Ruslar tarafından kurulan Nazilli basma fabrikası, bizzat Atatürk'ün katıldığı bir törenle, 9 Ekim 1937 tarihinde açılmıştır. Fabrika 1938'de 9 milyon metre basma, 145 ton iplik üretir. Üretim bir yıl sonra 12 milyon metre basma, 3407 ton ipliğe çıkar. 10. yılın sonunda basma üretimi 20 milyon metreye, iplik üretimi 2 bin 800 tona ulaşır. 1974 yılında elde ettiği 71.5 milyon liralık kârla, Türkiye'nin en büyük 100 işletmesi arasına girer!
Ne var ki, Türkiye'nin Batı'nın yörüngesinde kalmasını arzulayan 'görünmeyen eller', bu gerçeklerin bilinmesini engellemektedirler! Çünkü, en büyük korkuları Rusya ile, yeniden eski günlere dönülmesidir! Hâlbuki, Türkiye ancak, başta Rusya olmak üzere, Bölge Devletleriyle, Atatürk'ün kurduğu dostluk ilişkilerini canlandırmak ve bu devletlerle Stratejik Ortaklıklar kurmak suretiyle Batı'nın vesayetini kırabilir. Bugün, Türkiye İttifakını ortaya atanlar, acaba bu gerçeklerin ne kadar farkındadırlar! Böyle bir ittifakın kurulması son derece yararlıdır. Fakat bu ittifakın başarılı olabilmesi için, önce yakın tarihimizin bu gerçeklerinin çok iyi bilinmesi gereklidir. Çünkü, Soğuk Harp Dönemi'nin Batı Hayranlığını ve kafalara yerleştirilen ve bugün de bir hayli taraftarı olduğunu bildiğimiz, 'Amerika Dost-Sovyetler Düşman' önyargısını, başka türlü yıkmak mümkün değildir.
ESAM Vakfı'nın 2014 yılında, I. Dünya Harbi'nin Yüzüncü Yılı nedeniyle düzenlediği bir sempozyumda bir sunum yapan, eski Meclis Başkanlarımızdan Cemil Çiçek'in yaptığı şu sathî tahlil, bu önyargının ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir:
“Rusya'da Çarlık tarihe karışmış ve 20. yüzyılda insanlığın başına belâ olacak Komünistler iktidara gelerek, Sovyetler Birliği'ni kurmuşlardır!”
Ne yazık ki, Soğuk Harp Döneminde zihinlere ekilen bu önyargılar, Milliyetçi, İslâmcı, Liberal ve hattâ Atatürkçü kesimlerde bile son derece yaygındır.
Dünyanın ve bizim başımıza belâ olan, sayın Cemil Çiçek'in zannettiği gibi, Sovyetler Birliği değil, Kapitalist-Emperyalist sistemdir!
İngiltere ile imzalanan 1838 tarihli Serbest Ticaret Antlaşması'ndan bu yana, bizi sömüren Batı'dır! Biz bu gaddar sömürüden, bizim muhafazakâr ve liberal kesimlerin pek sevmediği Atatürk'ün; Sovyetler Birliği'nin yardımlarıyla uyguladığı, Plânlı Karma Ekonomi Modeli ile kurtulduk! Ne var ki, Sovyet Tehdidi yalanları ile, bu ülke yeniden Batı Emperyalizminin vesayetine sokulduktan sonra, aynı sömürünün daha da katmerlisini yaşamaktayız!
Şu işe bakınız ki, hâlâ daha, kimin 'belâ' olduğunu kavrayabilmiş değiliz! Dünyayı kan gölüne çeviren, Sovyetler Birliği değil, “Tek Dünya Devleti” sapkınlığına kendini kaptırmış Batı Emperyalizminin doymak bilmez iştahıdır. Dün Çin'de, Hindistan'da, Afrika ülkelerinde ve Vietnam'da yaşananların; günümüzde Afganistan'da, Irak'ta, Libya'da ve son olarak da Suriye'de yaşanan vahşetin 'kahramanı' Batı Emperyalizmi değil midir?
Hâlâ daha, başımıza ne geldiyse, Batı İttifakı içinde bulunmamız sebebiyle geldiğinin idrak edilememesi ne hazin.
ATATÜRK'ÜN VASİYETİNE İHANET EDİLDİ!
Atatürk ölene kadar, Sovyetler Birliği ile ilişkilerimiz, iki devletin sistemleri ayrı olmakla birlikte, karşılıklı saygıya dayalı olarak düzenli bir şekilde devam etmiştir. Prof. Mehmet Gönlübol'un belirttiğine göre, İngiltere, Atatürk döneminde Türkiye'yi Moskova'dan uzaklaştırmak için, iktisadî boykot mahiyetini taşıyan malî tedbirler almış ve bu tedbirleri bir baskı aracı olarak kullanmıştır. Fakat İngiltere'nin bu baskısı Türk-Sovyet münasebetlerini bozamamış, aksine bu iki devletin daha fazla yakınlaşmasına sebep olmuştur (“Atatürk ve Türkiye'nin Dış Politikası”, s. 72).
Doğan Avcıoğlu da, Atatürk'ün dış siyasetini şöyle özetliyor: “Atatürk, 'Rusya Düşman, İngiltere Koruyucu' biçimindeki Tanzimat politikasının, bir emperyalizmden kaçarken, daha zorlu bir emperyalizmin ağına düşmek olduğunu görmüştür. Bu nedenle bütün yakınlarına ısrarla şu tavsiyede bulunmuştur 'Politikamız, bir daha bu iki milleti (Türkiye ile Rusya'yı) karşı karşıya getirmemektir. Bu anlayışla, geleneksel düşman Rusya ve Yunanistan ile ve bütün ülkelerle güvenli dostluk ilişkileri kurar. Ne Rusya ile, ne de İngiltere ile bağlayıcı bir ittifaka yanaşır. Bloklar dışı barış politikası izler. Balkanlar'da ve Orta Doğu'da tarafsız barış bölgesi kurmaya çalışır. İkinci Dünya Harbi'ni kaçınılmaz görünce de 'Benim dış politikamdan ayrılmayın' vasiyetini yapar” (“Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 1697).
Ne var ki, Millî Şef İsmet Paşa Döneminde, -Türkiye açık bir savaş tehlikesi ile karşı karşıya bulunmadığı hâlde-, 12 Mayıs 1939'da Türkiye-İngiltere; 23 Haziran'da da, Türkiye-Fransa Antlaşması birer ortak bildiri ile açıklanacaktır! Hâlbuki, Fransa'nın hiçbir savaş gücü bulunmadığı Atatürk tarafından ifade edilmekteydi! Nitekim, Fransız ordusu, Hitler ordularına karşı en küçük bir direniş bile gösteremeyecektir!
Ne yazık ki, Millî Şef yönetimi, Almanya'nın 3 Eylül 1939 tarihinde Polonya'yı işgalinden sonra, Hitler'in bize yaptığı, 'tarafsız kalmanızı kabul edebiliriz' uyarısına rağmen, 19 Ekim 1939 tarihinde, İngiltere ve Fransa ile Üçlü İttifak imzalayacaktır!
Ne var ki, Almanlar Bulgaristan sınırımıza dayandıklarında, bu kez de, 18 Haziran 1941 tarihinde Almanya ile, Türk-Alman Saldırmazlık Paktı imzalanacak; bu anlaşmadan 4 gün sonra da Almanya Sovyetlere saldıracaktır!
Almanların Rusya topraklarında ilerlemeye başlaması ile birlikte, bu defa da, Millî Şefimiz; Başbakan Şükrü Saracoğlu ile birlikte, Turan hayâlleri kuracaktır!
Alpaslan Türkeş de bunu doğrulamakta; “1944 Milliyetçilik Olayı” adlı kitabında “O günün devleti her alanda ırkçı bir tutum içindeydi. 3 Mayıs 1944'e kadar, Türkiye, Turancılığı ve Irkçılığı iç politikada geniş ölçüde uygulamaya çalışmış ve bu yönde telkin ve propaganda mahiyetini taşıyan resmî yayınlar ve demeçler geniş ölçüde yer almıştır” demektedir (Prof. Niyazi Berkes, “Unutulan Yıllar”, s. 285).
Cemal Granda'nın, İsmet Paşa'nın Cumhurbaşkanlığı sırasında, Savarona yatında çalıştığı günlere ait, Alpaslan Türkeş'i doğrulayan bir hatırası var ki, aynı zamanda, Atatürk'ten sonra, devletimize hâkim olan gafletin çok hazin bir örneğidir.
İsmet Paşa bir gece, Savarona yatında, konuklarıyla sohbet etmektedir. Yatmadan önce hava almak için güverteye çıkan Cemal Granda, istemeden şahit olduğu bir diyaloğu şöyle anlatır: “İsmet Paşa, genç kurmay subaya sorar: 'Almanlarla harp edersek muvaffak olur muyuz?' Subay düşünmeden şu cevabı verir: 'Paşam, bizi Trakya'da yenerler. Fakat Anadolu'da başlarına belâ oluruz!' Bunun üzerine İsmet Paşa,'Yaa' diyerek başlar kendi anlatmaya; 'Şimdi Almanlar hızla ilerliyorlar. Bu durum karşısında Ruslar bir buçuk ayda yenilirler. Bu bizim için de büyük kazanç olur. Kafkasları alırız. Türkiye'nin nüfusu da 38 milyon olur. Aynı zamanda Bakû petrollerine de kavuşuruz!' İnönü sevinç içindedir. Kabına sığamıyor, âdeta gelecekteki Türkiye'yi yaşar gibi oluyordu. Bu sırada yanında bulunan Amiral Şükrü Okan'a dönerek: 'Rus donanmasına ne olur?' deyince: 'Paşam, Beykoz önlerine demirler, gemilerin kamalarını alır, savaşın sonunu bekleriz' karşılığını alır. Bu arada, yatta bulunan Orgeneral Fahrettin Altay, 'Paşam, İran savaşa girer mi?' diye sorunca ona şu cevabı verir: 'İran'a harp yok'” (“Atatürk'ün Uşağının Gizli Defteri”, s. 388)!
Tabiî bütün bunlardan Rusların da haberi olacaktır! 7 Kasım 1945'de süresi biten anlaşmayı uzatmamalarının önemli bir nedeni de budur.
Bir de, 1942 yılında, von Papen'e suikast düzenlemekten dolayı, Sovyet diplomatları Pavlof ve Kornilof'un, İstanbul'daki Rus Konsolosluğu bir tabur askerle kuşatılmak suretiyle alınarak, yargılanıp, mahkûm edilmeleri hadisesi var! 1944 yılında, Almanya'nın yenilgisi kesinleşince bu iki Sovyet diplomatı serbest bırakılacaktır ( “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 1566)!
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.