Ahmet Cevdet Paşa'nın şu meşhur sözünü zaman zaman hatırlatırız: “Siyaset işlerinde maharet ancak tecrübe ile olur. Her şeyi tecrübe etmeye insan ömrü yeterli ve bir asrın tecrübesi kâfi değildir. Arif olanlar, her şeyi nefsinde tecrübeye kalkışmayarak, içi ibret, nasihat ve tecrübelerle dolu olan tarih okurlar!”
Çinli büyük askerî strateji ustası Sun Tzu da şöyle der: “Eğer düşmanını ve kendini biliyorsan, yüz savaşın neticesinden korkmamalısın. Eğer kendini biliyor, fakat düşmanını tanımıyorsan, iki savaştan birini kazanabilirsin. Eğer hem kendini hem de düşmanını tanımıyorsan her savaşta yenilirsin!”
Kendimizi bilmek yani tanımak için, tarihimiz iyi bilinmelidir. Fakat bilmemiz gereken tarihçilerimizin yazmadıkları tarihtir! Çünkü, yazılı tarihte çok büyük tahrifat var. Ancak, şunu da belirtelim ki, sadece tarihte yaşayanların, bir gözü kör bir insandan; tarihi hiç kaale almayanlarınsa iki gözü kör bir insandan farklarının olmayacağı da bilinmelidir.
Osmanlı'nın nasıl yıkıldığını; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne nasıl ulaşıldığını bilenler, Cumhuriyete neden dört elle sarılmamız gerektiğini daha iyi anlayacaklardır. Bu kavrayışa sahip olamayanların, ülkemiz üzerinde hesapları olan dış güçlerin oyuncağı durumuna gelmelerinin kaçınılmaz olacağı da iyi bilinmelidir!
Bugün ülkemizde, Osmanlı'yı tanımadan 'Yeni Osmanlı' hayâlleri kuranlar var!
Yeni Osmanlıcılığın nasıl bir ham hayâl olduğunu anlamak için, yakın tarihimize bakmak yeterlidir. Batı'nın ezici, kahredici baskısı altında bunalan Osmanlı aydınları, Osmanlı'nın bir şekilde yaşamasını sağlamak için, önce Osmanlıcılığa; yani Osmanlı'da yaşayan bütün Hıristiyan ve Müslüman unsurları Osmanlılık kimliği altında birleştirmek anlayışına sarılmışlardı. Ancak, imtiyazlı Rumların, Teba-yı Sadıka olarak bakılan Ermenilerin ve diğer Balkan Milletlerinin kendi kimlikleriyle devletler kurma mücadeleleri önlenememişti! Bu defa, Müslüman unsurların birliği (İslâmcılık) savunulmuş. Fakat, başta, kendimizden bildiğimiz Arnavutlar ve Kavm-i Necip olarak gördüğümüz Araplar buna karşı çıkmışlardı! Son olarak devletin ana unsuru olan Türkler akla gelmiş fakat, Anadolu ve Balkan Türklüğü ile yetinilmeyerek, Orta Asya Türklüğünü de kapsayan Turan ideali aydınlarımıza hâkim olmuştu! Ancak, bu hayâl nedeniyle, koca imparatorluk elimizden kayıp gitmişti!
İşte, Türkiye Cumhuriyeti, aslî unsuru Türk olan bu topraklarda, bütün bu acı tecrübelerin ışığında, ÜMMET ANLAYIŞINDAN MİLLÎ DEVLET SENTEZİNE ulaşılarak, Atatürk'ün, “Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran halka Türk Milleti denir” ilkesi esas alınarak kurulmuş ve bugünlere kadar gelmiştir. 1960'dan sonra, dış güçlerin de teşvik ve tahrikleriyle bu millî sentezle yetinilmeyerek, Turancılık ve onun yanında Osmanlıcık ve İslâmcılık yeniden siyaset sahnesinde boy göstermiş; bunların yanına bir de Kürtçülük monte edilmiştir.
Bütün bu siyasetlerin Batı'da pişirilip önümüze konulduğu iyi bilinmelidir!
Atatürk'ün ölümünden sonra, Batı ile ittifak gafletine düşen ülkemiz, Batı'nın her türlü manipülâsyonuna açık bir duruma gelmiştir. Aytunç Altundal'dan not etmişiz! Bir televizyon programında şunları söylemişti: “1945'den itibaren Milliyetçilik ve İslâmiyet'i savunmak adına ortaya çıkanlara, aslında bu kavramları yıpratmak görevi verilmiştir!”
Millî Sentezimiz olan Kemâlizm'in unutturularak, yerine Sosyal Demokrasi ve 'Atatürkçülük' kavramlarının monte edilmesinin de 'Üst Aklın' eseri olduğu bilinmelidir.
İkinci Dünya Harbi'nden sonra Amerika'nın kabul ettiği Truman Doktrini, Sovyetler Birliği'ni, Amerika'nın denetimindeki İslâm ülkeleri ile (Yeşil Kuşak) kuşatmayı öngörmekteydi. Bu plânın uygulanmasına biz de seve seve katıldık! İmam Hatip Okullarının 'Din adamı yetiştirmek' işlevinin dışındaki amaçlar için kullanılması, siyasetçilerin şeklî bir dindarlık yarışına girmeleri aslında, ABD ile kurulan bu ilişkilerin eseridir. 11 Ekim 1951'de İlim Yayma Cemiyeti'nin kurulmasının amacı da, görünürde 'gençlere mânevî değerleri öğretmekti' fakat asıl amaç, Amerika'nın buyurduğu gibi, Komünizmle Mücadele ediliyor görüntüsü altında, ülkemizdeki Amerika vesayetinin perçinlenmesiydi!
Mason Fahrettin Kerim Gökay'ın, bu derneğin kurucusu olması enteresan değil mi?
1929'da Millî Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu, Abdülbaki Gölpınarlı'ya ilkokullar için, “Cumhuriyet Çocuğunun Din Dersleri” isimli bir kitap yazdırmıştı. Bu kitap 1948 yılında “Müslüman Çocuğun Din Kitabı” adıyla yeniden yazılır. Fakat, Atatürk devrinde okutulan kitabın tam aksine, çocukları tarikat ve hurafe tuzağına düşüren bir üslupla (O. Selim Kocahanoğlu, age. s. 556)!
Soner Yalçın, “Bu Dinciler O Müslümanlara Benzemiyor” isimli kitabında şu çok önemli bilgiye yer vermiş “Ömer Fevzi Mardin, 1949 yılında, Rahip Buchman'ın davetiyle İsviçre'ye gitti. Bir şatoda, dünyanın çeşitli yerlerinden gelen din adamlarıyla bir hafta süren toplantılar yapıldı. Yaptığı konuşmayı “İslâmiyet ve Ehl-i Kitap Ailesi” kitabına aldı. Mardin bu konuşmasında, 'Müslümanlık devrinin bugün faal görevlerini, bu varlıklı, imkânlı millet olan Amerikalılar üzerine almış bulunuyor. Çünkü Allah onları bu işe seçmiş, hazırlamış ve harekete geçirmiştir' demekteydi” (“Bu Dinciler O Müslümanlara Benzemiyor”, s. 171)!
İsviçre'deki bu toplantının nedeni 'DİYALOG' tu ama, sonuçta, 'Komünizmle Mücadele' çıktı! 'Yeşil Kuşak' ve 'Ilımlı İslâm'ın yani, 'ABD Emperyalizminin Hizmetine Sokulmuş Olan Müslümanlığın' kökleri bakınız nerelere kadar uzanıyor!
MİLLİYETÇİLİĞE GELECEK OLURSAK!
Atatürk'ten sonra, Turancılık hayâlciliği yeniden nüksetti! Rusya ile ilişkilerimizin daha da gerilmesi için, 'Esir Türklerin Kurtarılması' sloganının Milliyetçi Harekette ana slogan olması gerekiyordu! Bunları hep yaşadık ve sonuçlarını gördük. Bunlardan ders alarak, Atatürk'ün Millî Sentezinin, yani KEMÂLİZM'İN önemini daha iyi kavramış olmamız gerekirken, Millî Devlet'ten, Osmanlı'yı yıkılmaya sürükleyen 'ÜMMET' anlayışına geri dönülmesini savunan bir siyasî irade ile karşılaşmak tarihte yaşadığımız acı hadiselerden hiç ders alınmadığının göstergesi değil midir?
Yeni Osmanlıcılık ve Ümmet anlayışı paralel gidiyor. Bu anlayışın Bursa Belediye Başkanı olan zat, “30 Ağustos milletin tamamını ilgilendirmiyor” gibi talihsiz bir açıklama yaptı. Bu adam, Bursa'nın iki yıl Yunan işgalinde kaldığını; Bursa işgal edildiğinde, TBMM'nin kürsüsüne siyah bir örtü serildiğini ve bu örtünün 30 Ağustos Zaferi'ni müteakip kaldırıldığını bilmiyor olabilir mi? Bursa'yı işgal eden Yunanlılar, Orhan Bey'in eşi olan Rum Tekfurunun kızı Nilüfer Hatun'un türbesini bile, bir Türk'le evlendiği için tahrip edecek kadar Türk düşmanıydılar! Söğüt'te bulunan Ertuğrul Gazi'nin sandukası bile, “Kalk, kalk da memleketini kurtar” diye hakaretler yağdıran işgalci Yunanlı subaylar tarafından tekmelenmişti! Bugün Türbeyi ziyaret edenler Türbenin delik deşik olmuş demir kapısını ve panjurları şaşkınlıkla izlerler ki, bu delikler işte işgal sırasında Yunan askerlerinin Türbeye rasgele sıktıkları kurşunlara aittir.
Atatürk'ün kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı, 30 Ağustos Zaferi'nin yıldönümüne rastlayan Cuma günü, camilerimizde okunan hutbede, Atatürk'ün ismine yer vermedi! İşte, günümüzdeki Osmanlıcılık ve İslâmcılık savrulmalarının sonunda gelinen yer burasıdır! Bir Türk vatandaşı, eğer Büyük Zafer'in anlamını idrak edememişse o artık Türk vatandaşı değildir. ./…
NOT: Emperyalizmin taşeron terör örgütü PKK'ya sempati duyan gafillerin dikkatine! Bu haydutlar asker-sivil ayrımı yapmadan, Suriye'den Türk tarafına roket yağdırıyorlar. Şu ana kadar aralarında bebek ve çocukların bulunduğu 20 sivil vatandaşımız şehit oldu. Bu cinayetler vicdanlarınızı sızlatmıyor mu?
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.