İnancın içerisinde saklıydı sevgi. İnanmayan insan başkalarını nasıl sevebilir ki…
Şarkıdaki gibi hakikaten de şimdilerde sevgi varya "o bile yalan".
Bırak ikon modayı, enleri. Karın yolları kapattığı bir vakit, yeşil parkaların meşhur olduğu zamanlardı. Yeni yeni olumlu şeyler söylüyordu otuz yedi ekranda, ana haber bültenleri...
Başucumdaki cama yapıştırdığım Gazi Mustafa Kemal Paşa vardı, duvardaki rafa yaslı duran kitabım Kur'an-ı Kerim. Çocuktum. Ramazan harçlığı dedin mi barışırdı ellerim.
Bahçedeki fındık ağaçlarından ayıklanmış kuru odunlar birbirine yaslanır, bağdaş kurulurdu.
Ortaya kibritle tutuşturulmuş bir çıra...
Bizi biz yapan sofraların mimarı bir gazete parçası ile silinirdi sonra.
Sacayağın üzerine konulurdu.
Yoğrulmuş ve mayalanmış hamur ısınan sacın üzerine parça parça dökülürdü tereyağı kıvamındayken.
İki odalı evdeki ahali hatta komşular bile o eşsiz koku ile uyanırdı.
Göz hakları ve komşular derken bir köye yeterdi yapılan hazırlıklar.
Yanında isli demlikle közde sakin sakin demini alan çay ve dahası...
Köydeki evimin çatısına yuva yapan güvercinler bile bize ne düşecek diye sırada bekliyorlardı.
Ramazan heyecanı sarınca en bereketli zamanlarını yaşayan ocaklık ateşi, küslükleri, dargınlıkları unutturup beraberinde yufkalar, tatlılar, helvalar, sironlar getirirdi. Kimseyi ayırmaz, kayırmaz adilce bölüşürdük.
Güzeldi mutluluğun adının kimi zaman bir fetir, kimi zaman bir tencere kavurma, bir yığın yufka ya da közde mısır olması...Sırayla girilen kolonya kokulu teravih namazları, sonrasında kahve kapısında bir muhabbet. Yatmadan tabir yerindeyse gevremek için ateşin başına üşüşürdük.
Kimi tonlarca şey yaşadı da bu sırrın güzelliğine erdi; biraz geç de olsa. Bunun nedeni ocaklık ateşinden çok yokluk içindeki herkesli günlerdi. Şehirlerde yeteri kadarla değil ederi kadarlarla bitirdik bu kültürümüzü. Hep daha fazla isteyerek sıkıntıya ve riske soktuk diğer canlıları, en sonunda kendi türümüzü.
Saçma sapan senaryolu dizilerle böldük kenetlenmiş aile yapılarımızı.
Dosta bile açmaktan korkar olduk evlerimizi, kapılarımızı. Paylaşmayı, paylaşmanın erdemini bırakıp menfaate taptık.
Ayrı düşürdü bizi siyaset, zevkler, tercih fanatizmi. Geriye dönüp bakıyorum da; biz, bize aslında çok haksızlıklar yaptık.
Bir türlü kalabalıkların yarattığı olumsuzluklar, felaketler gitmedi. İşin gerçeği ise daha başkaydı. Lakin çok sonra anladık. Doğalgaz döşeli rezidanslar, manzaralı sitelerin kalorifer petekleri dağ tepesinde bulunan köy evindeki bir ocaklık ateşi etmedi. Kim derdi...
Odunlar küle döndü belki, içimizde ise doğaya, doğala özlem alev alev kaldı...Örümceklere, böceklere, kuşlara bıraktığımız, orada yaşamaktan bazen utandığımız garip köy evlerimiz bir gün geldi, ne gariptir ki; tek sığınağımız oluverdi.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.