Amerikan Askerî Yardım Kuruluşu (AİD)'den söz ediyorduk. AİD görevlilerinden Dr. Richard Podol'un, 1975 yılında Amerika'ya gönderdiği raporun muhtevası, bu kurumun gerçekte neye hizmet ettiğini göstermektedir. Rapor özetle şöyle:
“Yirmi yıldan beri Türkiye'de faaliyette bulunan yardım programı meyvelerini vermeye başlamıştır. Amerikan değerlerini benimsemiş Türk yönetici yetiştirme işi başarıya ulaşmıştır. Önemli merkezlerde Amerikan eğitimi görmüş bir Türk'ün bulunmadığı bakanlık ya da bir iktisadî devlet teşekkülü hemen hemen kalmamıştır. Hâlen bulundukları kuruluşlarda ilerici kuvvet niteliği taşımakta olan bu kimselerin, kısa zamanda Genel Müdürlük ve Müsteşarlık mevkilerine geçmeleri beklenir. AID bütün gayretlerini bu gruba yöneltmelidir. Geniş ölçüde, Türk idarecileri indoktrine etmek gerekir” (Metin Aydoğan, “Yeni Dünya Düzeni”, s. 884).
Tabiî ki, indoktine edilenler; yani Amerika tarafından devşirilenler sadece bürokratlar değildi; siyasetçileri, gazetecileri, akademisyenleri ve aydınları da unutmamak gerekir! Amerika hayranı bu taife, aynı zamanda, Amerika'nın gönüllü propagandacıları işlevini gördüler! 'Küçük Amerika' olmak sapkınlığı zihinleri öylesine esir almıştı ki, “Amerika'nın menfaatine hizmet etmenin, aynı zamanda Türkiye'nin de menfaatine hizmet etmek” olduğu düstur edinildi! Tabiî bir de, Amerika'nın, her kesime sızmış maaşlı ajanları vardı!
Bunlar hep, Batı İttifakı içinde, Kuvayı Milliye Ruhu'nun ve dolasıyla, Millî Reflekslerimizin kaybedilmiş olmasının sonuçlarıydı.
1969 yılında, ABD'nin Ankara Büyükelçisi olarak görev yapan Commer'in, ABD'ye gönderdiği, aşağıda bir özetini verdiğimiz rapor da, ABD'nin bizi ne kadar yakından takip ettiğini göstermektedir:
“Türkiye'nin bizim için ne kadar önemli olduğunu kimse inkâr edemez. Bununla birlikte, Amerika karşıtlığı giderek büyümekte olduğundan, ABD'nin konumu burada giderek bozulmaktadır. Türk hükümetleri ve Türkiye'nin etkili siyasî azınlığı, ülkenin dünyadaki rolünü ve ABD'nin açık ara ile en büyük rolü oynadığı ittifaklar yelpazesini tekrar tekrar gözden geçirmektedir. Bu grupların ulaştığı sonuçlar aşağıdaki gibidir:
-Türkiye'nin çıkarları, Rusya ve Arap Dünyası ile ilişkilerde somut gelişmeler kaydedilmesini gerektiriyor (Amerika bunu daha o zaman görmüş. Fakat ne yazık ki, günümüzde bile, birçok anlı şanlı sözde aydınımız, 'Aman Orta Doğu Bataklığına bulaşmayalım; Demokrasi Batı'da bizim Doğu'da ne işimiz var' gibi, Türkiye'nin Batı'ya olan bağımlılığını perçinleyen düşünceleri savunabilmektedirler).
-ABD faaliyetlerinin boyu ve çapı, Türkiye'nin güvenliğine katkı sağlamaktan çok, zarar verebilir (Millî Derin Devletin yok edilmesiyle, FETÖ ve PKK'ya alan açılması bu faaliyetler çerçevesinde değerlendirilmelidir).
-Kıbrıs konusunda bir savaş söz konusu olursa, Türkiye'nin yardımına gelmesi konusunda ABD'ye güvenilemez.”
Commer şöyle devam ediyor: “Türk Hükümetinin hâlâ, ABD ve NATO yanlısı olması bizim gözlerimizi kamaştırıp, alttan alta etkili olmakta olan güçlere gözlerimizi kapamamıza yol açmamalıdır. Sayıları az bile olsa, bu güçler basında, öğrenciler arasında ve eğitimli elit kesimde niteliksel olarak daha etkindir!”
Sonra ne oldu? 12 Mart Muhtırası ile Millîci kesimlere büyük bir darbe indirildi. Körüklenen yapay bir Sağ-Sol çatışması ve gelsin 12 Eylül!
“Bizim çocuklar başardı” sözleri, Amerikalı 'dostlarımızın' 12 Eylül'ün ne kadar içinde olduklarının da kanıtıdır. Tıpkı 15 Temmuz FETÖ Darbe Teşebbüsünde olduğu gibi!
Fakat bu arada, Amerikan üslerinin kapatıldığı, çok istisnaî bir dönemi yaşadığımızı da belirtmeliyiz.
AMERİKAN ÜSLERİNİ KAPATMIŞTIK!
Amerika'nın, Süleyman Demirel Hükümetine yasaklatamadığı Haşhaş Ekimi, 12 Mart'ın güdümlü hükümetinin Başbakanı Nihat Erim döneminde, 30 Haziran 1971'de yasaklanmıştı. Ne var ki, Bülent Ecevit'in Başbakanlığındaki CHP-Millî Selamet Partisi Hükümeti, 1 Mart 1974 tarihinde Haşhaş ekimi yasağını kaldırdı! 20 Temmuz 1974 tarihinde de Kıbrıs Barış Harekâtını gerçekleştirdik. Bunun üzerine Amerika, Türkiye'ye silâh ambargosu kararını aldı. Ecevit Hükümeti, 19 Eylül 1974 tarihinde istifa etmiş; ara dönemde Sadi Irmak Hükümetini yaşadıktan sonra, Süleyman Demirel'in Başbakanlığında Milliyetçi Cephe Hükümeti kurulmuştu. Bu hükümet döneminde, 25 Temmuz 1975 tarihinde, Bakanlar kurulu kararıyla, Amerikan üsleri ve tesisleri kapatıldı ve buradaki asker ve sivil personel sınır dışı edildi. İncirlik ise, sadece NATO amaçlı kullanımlarla sınırlandırıldı. Sonunda, Amerikan Kongresi 1978 yılında ambargo kararını kaldırdı. Buna rağmen üsler ve tesisler açılmadı! Ne var ki, Amerikan üsleri, 12 Eylül Paşaları bir darbe ile iktidara el koyduktan sonra, 18 Kasım tarihinde yeniden açılacaktı!
Şimdi burada soralım: Türkiye Amerika'ya bu kadar bağımlı olmasına rağmen, ABD üslerini nasıl kapatabilmişti?
Cevap: Çünkü, o zamanlar, “Üreten bir Türkiye'miz” vardı! Devletin ekonomide önemli bir ağırlığı vardı. Türkiye'nin Tarım Kesimi, kendi ihtiyaçlarımızı karşıladığı gibi, ihracat da yapıyordu! Devletin kontrolünde olan Kamu Bankaları ve Özel Teşebbüse ait olmakla birlikte, sermayeleri tamamen millî olan bankalarımız vardı. Kamu Bankalarını kısmen koruyabildik. Fakat özel bankalar büyük ölçüde yabancıların eline geçti.
İktisadî Devlet Teşekküllerini 'Babalar gibi' sattık!
İşte, bizim asıl meselemiz de budur. Hani, 'Beka Meselesi' deniyor ya; biz, Beka Meselesini kendi ellerimizle yarattık! Ne yazık ki, AKP'nin 16 yıldır uyguladığı, devlet geleneğimizi devre dışı bırakan hoyrat politikalar, gözü kara özelleştirme Batı Emperyalizmine karşı direnme gücümüzü de yok etmiştir. Fakat bütün suçu da tamamen AKP iktidarına yüklememek gerekir. Çünkü AKP'den önce, Özal'ın ANAVATAN Partisi'nin küreselci uygulamaları vardır. Devlet geleneğinde aşınmalar büyük ölçüde bu dönemde başlamıştır. Türkiye; Serbest Piyasa Ekonomisini en aşırı bir şekilde, 12 Eylül Darbesini müteakip, Turgut Özal'ın ekonomiden sorumlu bakan olmasından sonra uygulamaya başlayacaktır. Ne var ki, AKP ile bu anlayış, daha etkili bir şekilde sürdürülecektir!
Eski Başbakanlardan birinin (tahminimize göre Yıldırım Akbulut olsa gerek), gazeteci Osman Özsoy'a şu sözleri, devletteki yozlaşmanın çok vahim bir göstergesidir:
“Başbakanlık yaptığım süre içinde doğrudan hiçbir baskıyla karşılaşmadım. Ama, çevremdeki kimi insanlarla, bakan veya bürokratlarla kritik konuları istişare ettiğimde ve bir karara varmak gerektiğinde, yıllar sonra şunu fark ettim: Aldığımız kararlar, daha çok başkalarının çıkarlarına hizmet edecek bir neticeye varıyor. Bu garip ilişkiyi fark ettiğimde, görev sürem de dolmuştu” (Osman Özsoy, Tercüman, 13.06.2006)!
DSP-MHP-ANAP Koalisyon Hükümeti döneminde, Başbakan Yardımcılığı görevinde bulunan ve Başbakan'a onun izni olmadan ulaşılamayan Hüsamettin Özkan'ın, TBMM Yolsuzluk Komisyonu önünde, Halkbank'taki yolsuzluk iddiaları hakkında söylediği şudur: “Çok enteresan. Bunlar benim dönemimde mi olmuş? Haberim bile yok! Devlet tecrübem yoktu! Halkbank'la ilgilenmedim” (Akşam gazetesi 13.06.2003)!
Ankara Yenimahalle'deki tren kazasında suçlanan makasçı, savcılık ifadesinde şöyle diyor: “elektrikli makas işleyişi eğitimini almadım. Bilmediğimi üstlerime söyledim!”
Devletin en üst kademelerinde de en alt kademelerinde de aynı anlayış hâkim!
Bir de, iktidar kanadından kimileri çıkıp, “Allah sizden emaneti ehline vermenizi emrediyor. (…) Yarın inşallah mahşerde Allah'ın huzuruna çıktığınız zaman, Allah o emaneti bize verdiğinizden dolayı size inşallah hiçbir hesap sormayacak” gibi, şirk dolu sözler söyleyebiliyor!
Devlet yasalarla, yönetmeliklerle işler. Fakat bu güzel ülkede, en tepeden en aşağıya kadar keyfîlik hâkim! Ehliyet ve Liyakat kriter olmaktan çıktı!
Böyle bir devlet yapısıyla ayakta durmamız bile bir mucizedir.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.