Rusya ile üçüncü büyük harbimiz, 24 Nisan 1877'de başlayan ve 9 ay devam eden, halk arasında, “93 Harbi” diye anılan harptir. 93 Harbi, Osmanlı'nın en büyük toprak kayıplarına ve Kıbrıs'ın da elden gitmesine sebep olmuştur. Ruslarla yapılan Ayastefones Antlaşmasının şartlarının yumuşatılmasındaki aracılığı sebebiyle, İngiltere Kıbrıs adasının kullanım hakkını elde edecektir. Bu harbin bütün sorumluluğu Sultan Abdülhamid'e yüklenir. Hâlbuki, saltanat makamına oturalı daha bir yıl olmamış olan Abdülhamid bu harbi neredeyse kucağında bulmuştur! Bu konuda objektif bir değerlendirme yapabilmek için dönemin şartlarını ve devletteki güç dengelerini iyi bilmek gerekir. Bu konu üzerinde biraz duralım. İsraflı hayatı ile imparatorluğu çöküşün eşiğine getiren Sultan Abdülaziz, 30 Mayıs 1876'da tahtan indirilip, yerine V. Murat getirilir. Ancak, V. Murat'ın aklî dengesindeki bozukluk sebebiyle, padişahlığı 93 gün sürecek; 31 Ağustos 1876'da, tahta II. Abdülhamid çıkarılacaktır. Abdülhamid Padişah olduğunda, malî açıdan tam bir iflâs durumu söz konusuydu. 1875'te alacaklılara, 5 yıl süre ile borç taksitlerinin ancak yarısının ödenebileceği bildirilmişti. Ayrıca, Makedonya son derece karışık bir durumdaydı. Yunanistan'ın bağımsızlığını kazanması, diğer milletlerde de bağımsızlık duygularını geliştirmişti. Osmanlı Devleti Sırbistan ve Karadağ ile harp hâlindeydi. Ermeniler de, fırsattan istifade harekete geçmişlerdi! Bu karmaşadan yararlanmak isteyen Rusya, Avrupa devletlerine, Şark Meselesi'nin (Osmanlı'nın geleceğinin) kendi aralarında hâlli için teklifte bulunur. İngiltere, kendi çıkarlarına aykırı olan Rus emellerini önlemek maksadıyla, İstanbul'da bir konferans toplanmasını sağlar. Haliç tersanesindeki Bahriye nezaretinde toplandığı için, “Tersane Konferansı” diye adlandırılan bu konferansa Osmanlı İmparatorluğu, Almanya, Avusturya, Macaristan, Fransa, İngiltere, İtalya ve Rusya katılır. Konferans başladığında, Sadrazam Mithat Paşa'dır. Konferansın teklifleri, Balkanlardaki Osmanlı hâkimiyetine son verecek nitelikte görüldüğü için, Mithat Paşa'nın tesiriyle reddedilmiş ve Osmanlı Rus harbinin doğmasına yol açılmıştır. Hâlbuki, padişahlıkta daha bir yılı bile dolmamış olan Abdülhamid, Avrupalı devletlere verilen cevabın bir meydan okumadan farkı olmadığını, müzakerelerin sürdürülmesini önermişti! Ne var ki, devlet henüz Sultan Abdülaziz'i deviren güçlerin hâkimiyeti altındaydı! Sadrazam Mithat Paşa 'İngiltere'den teminat aldıklarını, başka devletlerin dahi yardım edeceklerini tahmin ettiklerini' söyleyerek Abdülhamid'e karşı çıkmıştı ve vekiller de Mithat Paşa'nın yanında yer almışlardı (Nurer Uğurlu, “II. Abdülhamid'in Hatıra Defteri”, s. 203). II. Abdülhamid'in Özel Kalem Müdürü Tahsin Paşa da, 7 kez Sadrazamlık makamına getirilen Said Paşa'nın hatıralarını kaynak göstererek, Rus harbinin sorumlusunun Mithat Paşa olduğunu yazmaktadır (“Tahsin Paşa'nın Yıldız Hatıraları”, s. 113). Tahsin Paşa'ya göre, “Rusya gibi muazzam bir devletle muharebeyi, sırf kabadayılık hissiyatıyla devletimize kabul ettiren o zamanın yiğit vekilleri, Berlin Kongresi'nde Bulgar, Sırp, Ulah ve Karadağ gibi devletlerin vücuda gelmesine de sebep olmuşlardır” (Age. s. 222)! Rus harbine, Mithat Paşa ve diğer paşaların savaş arzuları sebebiyle ve ordumuz hazır olmadığı hâlde karar verilmiştir. Harp öncesine ait resmî vesikalar da bunu doğrulamaktadır. Sultan Abdülhamid de hatıralarında bu konuya ayrıntılı olarak değinir. Buna göre, Mithat Paşa sadarete geldiği andan itibaren, bazı taraftarlarıyla birlikte, zaten galeyana gelmiş olan halkı Rusya Devletiyle muharebeye teşvik etmekteydi. Millet Meclisi de harp yanlısıydı. Saray önünde yapılan güdümlü gösterilerde halk, “Biz muharebe isteriz; illâ muharebe olmalıdır. Padişahım sen gençsin, korkma, bizim bir milyon askerimiz vardır” diyerek Abdülhamid'i savaşa teşvik etmiştir. Ancak tam bu sırada Anadolu Ordu Komutanlığına tayin edilen Ahmet Muhtar Paşa, cümle askerin otuz bin kişiden ibaret olduğunu bildirir! Fakat buna rağmen, İngilizlere güvenilerek Rusya ile anlaşma yoluna gidilmez ve Ruslar 24 Nisan 1877 tarihinde Osmanlı Devleti'ne Harp ilân ederler. Ordumuz 9 ay, iki cephede kahramanca çarpışır. Ancak, Ruslar Yeşilköy önlerine kadar gelirler ve Osmanlı Devleti, yenilgiyi kabul etmek zorunda kalır. Rusya ile imzalanan Ayastefanos Antlaşmasının ağır şartlarını Berlin Kongresi'nde önemli ölçüde düzelttirmeyi başaran da Sultan Abdülhamid'dir. Abdülhamid'in Siyasî Hatıratı'nı Fransızcadan çeviren Ali Vehbi, yazdığı önsözde bu konuda şu tespiti yapmaktadır: “Büyük bir felâket olan Rus Harbi'nden sonra, Türkiye'yi düştüğü yerden şerefle kaldıran o olmuştur. İmparatorluğu ilk zamanlarındaki parlaklığa kavuşturan da gene o olmuştur. Türkiye'yi hakikaten kudretli bir mertebeye getirebilmiştir” (Age. s. 233). Sultan Abdülhamid'e yöneltilen en haksız suçlamalardan birisi de, onun döneminde en büyük toprak kaybının yaşandığı iddiasıdır. Hâlbuki, Mısır daha III. Selim zamanında kaybedilmişti. Şeklen İmparatorluğa bağlıydı. Mehmet Ali Paşa Mısır'ın hâkimiydi. Neredeyse İstanbul'u ele geçirip, Padişah olacaktı. II. Mahmud bunu 1833'te Rusya ile yaptığı Hünkar İskelesi Antlaşması ile önleyebilmiştir. Rusya ile yapılan bu antlaşma için “Denize düşen yılana sarılır” sözü meşhurdur! Abdülaziz döneminde Mısır, padişahlıktan farksız olan, Hidivlik hâline getirilmiş ve 1882'de tamamen elimizden çıkmıştır. Tunus'ta da şeklen bir hâkimiyetimiz vardı. Fransızlar l880 tarihinde Tunus'u işgal ettiler. Yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. 1910'da Girit Meclis'i, Yunanistan'la birleşme kararı almış; Türkiye, 1913'te bu kararı tanımak zorunda kalmıştı! Bulgaristan zaten bir prenslik hâline gelmişti. Bosna-Hersek Avusturya'nın etki alanındaydı. Osmanlı'nın bu durumu kabullenmekten başka çaresi yoktu. İttihat ve Terakki Döneminde, Trablusgarp'ın ve Balkanların kaybı ise çok vahim hataların sonunda gerçekleşmiştir ki, asıl araştırılması ve sorgulanması gereken budur. Belki de, 'En büyük toprak kaybı Abdülhamid döneminde olmuştur' söyleminin sebebi, Trablusgarp ve Batı Trakya'nın kaybının gözden kaçırılmasıdır! Burada, Sultan Abdülhamid'e büyük bir haksızlık yapıldığı açıktır. Şevket Süreyya bile, “Enver Paşa” isimli 3 ciltlik araştırmasının önsözünde, “Abdülhamid her başı sıkıştıkça, ülkeden bir parçayı kurban eder” dedikten hemen sonra, “Gerçi bu toprakların er geç kopması mukadderdi” diyerek, kendisi ile çelişkiye düşmektedir (“Enver Paşa” , Cilt I, s. 307)! 93 Harbi sebebiyle, Rusya'ya ödemek zorunda kaldığımız ağır harp tazminatı malî dengemizi daha da bozacak; İmparatorluğun devasa sorunları ile bir anda karşı karşıya kalan Abdülhamid, 1881 yılında Muharrem Kararnamesi ile alacaklı devletlerle anlaşarak Düyûn-i Umumiye İdaresi'nin kurulmasını kabul etmek zorunda kalacaktır. Rus Harbi'nin bir önemli sonucu da budur. Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Makale Yazısı-
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.