Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ün ölmeden önce, vasiyetini yazdırdığı gün, dış siyaset konusunda şu direktifi verdiğini belirtir: “Bizim şimdiye kadar izlediğimiz açık, dürüst ve barışçı politika memlekete çok yararlı olmuştur. Arkadaşlar da buna alıştılar. Ger-çek ve hayatî zorunluluklar dışında bu politikamız devam eder gider” (“Atatürk'ten Hatıralar”, s. 718). Zekeriya Sertel de, Celâl Bayar ve Tevfik Rüştü Aras'ı kaynak göstererek, son günlerinde Atatürk'ün, şu tavsiyeyi yaptığını yazmaktadır: “Sovyetler Birliği'ne karşı aslâ bir saldırı politikası gütmeyeceksiniz. Doğrudan doğruya, ya da dolaylı olarak Sovyetlere yöneltil-miş herhangi bir antlaşmaya girmeyecek ve böyle bir anlaşmaya imza koymayacaksınız” (Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 1478). Almanya da Türkiye'nin tarafsız kalmasını istemekteydi. Nitekim, Almanya Dışişleri Bakanı, 27 Nisan 1939'da, Dışişleri Bakanımız Şükrü Saraçoğlu'na şu uyarıyı yapar: “Türkiye'nin tarafsız kalmasını kabul edebiliriz. Bu yüzden, Türkiye'ye askerî bakımdan yardım etmeye hazırız. Ancak Türkiye, tarafsızlıktan ayrılma politikası güderse, bu, fena sonuçlar doğurabilir” (Doğan Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s.1482). Türkiye, Almanya'nın bu uyarısına aldırış etmez! 12 Mayıs'ta, Türkiye-İngiltere deklârasyonu ilân edilir! 23 Haziran'da Fransa ile de bir deklârasyon yayınlanır. Almanya, buna tepki gösterir. Türkiye'ye açtığı krediyi keser, ağır top ve denizaltı gibi Türk siparişlerini durdurur. 1 Eylül 1939'da Almanya'nın Polonya'yı işgali ile II. Dünya Harbi başlar. 3 Eylül tarihinde, İngiltere ve Fransa Almanya'ya harp ilân ederler. Buna rağmen Türkiye, 19 Ekim 1939 tarihinde, İngiltere ve Fransa ile ittifak imzalayarak Avrupa'da başlayan bu savaşın bir tarafı hâline gelir! Türkiye'nin, tarafsızlığını terk ederek, böyle bir ittifaka girmesinin hiçbir haklı nedeni yoktur. İsmet Paşa'nın bu 'basiretli' dış politikası yüzünden, Almanya Balkanlara inince paçamız tutuşur! Türkiye bir taraftan İngiltere ve Fransa ile ittifak yaparken, diğer taraftan, daha sonra, Almanlar Balkanlara inince, 1941 yılı baharında, onlarla da bir saldırmazlık paktı imzalayacaktır! Prof. Niyazi Berkes'in belirttiğine göre, Alman ordularının Kafkaslara doğru ilerlediği ve Stalingrad'ın düşmesinin beklendiği belirsiz durumda, Türkiye'deki anti-Sovyet propaganda en yüksek doruğuna ulaşır ( “Unutulan Yıllar”, s. 294). Alman Büyükelçisi von Papen, Rusya seferinde, Türkiye'yi Almanya'nın peşinden sürüklemek için Turan kozunu büyük bir ustalıkla kullanır. Hâlbuki, Almanya emperyalist amaçlar gütmektedir ve bu da normaldir; fakat ne yazık ki, devletimizi yönetenler, 'I. Dünya Harbi'nden ders almayarak', Türk-Sovyet dostluğunun bozulması pahasına, emperyalist Almanya'nın oyunlarına bir kez daha kanacaklardır. Almanya'nın amacı, Rusya Türkleri üzerinde doğrudan bir Alman yönetimi kurmaktır; Başbakan Şükrü Saraçoğlu'nun hayali ise Rusya'da bir Türk-Nazi yönetimi kurulmasıdır (Avcıoğlu, age. s. 1526)! 'Kafkasya'yı almayı, Bakû'ya kadar gitmeyi' hayal eden 'Turancı' İsmet Paşa, şartlar değişince, milliyetçileri, 'Vicdansız Fesatçılar' olarak suçlayacak; 1944 yılındaki Turancı tutuklamalarından sonra, ilişkileri yumuşatmak amacıyla, Sovyet diplomatları Pavlof ve Kornilof'u serbest bıraktıracaktır! Bu iki Rus diplomatı 1942 yılında von Papen'e suikast düzenlemekten dolayı, İstan-bul'daki Rus Konsolosluğu bir tabur askerle kuşatı-larak alınmış ve yargılanarak mahkûm edilmişlerdi! (Avcıoğlu, age. s. 1566). Hani, 'Sovyet Tehdidi' derler ya; Türkiye'yi bu ittifaka sürükleyen İsmet Paşa, o tarihlerde Rusya hakkında şu düşündürücü tespiti yapmaktadır: “Sovyet Rusya, o koşullar içinde bir saldırı niyeti taşıyamazdı. Daha çok, kendisini garanti altına almaya çalışıyordu” (Avcıoğlu, age. s. 1701). Görüldüğü gibi, o tarihlerde herhangi bir Sovyet tehdidinin söz konusu olmadığını bizzat İsmet Paşa itiraf etmektedir. II. Dünya Harbi'nin bitmesinden sonra Sovyetlerin bizden toprak talep ettiği iddia edilir ki, bu da kocaman bir yalandır. E. Büyükelçi Onur Öymen, bu konuda şu değerlendirmeyi yapıyor: “7 Haziran l945 tarihinde Türkiye'nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper'i davet eden Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov, Doğu'daki Türk-Sovyet sınırında değişiklik ve Montrö sözleşmesine yönelik taleplerini dile getirir. Sarper, Ankara'dan talimat almaya bile ihtiyaç duymadan Sovyet taleplerini reddeder” (“Çıkış Yolu”, s. 361)! Sovyetler, 8 Ağustos 1946'da bize bir nota verirler. Bu nota ile, Potsdam Konferasında kararlaştırıldığı gibi, Montreux (Montrö) Sözleşmesi'nin öngörülen değişiklik isteme süresi geldiğinden, isteklerini resmî yazıya dökerler. Sovyet notası, 'bilinenin aksine' sınır düzeltmesi, Kars ve Ardahan konularında bir şey demez! Boğaz rejiminin, 1921 Rus-Türk Antlaşması'nda öngörülen biçimde, Karadeniz'de kıyısı bulunan devletlerce düzenlenmesini ve Boğazların ortak savunulmasını ister. Bu ilk notanın reddi üzerine, Sovyetler 24 Eylül 1946'da ikinci notayı verirler; “Önerilerimizi kabul etmeseniz de, birlikte inceleyelim” demeye getiren bu Sovyet notasında, Türkiye'nin, Boğazları Angloamerikanlarla birlikte Rusya'ya karşı kullanması korkusu belirtilir ( Avcıoğlu, age. s. 1577, 1581). Bu iki Sovyet notasından da anlaşılacağı gibi, Sovyetlerin talepleri sadece boğazlarla ilgilidir! Prof. Niyazi Berkes'in belirttiğine göre, “Amerika Devlet Başkanı Truman'ın gönlünde de, Boğazları askerden tecrit etmek ya da uluslararası bölge yapmak yatmaktadır. Fakat Amerika'nın böyle bir tezi olduğu Türk halkına hiç duyurulmamıştır” (“Unutulan Yıllar”, s. 341)! Savaştan sonra, Sovyetlerin bütün arzusu, yeniden Atatürk dönemindeki dostluk ilişkilerine dönülmesiydi. Fakat İnönü yönetiminin amacı 'Küçük Amerika' olmaktı! Ve Türkiye, ilki 17 Şubat 1945'te imzalanan İkili Antlaşmalarla; daha sonra da NATO ile Amerika'ya sıkı sıkıya bağlanır. Demokrat Parti'nin kurucularından Prof. Fuat Köprülü'nün, 1946 yılı Ağustos ayında, bir Amerikan gazetesine verdiği demeçte, Sovyet Tehdidi konusunda, 'Türkiye için bir tehlike olmadığını, hükümetin iktidarda kalmak için bunu yaydığını' açıkladığını belirtelim (Berkes, “Unutulan Yıllar”, s.318)! Bugün, bu aşağılık, bu utanç verici ve bize çok büyük bedellere mal olan Amerika vesayetinden kurtularak, Atatürk döneminde olduğu gibi, başta Rusya olmak üzere, komşu devletlerle dostluk ilişkilerimizi geliştirmek için en uygun şartlara sahibiz. Amerika'nın, 15 Temmuz darbe girişiminde suçüstü yakalanması ve bu nedenle kamuoyunda gelişen Amerika karşıtlığı iyi yönetilebilirse bu vesayet çarklarını kırabiliriz. Batı'dan, NATO'dan ve AB'den kurtulmanın tam zamanıdır. Amerikancılar nasıl da korkuyorlar! Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Makale Yazısı-
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.