E. Kurmay Albay Ümit Yalım, Ege denizindeki bize ait birçok adanın, Yunanlılar tarafından işgal edildiğini söylüyor. Yalım'a göre, Adalar konusunu en iyi bilenlerden birisi de eski CHP milletvekili Rıza Türmen! Türmen, 1970-1982 yılları arasında yapılan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Konferanslarında Türk Heyeti üyesi! 1973 yılında New York'ta yaapılan Deniz Yatağı Konferansı ile, Venezüella'nın başkenti Karakas'ta yapılan Deniz Hukuku Konferanslarına katılmış. Bu Konferanstaki, Türk Heyetinin Ege denizi ile ilgili tezlerini; Türkiye'nin ısrarlı itirazlarını ve Yunan işgali altında olan 16 adanın da Türkiye Cumhuriyeti'ne ait olduğunu çok iyi biliyor. Albay Ümit Yalım soruyor: Yunanistan'ın işgal ettiği adalarımızla ilgili olarak Türmen'in sesi neden çıkmıyor? Türmen'i susturan birileri mi var? 1996 yılında, İtalya'nın Napoli şehrindeki Güney Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanlığı Karargâhında, bir NATO tatbikatı plânlanıyor. Karargâhta görevli Yunanlı subaylar, tatbikatın Girit adası'nın güneyinde bulunan Gavdos adasında yapılmasını öneriyor. Konu NATO temsilcileri ile Türk Genelkurmay Başkanlığı ve Deniz kuvvetleri temsilcileri arasında görüşülüyor. Türk temsilciler; özellikle de Deniz Kuvvetleri mensubu Kurmay Albaylar, Gavdos adası'nın Türk toprağı olduğunu belirterek, Yunanlı subayların önerisine karşı çıkıyorlar. NATO Karargâhı Türk subaylarının itirazını yerinde bularak Gavdos adasını tatbikattan çıkarıyor! O denizci Kurmay Albaylardan biri şu anda Deniz Kuvvetleri Komutanı olarak görev yapan Murat Bilge ve gemilerimiz Gavdos adasının yakınından bile geçemiyor! E. Kurmay Albay Ümit Yalım, 16 Türk adasının ve 150 kadar kayalığın Yunanistan'ın işgali altında olduğunu bildiriyor. Bu bir iddia değil; bir tespit! Nitekim, geçen yasama döneminde Millî Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, bu konudaki bir soruya verdiği cevapta, dolaylı olarak adaların Yunan işgali altında olduğunu kabul eden şu dramatik cevabı vermişti: “Bu adalar hukuken bize ait!” Yani adalar Yunanistan işgalinde olabilir fakat hukuken bizim! Tam bir kara mizah. Yunanlar son olarak, Muğla'nın Ardıçcık adasını da işgal etmişler! Bu olay, 11 Şubat 2016 tarihinde, karasularımızda tatbikat yapan bir Yunan helikopterinin Muğla'nın Ardıçcık adasına düşmesiyle meydana çıkıyor! Ölen Yunan askerleri için, bize ait bu adada, 9 Mart 2016 tarihinde bir de tören düzenlenmiş! Ardıçcık Adası Büyükada'dan daha büyük! 1943 tarihli İngiliz haritasında bu adanın bize ait olduğu açıkça görülüyor! Yunanistan daha önce işgal ettiği bize ait 16 adaya 17. adayı da eklemiş! Bunlar hep 2004 yılından sonra olmuş! Hani hava sahamızı ihlâl ettiği için Rus uçağını düşürmüştük ya! Ümit Yalım bu konuda da şu dramatik bilgiyi veriyor: Rus uçağının hava sahamızı ihlâlinden bir gün önce Yunanistan'a ait Cougar tipi askerî helikopter, Bodrum bölgesinde Türk hava sahasına 2 mil girerek bir saat süreyle hava sahamızı ihlâl etti. Rus uçağının ihlâline sert tepki gösteren AKP iktidarı Yunan helikopterinin Türk hava sahasını ihlâline her zaman olduğu gibi tepkisiz kaldı! Bu ihlâller hâlen devam etmekte! Evet! Durum bu! Ne var ki, medyanın müthiş bir algı yönetimi çabası ile bu durum gözlerden kaçırılmak isteniyor! Meselâ, 'Ege'de aidiyeti belirlenmemiş 130'dan fazla ada ve kayalık varmış. Kardak kayalıklarının kime ait olduğu belli değilmiş!' şeklinde yayınlar yapılıyor! Bu ifadeleri NTV'de yayınlanan bir belgeselde dinledik. Yunanistan, Türkiye'nin bu sessizliğinden cesaret alarak Ege'yi Yunan gölü hâline getiriyor. Bir zaman gelecek kendi karasularımıza hapsedilmiş olacağız! Her konuda atıp tutmak kolay da iş icraata gelince kıpırdayan yok! Fakat, sadece bu iktidar mı suçlu? Atatürk'ten sonra işbaşına gelen bütün iktidarların bu konuda büyük sorumlulukları var! Ülkemizin Batı ittifakına dahil edilmesinden sonra Türkiye millî reflekslerini büyük ölçüde kaybetmiştir. Bunun çok acı bir örneğini 12 Ada Yunanistan'a verilirken yaşadık! İtalyanların 1911 yılında işgal ettiği 12 Ada'nın, II. Dünya Harbi'nden sonra, bize sorulmadan Yunanistan'a verildiğini ve İnönü yönetiminin buna hiç itiraz etmediğini özellikle hatırlatmak isteriz. Evet! 'MÜTTEFİKİMİZ' İngiltere, bize sormadan On İki Ada'yı Yunanistan'a verdi! 12 Ada, 1912 yılında, Uşi Antlaşması ile İtalyanlara bırakılmıştı. II. Dünya Harbi sırasında bu defa adaları Almanlar işgal etmiş fakat savaşı kaybedeceklerini anlayınca, Hitler adaları Türkiye'ye teklif etmişti. Emekli Orgeneral Suat Bilge'nin bir makalesinde belirttiğine göre, daha sonra Stalin'in, 'Türkiye'ye yakın olan adaların Türkiye'ye verilmesi' önerilerine kayıtsız kalınmış (Cumhuriyet, 18 Şubat 1996)! 1943 yılı Kasım sonlarında yapılan Tahran Konferansı'nda, Roosevelt'in bile 'Girit'in ve On iki Ada'nın Türkiye'ye ait olması gerektiğini çünkü bunların Türkiye'ye çok yakın olduğunu belirttiğini' de hatırlatalım (Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 1546)! 1911 yılında, İtalya bu adaları bizden gasp etmişti. Bu adaların eski sahibi bizdik ve bize iade edilmeliydi. Millî menfaatlerimizin korunmasındaki bu acziyetin temel sebebi, Batı ile kurulan ittifak ilişkileridir. Türkiye, bu ittifak içinde millî reflekslerini büyük ölçüde kaybetmiştir. Sovyet düşmanlığı ile bölgede yalnızlaşan Türkiye, Batı'nın kaprisleriyle, telkinleriyle, baskılarıyla hareket etmek durumunda kalmaktadır. Avrupa Birliği üyeliği tezgâhı da, millî refleks kaybının önemli bir sebebidir. Avrupa Birliği'ne üye yapılmayacağımız kesin olduğu ve bu çok iyi bilindiği hâlde, bu bağımlılık ilişkileri sürdürülmektedir! Şimdi bir de, Sultan Abdülhamid dönemindeki millî hassasiyete, Abdülhamid'in 12 yıl Genel Sekreterliğini yapan Tahsin Paşa'nın hatıralarından bir örnek verelim: “Almanya İmparatoru donanmaya büyük ehemmiyet veriyordu. Müstakbel bir harpte Alman gemilerinin kömür ihtiyacını karşılamak için uzak denizlerde kömür depoları aramakta idi. Bu meyanda Yemen açıklarında bulunan boş bir adayı Zât-ı şahaneden istediler. Alman Büyükelçisi Baron Marshall bunun için Bâbıâli'ye müteaddit müracaatlarda bulunduğu gibi, bir gün, Cuma selâmlığından sonra huzur-ı şahaneye girerek, “Bahr-ı Ahmer de Alman gemileri için kömür tedarikinin müşkül olduğunu ve imparator'un Hudeyde civarındaki boş bir adayı kömür deposu olmak üzere Almanya'ya terk ve tahsisine müsaade buyuracaklarına inandıklarını Zât-ı şahane'nin dostluğundan ümit etmekte bulunduğunu” söyledi. Hünkâr bunun üzerine hemen o gün beni çağırarak: “Yemen Valisi Feyzi Paşa'ya şimdi bir telgraf çekiniz o adaya kâfi miktar asker göndersin, lâzım gelen tesisat-ı askeriye yapılsın ve en kısa zaman zarfında bildirsin” dedi. İradeyi tebliğ ettim. İki gün sonra Feyzi Paşa'dan istenilen cevabı aldık. Ve Baron Marshall'a da Hudeyde civarında öyle boş bir ada bulunmadığını ve yalnız bir tek ada mevcut olup onun da askerî mevki olduğunu Hariciye Nazırı marifetiyle söylettik. Alman Büyükelçisi Baron Marshall bir askerî bir mevkiinin tahliyesi ile Almanlara tahsisini isteyecek kadar ileri gidemedi. Sultan Abdülhamid'e Almancı derler! Boş bir adayı bile Almanlara vermiyor! Sultan Abdülhamid, “Türk unsurunu kuvvetlendirmeğe dikkat etmeliyiz” diyordu; günümüzün bir kısım Abdülhamid hayranları Türklüğü anayasadan çıkarma gayreti içindeler! İstanbul'un fethi kutlandı! Tabiî ki, kutlanmalı! Fakat millî bayramlar da kutlanmalı ve İstanbul'un 6 Ekim 1922'deki II. fethi de hatırlanmalı. Ayrıca, İstanbul'u Türklerin fethettiği; Osmanlı'nın bir 'Hanedan İsmi'; Fatih'in bir Türk İmparatoru; Osmanlı Devleti'nin de bir Türk Devleti olduğu unutmamalı! 'İstanbul'un fethi' kutlandı ya; aklımıza, sayın Cumhurbaşkanımızın Belediye Başkanlığı döneminde, onun önsözü ile yayınlanan İstanbul Ansiklopedisi'nde yer alan, Fatih'in yaşadığı bir olay geldi. Fatih, Fetih'ten sonra şehri gezerken bir inilti duyar. Ses bir mahzenden gelmektedir. Sesin sahibi huzura getirilir. Fatih adama, niçin mahzende tutulduğunu sorar. Adam “Müneccim olduğunu, kendisine şehrin Türkler tarafından alınıp alınamayacağı sorulduğunda, Türklerin bu şehri alacaklarını söylediği için zindana atıldığını söyler.” Fatih sorar: “Peki, bu topraklar Türklerin elinden çıkacak mı?” Müneccim: “Bu topraklar harple Türklerin elinden çıkmayacak. Sizden sonra buralar yabancılara satılacak ve o şekilde Türklerin elinden çıkacak” der. Bunun üzerine Fatih bir vasiyetname yazdırır. O vasiyetin sonu şöyle: “İstanbul'da fethettiğim yerleri yabancılara satanlar Allah'ın gazabına uğrasınlar!” Fatih, İstanbul'un bu hâle getirileceğini bilseydi; o çirkin gökdelenleri yapanlarla; bunlara izin verenleri de vasiyetine eklemez miydi? Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Makale Yazısı-
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.