'de bir döneme damga vurmuş; bir dönemin simgesi olmuş deniz tutkunu, yürekli insanlar! Onların elinde, yıllarca sürüp gitmiş bu uğraş… Bir de o dönemlerde, Karaburun Köyü'nde yaşayan, Seyisu olarak bilinen bir kalafatçı varmış. Kayıklara, teknelere, motorlara kalafat çekmede; kayık, tekne ve motorları onarmada üstüne usta yokmuş.
Yine kayıklar var, Görele'de, ama küreksiz! Ne yazık ki bir kuğu zarafeti ile ağır ağır yol alan beyaz posta gemileri gelip geçmiyor artık! Oysaki çocukluk ve gençlik yıllarımda, kıyıya yakın yol alan posta gemilerini seyretmekten mutlu olurdum. Düşünürdüm, düşler kurardım; kurgusal bir dünya yaratırdım içimde. Orhan Veli'nin dizelerindeki yalınlığı, inceliği duyumsardım can evimde; “çocuk gönlüm kaygılardan azade”...
Evet, yine kayıklar var Görele'de; ama mavnalar, çaparlar, motorlar yok! Motor gücüyle yol alan kayıklar, sabahın kuşluk vaktinde çıktıkları denizde, kısmetlerini arıyorlar… Öğleye yakın birer ikişer dönüyorlar çekeklere…
Birçoğu bu işi zevk için yapıyor. Balığa çıkmak, denizin özgür ruhunu duyumsamak, denizle bütünleşmek bir tutkuya dönüşmüş, birçoğunda… Kendi aralarında gülüp söylüyorlar, şakalaşıyorlar; tuttukları balıkları, barınaklarında pişirip yiyorlar; arta kalanını eşe dosta veriyorlar. Bir mani düzer gibi, bir türkü söyler gibi bir deniz dili oluşturmuşlar…
Bu diden konuşuyorlar… Kayıklarını onarıyorlar, boyuyorlar, süslüyorlar; felekler üzerinde kaydırarak denize indiriyorlar; felekler üzerinde kaydırarak kıyıya çekiyorlar…
Şiirsel bir dili var denizin; şiirsel bir izdüşümü var kayıkların, bende. Denizle göz göze geldiğimde, bir dize ırmağı akıyor, yüreğimde; bir coşku, bir kıpırtı, ılık bir heyecan içimde… Kayıklar, kayıkçılar, martılar ve tuzlu sular… ve Kemal Özer'in “Deniz Orakçısı” şiirinden dizeler dilimde:
sor kendi kendine bir sabah
av hazırlığına başlarken
sulara kim salar ilk güneşi
sen kayığına binmesen
orağını almasan eline
ilk ürünü kim biçer denizden
kent niye bir büyük gergeftir
geçirmiş ilmiğini alın terine
niye aç ağızlardan örülü
bir martı çığlıdır gök
iner kalkar başının üzerinde
küçük dalışlarla yoklar tekneni
Yıllar yıllar önceki balıkçı kayıklarının öyküsünü, ilgiyle, merakla dinledim; o dönemleri bilen, o dönemleri yaşayan birkaç güzel insandan. Başı kıçı aynı olan beş- altı metre uzunluğunda “çırnak”tan söz ettiler. Yorozlu Mustafa'nın yunus avından; Kurdağzı'nda tutulan kırmızı kalkandan, Eynesil'de tutulan siyah kalkandan; havyarlı balıktan; Pastacı Ömer'in ağına takılan mezgitlerin yenmediğinden, denize atıldığından söz ettiler… Oysaki mezgit en sevdiğim balık! Mısır ununa bulanmış mezgitler, bol tereyağlı tavada kızartılıp sofraya getirildiğinde, bir de yanında marul salatası varsa değmeyin keyfime…
Ne mi kaldı eski günlerden geriye? Anılar, öyküler bir de türküler… Yahya Kemal'in söylemi ile “demir almak günü gelmişse limandan” anılar, sesiz gemiler gibi bilinmeze doğru yol alır; öyküler zamanla unutulur. Ya türküler? Ya yosun kokan deniz türküleri? Onlar da unutulur mu?
Giresun'da kayıklar
Kızlar fındık ayıklar
Sevenler sevdiğini
Gece gündüz sayıklar
Ninna aslanım ninna
Ninna güzelim ninna… (SON) Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.