Yollar çetin ve zorlu, tedariksiz gidilemez. Hayat kimi için ne zorlukta kimbilir. O zorlu yollarda da olsak bellidir bazılarının yeri; aylar yılları kovalar; inkar edilemez.
Zifiri bir gecede bir peştamal ilişti gözüme, bir de el feneri...
Döndü dolandı bir çam ağacı etrafında.
"Ey gidi Ayşe Ebe Ey” dedi ve uzaklaştı keyfanı.
O gün nasıl dolduysa mürekkep gibi kaleme, kendini yazmaya başladı zihnimde, sen düşün yüksek tepelerin insanlarında nelere karşılıktı şanı.
Evlat can parçası ya da canın en önemli, en değerli yanı. Saçlarına dokunsa bir çalı çırpı, uğruna dünyalar yakılır. Hata da yapsa, yanlış da konuşsa sorarım sana ey kağıt: evlat bu evlat...Evlat nasıl bırakılır…
Sus işareti yapmış tablolu bir koridor hatırlarım. İşte o sus işaretini bize yaşadıklarıyla anlatan hayatlar vardır ya o da bir nevi onların sesiydi. O yıllarda cam kenarlarına konulan radyodan gelen sık sık dinlediği bir türkü gibiydi hikayesi. Doğduğu yerdi Fatsa, Ordu. Lakin bir fark vardı onun kaderinin menderesleri Giresun'da yüksek rakımlı köylere doğru akıyordu.
Hastaydı, çocukken çok sıkıntılar çekti. Doktoru "hasta bu kız, siz bunu bakamazsınız" deyip isteyecekti onu öz ailesinden. Çaresiz boyun büktü on iki çocuklu aile. Kasketini öne eğdi baba, yutkundu keşanlı ana. İmkan ve hayat meselesi deyip çok zor da olsa sustular. Böylelikle önce Ankara, ardından Giresun macerası başlayacaktı.
O da başarılı, mutlu bir evlattı ama bildiği doğrular Ebelik Okulu'nda yıkılacaktı. Anne baba dediği insanların öz ailesi olmadığını öğrenecekti öğrenci Ayşe, bir rivayetten hareketle.
Kimbilir feryadı kaç güne sığmadı da taştı geceye. Bu da onun kaderiydi, içi içini yedi belki ama isyan etmedi, metaneti o günlerden işaretiydi geleceğine.
Bir öğretmene aşkı taşıyacaktı onu adının anıtlaşacağı dağların arasında bir şirin coğrafyaya, Güce'ye.
Dönem yetmişler tabi ne bu kadar imkan, ne bu kadar araba... Hastaneymiş, yolmuş desen sayılıdır kırsalda. Sağlık ocağı görev yeri, hizmette kimi zaman araç var, kimi zaman yok. Bunca güçlüğe rağmen nerde bir hastalık varsa "Ebe Teyze" orada. Araç bulamadığı bir tarih jandarmadan jipi isteyip komutana "Atla bakalım, gidiyoruz" sözü hala bile konuşulur. "Kardan yürümenin imkansız olduğu bir zaman, ev çok yukarıdayken bile "hastanın durumu mühim, bekleyemeyiz" demiş ve erkeklerden önce aşmış tepeyi. Kimi zaman gece vakti çıkmış göreve elinde çanta, belinde yedi altmış beş, haznede hazır mermi.
Şimdi para versen aynı tepelere hem de kış vakti, giden bir elin parmaklarını geçer mi...
Yıkılan Geçit Lokantası yanında üvey ağabeyi eczacılık yapıyorken, ne ilaçlar getirtmiş kasabaya. Durumu olmayanlara beş kuruş ödettirmemiş.
Sokaklarda yatan, evi olmayan, aşı olmayan her devirdeki gibi o devirde de karşımızda. Bir ebenin hepsinde mi iyiliği olur... Kiminin montunu almış, kiminin yemeğini hazırlamış, kimine ablalık, kimine analık etmiş. Kimine kız istemeye bile gitmiş.
"CUMARTESİ GÜNLERİ AÇIKTIR" yazmış evinin kapısına, kimseyi hiçbir vakit geri çevirmemiş.
Kırılmış ama kırmamış, insan temalı çok nasihatler vermiş, birisi hata dahi etse "olsun, düzelir" der güler geçermiş.
Dört evlat annesi, emekliliğinde bile hatırlıyorum, ev ev hasta hasta gezip herkese yardımcı olmaya çalıştı.
Birçok köy onun insanlığı, yardımseverliği ve yol göstericiliği sayesinde sahte sağlıkçılardan arınıp doğru bilgiyle tıbbi tedaviye alıştı.
Geçirdiği rahatsızlıktan sonra yatağa mahkum olan ve son yıllarını bu şekilde geçiren Ebe Teyze'nin evi ve çevresi gelen giden ziyaretçilerle bildiğin insan akınına uğradı.
Hiçbir şeyi olmayan nice insan ona en azından bir karşılık verebilmek, yardımcı olabilmek için yollara düşüp yanına koştular.
Bir filmin sonuna denk geldiyseniz dikkatinizi tek çeken yerdir filmin başları. Cenazesinde yaşlısı, genci, çocuğu hep bir gözden döküldü gözyaşları…
Toplum olarak nitelikli insanları cenaze törenlerinde tanıma huyumuzu bırakamadık. Onlar bizim birleştirici, kaynaştırıcı ve her sorunda arabulucularımızdı. Vicdan muhasebesini bilen, küçük şeyleri büyütmeyen, en önemlisi ise herkese insan gözüyle bakabilen değerlerimizdi. Bizse onlara en azından insan olduklarını hissettirecek kadar bile aynı gözle bakamadık.
Kendi elleriyle diktiği o çam ağacı, her geçişimde yüzüme vurur bu acıklı hikayeyi. Evlatlık yaşamış bir kadının öz anne babasına kavuşturduğu yüzlerce can dolaşıyor memleketimin köşelerinde, çarşısında. Evi ise aynı yerinde, yıllarca görev yaptığı eski sağlık ocağının karşısında.
Belli ki beyaz önlüklü, yüreği kocaman ablamız da insan olabilmenin sırrına ermiş.
Unutmadan sağlık ocağında dinlediği radyodaki en sevdiği türküyü merak etmiş olabilirsiniz. Söyleyeyim:
“Mevlam bir çok dert vermiş, beraber derman vermiş.”
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.