Vahdettin yine gündemde! Mustafa Kemal Paşa'yı “Git ülkeyi kurtar” diye Anadolu'ya o göndermiş! Sevr imzalanmamış! Mustafa Kemal Paşa 'İngilizlerin adamıymış!' Ne yazık ki, bu zırvalar televizyon ekranlarında tartışılıyor! Mustafa Kemal Paşa'yı Anadolu'ya gönderen tabiî ki, Vahdettin'di çünkü devletin başında o vardı. Ne var ki, gönderiliş amacı 'halkı örgütleyerek işgalcileri kovmak değil; direniş durdurulamadığı taktirde ülkenin tamamının elden gideceği' korkusuydu! Anadolu insanına 'işgalcilere direnmemeyi tavsiye eden' Heyet-i Nasıha'yı başka nasıl izah edebiliriz? 'Sevr imzalanmadı' zırvasına gelince; 1- 22 Temmuz 1920'de, sarayda Padişah Vahdettin'in başkanlığında toplanan 50 civarında Kabine üyesi, asker, sivil ve din adamı tarafından Antlaşma tartışılmış ve oylanarak, imzalanmasına karar verilmiştir. 2- Bu oylamadan sonra, Antlaşma, Damat Ferit Paşa Hükümetince görevlendirilen Hâdi Paşa Başkanlığındaki, Rıza Tevfik Bölükbaşı ve Bern Büyükelçisi Reşat Hâlis Bey'den ibaret heyet tarafından 10 Ağustos 1920'de, Paris'te imzalanmıştır. 3- Bunun üzerine, Kâzım Karabekir Paşa, 16.8.1920 tarihinde Meclis Başkanlığına başvurarak, “Şûrayı Saltanat'ta Türkiye'nin hayat ve mevcudiyetini söndüren bu zulüm muahedesinin imza edilmesine karar ve rey veren esâmîsi mâlûm şahısların ve muahedenameye imza koyanların ihâneti vataniye ile itham olunması ve haklarında hükmü gıyabî verilmesini ve bu vatansızların isimlerinin her yerde lânetle yâd edilmesinin ilân ve tamim olunmasını” teklif etmiştir (“İstiklâl Harbimiz”, s. 795)! 4- Kâzım Karabekir Paşa'nın bu başvurusu üzerine Millet Meclisi, 19.8.1920 tarihli toplantısında, 'Sevr anlaşması'nı imza edenlerle, anlaşmanın kabulü için yapılan tartışmada oy veren Saltanat Meclisi üyelerini vatan hâini olarak kabul eden' kararı almıştır (Turgut Özbay, “Lozan'dan Sevr'e Türkiye” s. 73)! Atatürk'ün, T.B.M.M'de, 5.3.l921 tarihinde yaptığı bir konuşma ile, “Şûrayı Saltanatta Sevr muahedesini Zâtı Şâhane bizzat ayağa kalkmak suretiyle kabul etmiştir” sözleriyle âdeta tarihe not düştüğünü de belirtelim (Kâzım Öztürk, “Atatürk'ün Meclis Konuşmaları”, s. 518)! Atatürk'e ve Kâzım Karabekir Paşa'ya inanmayanlar varsa, işbirlikçilerin muteber isimlerinden Ali Kemal'in söylediklerine bir bakalım: “Hükümet ölçmüş biçmiş, uygun görmüş, Sevr anlaşmasını imzalamış. Size ne oluyor a zırzoplar? Beyhude yere kan dökmenin âlemi var mı?” (Turgut Özakman, “Şu Çılgın Türkler”, s. 36)! Sevr Antlaşması imzalandı imzalanmasına da, uygulanmasına güçleri yetmedi! Bir başka densizlik de, birtakım 'işbirlikçilerin', Atatürk'ün 'İngilizlerle işbirliği içinde olduğu' iftirasıdır. İstiklâl Harbi'ne katılan fakat daha sonra Atatürk'le yolları ayrılan Halide Edip Adıvar'ın bizzat yaşadığı bir hadise, bu çirkin iftiranın sahiplerine verilecek en güzel cevaptır. 1920 baharında, İngiliz gazetelerinde, bir devlet adamının “Türkler kuvvete boyun eğer” biçiminde, Türkleri aşağılayan bir demeci çıkmıştır. Halide Edip, bu demeci çevirip Mustafa Kemal'e sunar. Hikâyenin gerisini Halide Edip şöyle anlatıyor: “Mustafa Kemal Paşa, hiçbir zaman bu kadar öfkelenmemişti. Âdeta sesi kısıldı. Bizim de onlar derecesinde olduğumuzu bir gün anlayacaklarını ve bize baş eğeceklerini söyledikten sonra, en son insanına kadar onların uygarlıklarını parçalamak için can vereceğimizi ekledi. Bana öyle geldi ki, bütün onurumuz, Mustafa Kemal Paşa'nın bu deyişinde ve sesinde dile geliyordu” (Doğan Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, Cilt I, s. XIV). Diğer taraftan, Atatürk'ü öldürmekle görevli bir İngiliz ajanı olan Hintli Müslüman Mustafa Sagir'in, İngiliz casusu olduğunun anlaşılması sebebiyle, İngilizlerin Ankara Hükümetine büyük baskılar yapmalarına rağmen, 1921 yılında Ankara'da idam edildiğini de belirtelim! Mustafa Sagir sorgusunda şunları itiraf etmişti: “Lawrence, Osmanlı İmparatorluğu'nu altınlarıyla yıkmıştı! İngilizler beni de millî hükümeti tabanca ile ortadan kaldırmakla görevlendirdiler. Maksadım Mustafa Kemal Paşa'yı öldürmekti” (Kılıç Ali Bey, “İstiklâl Mahkemesi Hatıraları”, s. 102). Falih Rıfkı Atay'ın, “Kuvay-ı Milliye devrinde İngiliz entelijansı adına 'hareketin başından ayrılmak şartıyla' Mustafa Kemal'e büyük bir para ve İtalya'da bir villa vaad edildiğini” yazdığını da belirtelim (“Çankaya” s. 454)! Yakup Kadri, Atatürk'te mevcut olan Türklük şuûrunu şöyle tasvir eder: “O, Türk Milleti'nin daima tetikte, uyanık şuûru idi. Türk Milleti, onda tek bir adam hâline inkılâp etmişti. Bütün duygululuğu, bütün dehâsı, bütün enerjisi millî faziletlerimizin bir hülâsası gibiydi. Öyle ki, Türk Milleti'nin mânevî vasıflarını incelemek isteyen herhangi bir ecnebi tetkikçi, Atatürk'ün şahsında bu vasıfların bütün karakterlerini toplanmış bulabilirdi.” Daha, Adana'daki Ordu Komutanlığı görevinden ayrılmadan, Mondros Mütarekesi ile nasıl bir felâkete imza atılmış olduğunu ilk fark eden ve mütarekeyi kıyasıya eleştiren O'dur. Mustafa Kemal Paşa, Ahmet İzzet Paşa Hükümetini, İngiltere'ye karşı teslimiyetçi olunmaması konusunda da uyarır: “İngilizlerin her dediklerine boyun eğecek olursak, ihtiraslarının önüne geçmeğe imkân olmayacaktır” der (Sabahattin Selek, “Anadolu İhtilâli”, s. 169). Mütarekeden sonra, Mustafa Kemal Paşa, Ordu Grup Komutanlığını Liman von Sanders'ten teslim almak üzere Adana'daki karargâha gider. Mareşal Sanders, veda toplantısında geçmişteki silâh arkadaşlarını öven bir konuşma yapar ve konuşmasını “Bizim için artık her şey bitti” diye bitirir. Mustafa Kemal Paşa'nın cevabı şudur: “Harp müttefikimiz için bitmiş olabilir ama bizi ilgilendiren harp, İstiklâl Harbimiz ancak şimdi başlıyor” (Kinros, “Atatürk”, s. 211)! Fazla örneğe gerek yok; Atatürk'ün emperyalistlere karşı tavrı bellidir. Cumhuriyetimizin kurucusuna bu çirkin iftiraları atanların da emperyalistlerle ilişkileri bellidir! Şunu iyi bilelim ki, Atatürk'e saldıranların asıl hedefi, Türklüktür, Türk Milleti'dir; Büyük Kurtarıcı'nın 'Türk' adı ile kurduğu bu kutsal devlettir. MHP'nin muhteşem Adana mitingi, milletimizin bu şer cephesine önemli bir ikazı olarak değerlendirilmelidir. * AKP hükümetinin Suriye siyaseti iflâs etmiştir. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın, “İsrail ve Amerika tarafında olanlardan olmayacağız” diyerek, Suriye'ye desteğini açıklaması iktidarı iyice panikletmiştir. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ'ın, Lübnan Hizbullah'ına 'Şeytanın Fırkası' diyerek saldırmasını başka nasıl izah edebiliriz? Şu işe bakın ki, İsrail'e karşı direnen Suriye'den sonra, şimdi de, 2006 yılında Lübnan'a saldıran İsrail'e büyük bir yenilgi tattıran Hizbullah da düşman ilân edilmiştir! Bu nasıl 'İslâmcı' siyasettir? Adana'da Suriye rejimine muhalif militanların kaldığı bir evde öldürücü etkisi olduğu bilinen Sarin gazı ele geçirildi. Bakalım bunu nasıl açıklayacaklar? Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Makale Yazısı-
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.