Atatürk'ün, büyük önem verdiği Türk-Rus dostluğu, 1939 yılında, İngiltere ve Fransa ile kurulan ittifak ilişkisinden sonra bozulmaya başlamıştır. 1945'den itibaren, Amerika ile imzalanan İkili Antlaşmalar; 1951 yılında NATO'ya girişimiz; Soğuk Harp Dönemi'nin katı anti Komünist siyaseti, bu büyük komşumuzla oldukça sorunlu yıllar yaşamamıza sebep olmuştur. Batı ittifakı içinde, Batı'nın âdeta bir 'İleri Karakolu' durumuna getirilmemiz yüzünden, yüz binlerce asker beslemek zorunda kaldık. Ayrıca, hem Rusya ile ve hem de Doğu Bloku ülkeleriyle ticaret hacmimiz oldukça sınırlı kaldı ve bundan çok büyük zararlar gördük. Soğuk Harp'in sona ermesinden sonra ve özellikle son yıllarda Rusya ile ilişkilerimiz, nerede ise 'Stratejik Ortaklık' düzeyine yükselmişti. Milyonlarca Rus turist için Türkiye, tatillerini güvenli bir şekilde geçirebilecekleri vazgeçilmez bir ülke durumuna gelmişti. Ticaret hacmimiz her yıl biraz daha yükselmekteydi. İki ülke arasındaki dostluk ilişkileri o düzeye gelmişti ki, Rusların milliyetçi siyasetçisi Jirnovsky, yaptığı bir konuşmada, “Ne Mutlu Türk'üm Diyene” diyebilmişti! Cumhurbaşkanımız Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin'den, Şangay Beşlisi'ne aday üyelik için tavassut bile istemişti! Sonra ne olduysa, nasıl olduysa; Suriye'deki meşrû rejime yardım etmek için Suriye'de bulunan, Rus ordu-suna ait bir savaş uçağını düşürdük. Sonrasında çelişkili açıklamalar geldi. Önce, bir Rus uçağını düşürdüğümüz açıklandı. Sonra “milliyeti belirsiz bir uçak” açıklaması geldi. Ardından, “Rus uçağı olduğunu bilseydik düşürmezdik” dendi. “Hava sahamız yine ihlâl edilirse yine düşürürüz” denildi! Hâlbuki, uçağın düşürülmesini müteakip, Rusların yaptığı açıklama, “Yerden füze ile düşürülmüş olabileceği” şeklindeydi. Yani, Rusların, olayı büyütmemek, yatıştırmak eğiliminde oldukları anlaşılıyordu. Rusya ile görüşülerek havanın yumuşatılması yerine; durum hemen NATO'ya aktarılarak, NATO'dan koruma beklendi! Rus uçağının düşürülmesinden sonra, milliyetçi camianın kaba milliyetçilik gösterileri ile, âdeta Rusya'nın sertlik siyasetine çanak tutuldu. Bugün, gelinen aşamada, iktidara çok yakın Yenişafak gazetesinin yazarı Abdülkadir Selvi'nin bile, Rus uçağın düşürülmesini sorgulaması hazindir. Devletteki sağduyu kaybının sebep olduğu vahim sonuçları hep birlikte yaşıyoruz. AKP iktidarının takip ettiği basiretsiz dış siyaset sebebiyle, Rusya dahil bütün komşularımızla düşman hâline geldik! Peki, güvendiğimiz Batı gerçekten güvenilecek dost mudur? Batı hayranı, devşirilmiş aydınlarımıza göre, Batı ittifakının bir üyesi olmak Türkiye'nin çağdaşlaşması için kaçınılmaz bir zorunluluktur. Hâlbuki, Türkiye, Atatürk'ün ölümünden sonra, Tam Bağımsızlık siyasetini terk edip, Batı ittifakına bağlanarak, kendi ülkesinin ve halkının millî menfaatlerine göre bir siyaset takip etmek imkânını büyük ölçüde kaybetmiş; Batı'nın açık pazarı durumuna gelmiştir! Bugün içinde bulunduğumuz kaosun sebebi, Batı İttifakını vazgeçilmez kabul eden siyasetçiler ve Batı hayranı devşirilmiş aydınlardır. Bu kaostan Çıkış Yolu var. Fakat bu yolu bulabilmek için en az, 150 yıllık tarihimizi doğru kaynaklardan öğrenmek gerekiyor. Tarihin önemini idrak edemeyenler bilmelidir ki, tarih önümüzü aydınlatan bir fenerdir; tecrübedir. Bu tecrübe bizi, devlet yönetiminde hayalperest kararlar almaktan alıkoyar; bu tarih şuûru, daha önce düştüğümüz tuzaklara, tekrar tekrar düşmemizi de önler! Bu yazı dizisinde, tarihten bahsedeceğiz. Rus-ya'ya karşı düşmanlık siyaseti güdülmesinin bize nelere mal olduğunu, tarihten örneklerle anlatmaya çalışacağız. Rusya ile ilk büyük savaşımız bilindiği gibi, 1711 yılındaki Prut savaşıdır. Bu savaşı biz kazanmıştık. Bizim, o yıllarda yaptığımız savaşlar, daha çok Avusturya-Macaristan İmparatorluğu iledir. Rusya ile 1768'teki ikinci büyük savaşın sebebi, Ruslara yenilen Polonyalı subayların bize sığınmalarıdır. Ruslardan kaçan Polonya askerleri Osmanlı sınırlarına girer. Rus ordusu bunları takip eder. Osmanlı, Polonya askerlerine sahip çıkar ve bu mesele, Padişah III. Mustafa'nın, Ruslara harp ilân etmesi ile sonuçlanır. Bu savaşın başlamasında, 1755 yılında İstan-bul'a Büyükelçi olarak gönderilen Charles Vergennes'in rolü olduğu kaydedilir. Fransa, Rusya'nın güçlenmesinden endişeliydi! Vergenes, daha sonra Amerikan Bağımsızlık Savaşını da destekleyecek ve başarılı dış siyaseti sebebiyle Dışişleri Bakanı olacaktır. Bize gelince, anlaşma yolları aranmadan giriştiğimiz bu harbin sonunda, 1774 Kaynarca Antlaşması ile Kırım'ı kaybederiz! Bu harbin sorumlusu olan III. Mustafa aslında, Avrupa'daki gelişmelere ilgi duyan bir padişahtı. Fransız elçiliği aracılığı ile getirilen bazı Tıp ve Astronomi kitaplarını Türkçeye tercüme ettirmiştir. Fakat buna rağmen Avrupalıların başarılarında, bazı yıldızların da rol oynadığı kanısında olduğundan, o sıralarda büyük başarılar kazanmış olan Prusya kralı Frederik'e elçi olarak 1763 yılında Ahmed Resmî Efendi'yi gönderir ve ondan üç müneccim ister. Frederik, Osmanlı elçisinin bu isteğine şu çok anlamlı cevabı verir: “Kuvvetli bir orduya sahip olarak, onu barış zamanında savaşa hemen girebilecek şekilde talim ettirmek, hazineyi daima dolu tutmak ve TARİH OKUMAK… İşte benim üç müneccimim. Başkalarına sahip değilim. Dostumuz padişaha böylece bildirmenizi dilerim.” Bundan 250 yıl önce, Prusya Kralı Frederik, tarihin önemi üzerinde işte böyle durmuş! Dünyadaki gelişmeleri ve büyük değişimi takip etmeyen Osmanlı, kendini hâlâ 'en büyük' kabul ettiğinden, uzun yıllar Avrupa başkentlerine elçi bile göndermez! Avrupa başkentlerine elçiler gönderen III. Selim ise, Moskova'ya elçi göndermeye yanaşmaz! Bununla Bab-ı Âli, Rusya'yı büyük Avrupa devletlerinden saymadığını göstermek istiyordu! Fransız devlet adamı ve edebiyatçısı Lamartine'in belirttiğine göre, III. Selim, Fransa'yı en büyük dostu saymakta ancak Fransa İmparatoru, bu dostluğu istismar ederek, III. Selim'i, Ruslarla savaşa teşvik etmekteydi! 1774 yılında, Baltık denizinden hareket eden Rus donanması, Cebelitarık boğazından geçerek, İngilizlerin de yardımlarıyla, Çeşme'de bulunan Osmanlı donanmasını bir baskınla yakmış; Kaynarca Antlaşması bu hadiseden sonra imzalanmıştı. Ancak, 19. yüzyıla gelindiğinde, artık güçlenmiş bir Rusya vardır ve İngiltere'nin Hindistan'daki çıkarlarını tehdit etmektedir! İngiltere ve Fransa ilk kez Rusya'ya karşı anlaşırlar ve Osmanlıyı da yanlarına almayı başarırlar. Osmanlı'nın sonunu çabuklaştıran Kırım Harbi işte böyle başlar. Osmanlı bu iki devletin vaatlerine kanarak (sözde Kırım'ı geri alacaktık!) harbe girer. Askerler, ordunun bir harbe girmeye hazır olmadığını söylerler ama dinleyen olmaz! İki yıl süren savaşın sonunda, 1856 yılında Paris Barış Antlaşması imzalanır. Bu anlaşma ile Osmanlı devleti, sözde Avrupa Milletler Topluluğu'na kabul edilmekte ve toprak bütünlüğü Avrupa devletlerinin ortak güvencesi altına alınmaktaydı! Bunun nasıl bir güvence olduğu daha sonraki yıllarda çok acı bir biçimde anlaşılacaktır. Kırım Harbi'nin bir sonucu da, Avrupalı devletlerin baskılarıyla Batılılara ve Hıristiyan tebaaya yeni hakların, daha doğrusu imtiyazların tanındığı, 1856 Islahat Fermanı'nın kabulüdür. Sonuç olarak, Kırım Harbi sonunda Osmanlı Devleti, bırakınız Kırım'ı, bir karış toprağını bile geri alamaz! Üstelik uzun süren bu yıkıcı savaşı sürdürebilmek için ödeme yeteneğinin çok üzerinde borçlanır! Zaten son derece cılız olan endüstrisinin gelişmesi, 1838 Ticaret Antlaşması ile engellenen devlet, bu borçların altından kalkamayacak ve sonunda Avrupa devletlerinin malî denetimi altına girecektir. Kırım Harbi'nin başladığı 1854 yılı böylece, dış borçlanma maceramızın da başlangıcı olacaktır. Batı'nın bizi Ruslarla kapıştırmasının birinci sonucu Kırım'ın kaybı; ikinci vahim sonucu ise Batı kapitalizmine borçlanma yolunun açılmasıdır! Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Makale Yazısı-
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.