23 Temmuz akşamı, Haber Türk TV'de Teke Tek programını bir süre izledik. İzlediğimiz bölümde Prof. Çağrı Erhan, 'NATO'nun Sovyet yayılmasına karşı kurulduğunu' söyledi ve II. Dünya Harbi sonrasındaki Sovyet tehditlerinden söz etti. Aynı programın katılımcılarından E. Tuğgeneral sayın Ahmet Yavuz, bu sözleri tam olarak onaylamasa bile, işin doğrusunu da söyleyemedi!
Bu konularda çok yazı yazdık. Ne var ki, yazılarımız mahallî bir gazete olan Yeşilgiresun Gazetesi'nde neşredildiği için okur sayısı sınırlı kalıyor. Tekrar edelim: Sovyetlerin, bizden toprak talepleri olduğuna dair bir tek belge yoktur. Sovyetlerin 1946 yılı Ağustos ve Eylül aylarında bize verdikleri iki nota vardır ki, bunların ikisinde de toprak talebi konusunda tek bir satır bulunmamaktadır! Buna rağmen, bu iddianın dillerden düşmemesi manidar değil midir?
Önce şu gerçeklerin altını kalın çizgilerle çizelim:
l. Ülkemiz bugün Rusya'nın değil, Batı'nın 'zihnî ve maddî' kuşatması altındadır.
2. Rusya ve İran'la kurduğumuz yakın ilişkilerin ABD'yi rahatsız ettiği muhakkaktır.
3. Bu kuşatma ancak -Atatürk döneminde olduğu gibi-, başta Rusya olmak üzere, Bölge Devletleriyle yakın ilişkiler kurularak kırılabilir!
Hâl böyle iken, ülkemizin II. Dünya Harbi'nden sonra Amerikan Emperyalizminin kucağına oturtulmasının mazereti olarak gösterilen ve abartıldıkça abartılan Sovyet Tehditleri tekrar tekrar gündeme getirilerek, Ülkemizin Rusya tarafından kuşatıldığının iddia edilmesi; 'Amerika'dan radikal bir kopuşun ve Rusya'ya radikal bir bağlanışın' millî menfaatlerimize uygun olmadığının dile getirilmesi, bu haysiyetsiz kuşatmanın devam edip gitmesinin arzu edildiği anlamına gelmez mi?
Sayın Prof. Çağrı Erhan, NATO'nun Sovyet genişlemesine karşı kurulduğunu söylüyor. Hâlbuki, II. Dünya Harbi sonrası Avrupa'nın nasıl bir şekil alacağının Yalta Toplantısında Amerika ve Sovyetler Birliği tarafından -İngiltere'nin de dışlanarak- belirlendiği bilinmektedir!
Bir taraftan, 4-11 Şubat 1945'teki Yalta toplantısında, Türkiye'nin Amerika'nın nüfûz alanına bırakıldığı söylenirken, diğer taraftan Sovyet Tehditlerinden bahsedilmesi ayıp olmuyor mu? “Siz herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsınız?”
Biz, sürekli olarak 'Sovyet Tehditlerini' dile getirenlerin maksatlı olduklarına inanıyoruz. Amaçları, ülkemizin Amerika'dan uzaklaşmaması, Rusya'ya ve Bölge Devletlerine yaklaşmamasıdır! Tabiî, bu Etki Ajanlarından etkilenerek aynı iddiaları tekrarlayanlar da var. Bunun da sebebi, tarihimizin iyi bilinmemesidir.
Batı ile kurulan bağımlılık ilişkilerinin temel sebebi olarak, II. Dünya Harbi sonrasındaki Sovyet tehditleri gösterilir. Hâlbuki, bugün elimizdeki bilgiler, Türkiye'nin dış siyasetinde bu kadar köklü bir rota değişikliği yapmasını gerektirecek ciddiyette bir Sovyet Tehdidinin söz konusu olmadığını göstermektedir.
Doğan Avcıoğlu, Batı'ya yaklaşmanın gerekçesi olarak Sovyet tehdidi mazeretinin arkasına sığınanları ciddî bulmaz. Avcıoğlu'nun Prof. Ahmet Şükrü Esmer'den aktardığına göre, Türkiye için en tehlikeli yıllar 1945 ve 1946 yıllarıdır ve Türkiye ABD korumasına girmeye isteklidir. Nitekim 23 Şubat 1945 tarihinde Amerika ile ilk İkili Anlaşma imzalanmıştır. Türk heyeti 1945 yılında San Fransisco'ya gittiği zaman, savaş sonrasının yeni Hegemon Gücü Amerikalılara Sovyet tehditlerini anlatmaya çalışır. Ancak onlarda o sıralar, 'Rusların kahramanca savaşması çocuklarımızın hayatını kurtardı' anlayışı hâkimdir! Türkiye, 'TEHLİKE'' karşısında yalnız bırakıldığı gibi, Potsdam Konferansı'nda da (17 Temmuz – 2 Ağustos 1945), Boğazlar meselesi Türkiye'nin gıyabında ele alınmış ve Stalin'in görüşü kabul edilmiştir. O zaman Türkiye, Rus baskılarına karşı tek başına direnebilmişti. Rus baskısı ağırdır, fakat savaşa varacak olsaydı, 1945 ve 1946 yıllarında varabilirdi. Bu tarihten sonra artık durum değişmiştir. Rusya, işgali altında bulunan İran'dan bile çekilmek zorunda kalmıştır. Truman yardımı ise 1947 yılında gelecektir” (Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 1585)!
Prof. Niyazi Berkes'in belirttiğine göre, “Truman'ın gönlünde yatan özleyiş, Boğazları askerden tecrit etmek ya da Uluslararası Bölge yapmaktı. Amerika'nın böyle bir tezi olduğu Türk halkına hiç duyurulmamıştır” (“Unutulan Yıllar”, s. 341)!
Yine Berkes'in belirttiğine göre, Demokrat Parti'nin kurucularından Prof. Fuat Köprülü bile, Rus tehlikesine inanmamaktadır! Fakat İsmet Paşa, 1939'dan beri takip ettiği Rus karşıtı politika sebebiyle, tedirginlik ve kendisine karşı bir düzen kurulduğu saplantısı içindedir. Faik Ahmet Barutçu'nun yazdığına göre, “Cumhurbaşkanı İnönü, bir yemekte Tevfik Rüştü Aras'ı 'Ruslara satılmış bir kişi' olarak değerlendirir. Barutçu, Celâl Bayar'ın da, iktidar hırsı yüzünden Millî Şef'e kapıldığını söyler” (“Unutulan Yıllar”, s. 322)!
Prof. Yalçın Küçük, Boğazlar konusunda şu değerli bilgiyi veriyor: “İkinci Büyük Savaşın, savaşan Batılı iki tarafı da (Almanya ve İngiltere), sürekli olarak, Sovyetler Birliği'ne, Türkiye'den Boğazlar'da üs istemesini önerdiler. Sovyetler Birliği'nin Türkiye ile güvenli bir dostluğa verdiği önem burada ortaya çıktı. Kesinlikle bu önerilere kanmadı ve ciddiye almadı. Hitler'in bıraktığı yerden (Hitler, Ribbentrop vasıtasıyla Stalin'e, Almanya'nın Boğazlar'la ilgilenmediğini söyleme emrini vermişti) bir süre sonra Batı'nın savaşan diğer tarafı olan İngiltere bunu tekrar gündeme getirdi. Prof. Edward Weisband, İnönü'nün dış politikasını anlatırken, şunları yazıyor: 'Tahran'da Türkleri, ceza olarak Boğazların statüsünü değiştirmekle tehdit etmeyi öneren Stalin değil Churchill'dir. Churchill sorunu ortaya atınca, Stalin de ister istemez Çanakkale Boğazı'nın rejimi hakkında soru sormuştur. Stalin, İngiltere'nin artık bir itirazı olmadığına göre, bu rejimi biraz gevşetmek hiç de fena olmaz demiştir. Churchill, Türkiye'nin savaşa girmesi için, Boğazlar rejiminin değiştirilmesine de peki diyecektir. Stalin bu kez, 'Aceleye gerek yok', cevabını verip, yalnız genel deyimler içinde tartışmakla yetinmiştir. Churchill, Rus gemilerini bütün denizlerde görmeyi hepsinin umut ettiklerini de söylemiştir. Stalin ise, Lord Curzon'un daha başka fikirleri vardı, diye hatırlatmıştır” (Edward Weisband, İnönü'nün Dış Politikası, Milliyet Gazetesi, 17 Ocak, 1974. Yalçın Küçük “Türkiye Üzerine Tezler, 1908-1978”, s. 221).
Görüldüğü gibi, Boğazlar meselesini gündeme getiren Rusya değil, İngiltere'dir!
Prof. Niyazi Berkes'in belirttiğine göre, Fuat Köprülü, 1946 yılı Ağustos ayında, bir Amerikan gazetesine verdiği demeçte, Sovyet Tehdidi konusunda, 'Türkiye için bir tehlike olmadığını, hükümetin iktidarda kalmak için bunu yaydığını' söyler ve bunun üzerine büyük bir tepkiyle karşı karşıya kalır (Berkes, “Unutulan Yıllar”, s.318).
Fuat Köprülü haklıdır çünkü, yine Berkes'in belirttiğine göre, 1945 yılı Temmuz ayında, Potsdam Konferansı sırasında, İngiltere'de yapılan seçimlerde, Corçil gibi ününün doruğunda olan bir politikacı seçimleri kaybetmiş, Başbakanlığa İşçi Partili Attle gelmişti!
Berkes, daha sonra şu bilgileri veriyor: “Rusların, Nurullah Esat Sümer'e (Dışişleri Bakanı) münasip bir dille bildirdikleri, Saracoğlu hükümeti çekildiği taktirde, iki devlet arası ilişkilerin düzenlenmesine engel kalmayacağı gerçeğinin, bütün öykünün gelip dayandığı düğüm olduğu meydanda! Belli ki, Ruslar von Papen-Saracoğlu Turancılık hücresinin varlığını Alman ve İngiliz istihbaratının bildiği kadar biliyorlardı” (“Unutulan Yıllar”, s.342)!
Rusların, bu Turancılık faaliyetlerinden rahatsız oldukları belli. Saracoğlu'nun bu yüzden istifasını istiyorlar. Berkes, Fuat Köprülü'nün bizzat kendisine 'Sovyet tehdidi' denen şeyin amacının üs değil, Saracoğlu hükümetini düşürmek olduğunu söylediğini belirtiyor (“Unutulan Yıllar”, s. 342)!
Rusların isteği Atatürk dönemindeki Türk-Sovyet dostluğuna geri dönülmesiydi. Fakat Millî Şef, Amerika'nın himayesine girmeyi kafasına koymuştu bir kere!
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.