Eski Genelkurmay Başkanı, 'Terör örgütü kurmak ve yönetmek' iddiasıyla tutuklu olarak yargılanıyor; Özel Yetkili Savcılık, MİT Başkanı ve bazı MİT görevlilerinin 'Şüpheli sıfatıyla' ifadelerini almak istiyor! Suriye'ye neredeyse savaş ilân edeceğiz! Taraf gazetesi başyazarı Ahmet Altan, içinde bulunduğumuz gerçekten çok vahim durumu “…Şu anda devlet dağıldı, ortada gerçek bir iktidar da kalmadı” diye değerlendirmiş. Timsahın gözyaşları! Ahmet Altan gibi 'Millî Devlet Kavramına Düşman' liberal demokrat taifesinin hayali zaten bu değil miydi? Demokrasi görüntüsü altında sürdürülen, devleti tahrip eden kör dövüşünün sonunda tam bir kaosun içine yuvarlanmış bulunuyoruz. Emperyalist Batı'nın manipüle ettiği, kafası karışık Batı hayranı aydınlarımızın demokrasi aşkının hazin sonu işte budur. Bunun böyle olacağı daha işin başında belliydi fakat bunu görebilmek için önce tarih şuuru ve bu şuurdan beslenen millî bir bakışın olması gerekir!
'Seçilmişler atanmışlardan üstündür' ön kabulü ile 'seçilmiş siyasetçiyi millî iradenin yegâne temsilcisi olarak gören' Batı güdümlü çarpık demokrasi anlayışı, ortada ne millî bürokrasi, ne hukuk devleti, ne bağımsız yargı, ne bağımsız millî bir basın bırakmış ve bunun tabiî sonucu olarak bu aşamaya gelinmiştir. Peki, devlet gerçekten bitti mi? Tabiî ki, hayır. Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar olacaktır. Biz, bütün bu yaşananlardan edinilen tecrübeyle, büyük Gazi'nin ölümünden sonra yaşadığımız savrulmalara bir son verilerek, bu devletin Kuvayı Milliye ruhu ile yeniden teşkilâtlanacağı günlerin pek de uzak olmadığına inanıyoruz.
Ne yazık ki, aydınlarımız, ekonomik bağımsızlığı olmayan bir ülkede hürriyet ve demokrasinin sadece karikatürünün var olabileceği gerçeğini görememişlerdir. Bu yüzden, Genç Osmanlılardan bu yana, aydınlarımızın nafile hürriyet ve demokrasi mücadelesi uğrunda ödemedikleri bedel kalmamıştır. Sadece kendileri bedel ödemiş olsalar neyse; millete de büyük acılar çektirdikleri gibi, bir de, koca bir imparatorluğun hazin sonunun hazırlayıcıları olmuşlardır. Başımıza ne geldiyse, sebebi, Batı'yı tanımadan, Batı sistemine âşık olan aydınlarımızdır. Hâlbuki Batı emperyalistti; varlığını sürdürmesi, bizim gibi ülkelerde kurduğu sömürü düzeninin sürmesine bağlıydı! Bu bakımdan yapmamız gereken şey millî ekonomimizi, millî sanayimizi geliştirerek Batı'nın sömürüsünden kurtulmak ve ülkede adaletli bir devlet düzeni kurulması için mücadele etmek olmalıydı. Bizde Batı'daki gibi, dünyayı sömürerek palazlanmış bir burjuvazi olmadığından, bu iş herhâlde devletin öncülüğünde yapılacaktı! Onlar hürriyet mücadelesini seçtiler yani arabayı atın önüne koydular. Bu gerçeği bu ülkede en iyi anlayan ve uygulayan insan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'tür. Bugün bile birçoklarının amentüsü olan liberalizm hakkındaki tespiti şudur: “Liberalizm ancak müstemlekelerde uygulanır. Biz müstemleke değiliz ve olmayacağız.” O'na 'demokratik bir yönetim kurmadı' diye saldırılmasının sebebi de budur. Zaferden sonra Çok Partili Hayata geçilseydi; Siyasî ve İktisadî liberalizmi benimseyen Rauf Orbay ve Kâzım Karabekir Paşa'nın Terakkiperver Serbest Fırka'sının yaşamasına izin verilseydi, gelişmiş bir demokrasiye ve güçlü bir ekonomiye sahip olacağımızı zanneden gafiller şunu iyi bilsinler ki, böyle bir şey olsaydı, bu devlet, 'Tarihteki Yıkılan Türk Devletleri' arasında çoktan yerini almış olurdu. Aydınlarımızın bunu hâla daha görememeleri Batı emperyalizminin zihin kontrolünün ne kadar güçlü olduğunun bir kanıtıdır ve bugün millî bir Çıkış Yolu bulamamızın temel sebebi de budur. Bir yanda emperyalizmin müthiş zihin kontrolü, diğer yanda, varlıklarını ve güçlerini emperyalistlerle işbirliğine borçlu menfaatperestlerin etkinliği, millî çıkış yolu arayanların önlerindeki en büyük engeldir. Fakat şunu hemen ifade edelim ki, durumumuz aslâ umutsuz değildir. Dün işgâlcileri bu kutsal topraklardan def etmeyi başaran bu millet, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün mücadelesini doğru anlayan ve ondan feyiz alan milliyetçi bir siyasî hareketin önderliğinde bu badireyi de aşmayı başaracaktır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Bunu ne ABD, ne AB ve ne de içimizdeki işbirlikçileri engelleyebilir. Fakat önce yaşadığımız gelişmeler doğru tahlil edilmelidir. Suriye konusunda müthiş bir kafa karışıklığı yaratılıyor. İktidar yandaşı gazetelerin manşetlerden verdiği, “Suriye hakkındaki karar tasarısının Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde görüşülmesine saatler kala; üstelik Mevlid Kandili sırasında Beşar Esad'a bağlı askerler Humus şehrinde katliam yaptı!” şeklindeki haber bunun tipik bir örneğidir. Allah aşkına; Esad deli mi? Hiç ülkesi hakkında alınacak bir kararın arifesinde katliam yapar mı?
Suriye'den korkunç katliam haberleri geliyor. Fakat tuhaftır ki, katliam haberlerini veren ABD'nin kontrolündeki El Cezire televizyonu görüntü veremiyor! Oysa muhabirleri çok güzel anlatıyor! Suriye'de aslında bir tiyatro oynanıyor. Hâl böyle iken, AKP iktidarı Suriye'ye müdahale kararı çıkması için âdeta çırpınıyor. Basınımızda, “Türkiye derhal Suriye'ye müdahale etmeli” diye savaş kışkırtıcılığı yapan sorumsuz kalemlerden geçilmiyor! Irak'ta yaşanan katliamlar ve Kaddafi'nin hunharca katledilmesi karşısında susanların bugün sözde 'insan hakları' adına, Suriye'ye müdahaleyi savunmaları ne kadar ahlâkîdir? Ayrıca doğalgaz ihtiyacımızın yüzde 80'ini karşılayan Rusya ve İran'ın, Suriye konusunda bizi açıkça uyarmalarına rağmen Suriye'ye müdahaleyi savunmak millî menfaatlerimize uygun bir politika mıdır?
WeakyLeaks belgelerinden anlaşıldığına göre, ABD Büyükelçisi “Güçlü bir medya oluşturulmalı” fikrini savunmuş! Basınımızın hâli bunun başarıldığını gösteriyor.
Emperyalist Batı 'Demokrasi Getirmek' kılıfı altında, bölgemizi kendi menfaatleri doğrultusunda şekillendirmek istiyor. Kontrol altına alınan basın gerçekleri milletten gizliyor! Eski ABD Büyükelçisi Pearson “Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğusu ile Kuzey Irak'ın tek bir ekonomik bölge hâline getirilmesi gerektiğini” söylemiş ve kimse çıkıp da bu adama “Sen ne diyorsun arkadaş” diye soramamıştı. 1990'larda İtalya Dışişleri Bakanı Dini, “Türkiye'nin Güneydoğu sınırları l920'li yılların karışıklığında belirlendi. Bu sınırların yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor” diyordu! Benzer sözleri daha sonra Alman ve İngiliz Dışişleri Bakanları da tekrarlamıştır! ABD Başkanı Clinton da ülkemize yaptığı bir ziyaret sırasında, Türkiye'nin Güneydoğu sınırlarının belli olmadığını söyleyebilmişti! Barzani densizi bile internet sitesinde, -Türkiye'nin güneyini de katarak- bu bölgenin sadece ekonomik değil, siyasî olarak da tek bir bölge olduğunu ilân etmiştir! Bitmedi, dahası var; İsrailli diplomat Oded Yinon, l982 yılında yazdığı bir makalede şu tespitleri yapmış: “Suriye etnik ve dini yapısına uygun olarak bugün Lübnan'da olduğu gibi çeşitli devletlere ayrışacaktır. İsrail'in plânına göre, kıyıda bir Şiî devleti, Halep bölgesinde Sünnî devleti, Şam'da buna düşman bir başka Sünnî devleti, Havran-Ürdün-Golan bölgesinde de bir Dürzî devleti kurulacak.” Yinon bu yapının, İsrail'in barış ve güvenliğinin garantisi olacağını belirtiyor. “Ancak bundan önce Irak üç parçaya bölünecek, ardından Suriye altı parçaya bölünecektir.” Yinon'a göre, bunlar gerçekleşirse, Güneydoğu Anadolu Bölgesi de Türkiye'den kopartılır! Öcalan da İmralı'dan bu kervana katılıyor ve 25 eyaletli Türkiye modeli öneriyor; bunların 18'i Türk nüfusun yoğun olduğu eyaletler; 7 tanesi de Kürt eyaleti! Şu tuhaflığa bakın ki, seçimlerden sonra yeni kurulan Kalkınma Bakanlığı'nın en önemli birimlerinden biri de Kalkınma Ajansları! Aydınlık yazarı M. Ali Güller, bakanlığın internet sayfasına girildiğinde, karşımıza 25'e bölünmüş bir Türkiye haritası çıktığını belirtiyor! Her eyaletin bir ismi var. Örneğin BDP'nin sözde özerklik ilân ettiği bölgede 7 eyalet var; Kuzey Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı, Serhat Kalkınma Ajansı, Fırat Kalkınma Ajansı, Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı, Dijle Kalkınma Ajansı, Karacadağ Kalkınma Ajansı, İpek Yolu Kalkınma Ajansı. Diğer bölgelerde de l8 Kalkınma Ajansı var! Görüldüğü gibi Öcalan'la pişti olmuşuz!
Aysel Tuğluk küstahı, Özel Yetkili Savcının MİT Başkanı hakkındaki soruşturması üzerine yaptığı açıklamada şu tehdidi savuruyor: “MİT ve PKK arasındaki görüşmelerin tıkanması hâlinde iç savaş yaşanabilir. Böylesi bir sürecin eşiğindeyiz!”
ABD'nin bölgemize ilişkin, ülkemizi de yakından ilgilendiren menfûr plânları artık bilinmeyen bir şey değil. Millî menfaatlerini gözeten bir Türkiye'nin böyle bir durumda kiminle ittifak içinde olması gerekir? ABD ile mi yoksa, Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı İran, Irak ve Suriye ile mi? Türkiye'nin bütünlüğünün korunması bu komşularımızın bütünlüğünün korunmasına bağlıdır. Emperyalist Batı ile askerî ittifak ilişkisi içine girmeyen Atatürk'ün 1937 yılında Türkiye, İran, Irak ve Afganistan'ın katılımıyla kurduğu Sâdâbat Paktı'nın amacı da buydu! Tarihin bize emrettiği de budur!
Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.