Tekrar hatırlatalım: Ülkemiz, Atatürk'ün ölümünden sonra bir 'ROTA KAYMASI' yaşamıştır. Atatürk'ün, dostluğuna büyük önem verdiği Rusya 'Düşman'; Batı'lı Emperyalist Devletler 'DOST' bellenerek; ülkemiz, Batı'nın yörüngesine sokulmuştur. Askerî darbeler, Batı'nın ekonomik sömürüsü, PKK terörü, FETÖ terörü, IŞİD belâsı ve Ermeni Soykırımı iddialarına muhatap olmamız; 'tüm bu yaşadıklarımıza rağmen, hâlâ daha Batı vesayetinin sürmesinden yana olan' Batıcı aydınlar hep, Batı ile kurulan bağımlılık ilişkilerinin millî reflekslerimizi yok etmesinin sonuçlarıdır. Bu iktidarın da, Amerika'nın desteği ile işbaşına geldiği bilinmeyen bir şey değil. Fakat, 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra, iktidarın, eski politikaların tam zıddı bir çizgiye geldiğini de görmek gerekir. G-20 toplantısı fotoğrafında, Çin Devlet Başkanı'nın hemen yanında yer alan Cumhurbaşkanımızın, Başkan Putin'le verdikleri samimî görüntü bu çizginin somut bir yansımasıdır. Cumhurbaşkanımızın Obama ile 'sadece' 45 dakika süren görüşmesinde, “Güney sınırımızda bir terör koridoru istemiyoruz. PKK-PYD terör örgütüdür” diyerek, verdiği net mesajlar da, ABD eksenindeki politikaların sonuna gelindiğini göstermektedir. ABD'nin, 'Kara Ordusu' olarak tanımladığı PYD'nin, bize göre, bir terör örgütü olduğunun Obama'nın yüzüne karşı söylenmiş olması önemlidir. Bu tavırda, Rusya desteğinin payı göz ardı edilmemeli; Erdoğan düşmanlığı bu önemli gelişmenin görülmesini engellememelidir. Yaşadıklarımız bir 'Rota Düzeltmesinin' işaretleridir. İktidarın yanlışları tabiî ki, eleştirilecektir. Fakat temcit pilâvı gibi, Cemaate gösterilen kolaylıkların dile getirilmesi ile bir yere varamayız. Cemaate, bundan önceki iktidarların gösterdiği müsamaha da bilinmeyen bir şey değildir. Cemaatin okullarından mezun olan başarılı öğrencilerin, Genelkurmay'da kabul edilmeleri için, zamanın Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden'in, Genelkurmay Başkanı İ.Hakkı Karadayı'yı telefonla aradığını, Gürhan Hacir'in Halk TV'deki, 3 Eylül tarihli programında öğrendiğimizde, doğrusu hiç şaşırmadık. FETÖ kimleri kandırmadı ki? Onun için, geçmişi fazla kurcalamanın bir yararı yok. Bundan sonrası için beklentimiz, bütün bu yaşadıklarımızdan ders alınarak; atamalarda ehliyet, liyakat ve sadakat ilkesine titizlikle uyulması; personel alımlarında mutlaka, KPSS sınavındaki başarı derecelerini esas alınması; muhalefetle diyalog kanallarının açık tutulması; 7 Ağustos Ruhu'nun devamı için gereken özenin gösterilmesidir. FETÖ mensuplarının devletten temizlenmesi konusunda, çok hassas davranılmadığı iddiaları söz konusudur. Bu iddialarda doğruluk payı olabilir. Biz, yargıdaki FETÖCÜ'lerin temizlenmesinden sonra, yargılamaların hukuk devleti kuralları içinde yapılacağına; Kumpas Davalarında yaşanan hukuk rezaletinin bu davalarda yaşanmayacağına inanıyor; yapılan haksızlıkların da düzelteceğini umuyoruz. Ergenekon ve Balyoz davaları sırasında, daha iddianame ortada yokken; bu davalar için 'sonuna kadar gidilsin' diyen Batılı 'dostların', FETÖ darbe teşebbüsünden sonra, yapılan tutuklamalar üzerine, nasıl 'Hukuk, Hukuk' diye feryat ettikleri; bize demokrasi dersi vermeye kalktıkları hazin bir gerçektir. Bu darbe teşebbüsü olmasaydı milletimiz, bize sürekli demokrasi dersi veren Amerika'nın ve Batı'nın ikiyüzlülüğünü kolay kolay anlayamayacaktı. “Bir musibet bin nasihatten evlâdır” atasözü meğer ne kadar doğruymuş. Ergenekon ve Balyoz tutuklularının hapishanelerde, hangi şartlarda yaşatıldıklarını unutmadık. Ertuğrul Özkök, “ Kumpas davalarında haksız yere tutuklananların, hapishanede yaşadıkları mahrumiyeti köşesinde anlattığında, bugün yayın hayatında olmayan Taraf'ın zalim bir yazarının, 'ne yani onlara Four Sesans kahvaltısı mı verilecekti” diye kendisi ile dalga geçtiğini hatırlatmış. Yine, sayın Özkök'ün bildirdiğine göre, -kumpas davalarının yargısız infazcısı- Nazlı Ilıcak Hanım ve koğuşundaki 'dava' arkadaşları, hapishane şartlarından şikâyetçiymişler! Bunlara öfkemiz çok! Fakat, dinimiz bize “Düşmanınıza bile kin tutmayın” demektedir. Temennimiz, yargılamaların süratli ve adil bir şekilde yapılması ve darbe ile doğrudan ilişkileri olmayanların tutuksuz yargılanmalarıdır. Açılım Süreci ile, PKK'nın palazlanmasına sebep olan iktidar, bugün kararlı bir şekilde PKK'nın da üstüne gidiyor. Dün nasıl, Açılım Sürecini eleştirmişsek, şimdi de PKK'nın üzerine gidilmesini bütün kalbimizle destekliyoruz. Temennimiz, bütün teröristler teslim olana kadar operasyonların sürdürülmesidir. FETÖ'cülerin temizlenmesinden sonra, Güvenlik Kuvvetlerimizin ve Ordumuzun terör örgütüne karşı, gerek yurt içinde ve gerekse FIRAT KALKANI harekâtında nasıl başarılı olduklarını da görüyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı ve sayın Başbakan, Çözüm Süreci diye bir şeyin olmadığını; operasyonların süreceğini ifade etmektedirler. Nihayet, sorunun 'Kürt Sorunu' değil, dış destekli PKK terörü sorunu olduğunu iktidarın da anlamış olması sevindiricidir. Açılım Süreci, PKK'nın bölgede kurduğu mafyatik yapının daha da güçlenmesine yol açmıştı. İktidar sözcüleri, artık böyle bir şeyin olmayacağını söylüyorlar. Bölge halkı da, devletin artık PKK karşısında kendilerini yalnız bırakmamasını istiyor. Fakat bu gelişmelerden rahatsız olanlar da var! PKK'nın ve PKK sempatizanlarının üzerine şimdiye kadar görülmemiş bir kararlılıkla gidilmesi, Batılı 'dostları' ve içimizdeki, -Türk Milleti'nin uğradığı büyük haksızlıklar karşısında, seslerini yükselttikleri hiç görülmeyen- insan hakları savunucularını harekete geçirdi! PKK'nın yayın organı gibi faaliyet icra eden Özgür Gündem gazetesi yazı işleri müdürü tutuklandığında, bu gazete ile dayanışma amacıyla, 'Nöbetçi Eş Genel Yayın Yönetmenliği' kampanyasına katılarak, birer gün sembolik yönetmenlik yapan bazı 'ünlü' yazarlar hakkında soruşturma açılınca, bunların avukatlığına soyundular. Kumpas davalarını alkışlayan, o davalarla mağdur edilen Komutanlarımızı ve aydınları yargısız infaza tâbi tutan 'bizim düşünce özgürlüğü savunucuları' ayaktalar! 3 Eylül tarihli Hürriyet'te, İsmet Berkan bu soruşturma ve tutuklamaları şöyle eleştirmiş: “Necmiye Alpay'ı da 'terörist' yaptılar ve tutukladılar. Necmiye Alpay ve Aslı Erdoğan'ın yaşadıkları hiç de komik şeyler değil. Türkiye'de Türkler ve Kürtler eşit yaşasınlar diye mücadele edip, insan onuruna sahip çıkan iki yazı insanını birden hapse atmak sahiden beynimi uyuşturuyor, beni söz söyleyemez hâle getiriyor.” Bu zata sormak lâzım: Bu ülkede Türkler ve Kürtler eşit değil mi? Aslında arzuları, Kürtçe anadilde eğitim hakkının tanınmasıdır. Bunun iki millete ve iki devlete giden karanlık bir yolu açacağını bilmiyorlar mı? Terör örgütünün en büyük gücü dağdaki teröristler değil; şehirlerdeki sempatizanlar, medyadaki bu tür destekçilerdir. Başbakan sayın Binali Yıldırım'ın, yaptığı bir açıklamada, “Çözüm mözüm yok kardeşim! O fırsat kaçtı! Kürt vatandaşlarımızın PKK sorunu vardır” şeklindeki sözleri, yıllardır duymak istediğimiz sözlerdir. Bu sözler, Hürriyet yazarı Mehmet Y. Yılmaz'ı üzmüş! 3 Eylül tarihli yazısında, Açılım Sürecini kast ederek, “O fırsatı, AKP hükümeti kaçırdı, heba etti. Hükümet ne o demokratikleşme reformlarını yaptı, ne de PKK'nın kentlerde, köylerde cephanelikler oluşturmasını önleyecek tedbirleri aldı” diyor. Şu 'demokratikleşme reformlarının' ne olduğunu söyleseler de biz de öğrensek. 'Kürt Sorunu, Demokratik Reformlar' gibi kavramları kullanarak, bölünmenin yolunu araladıklarının acaba farkında değiller mi? Bu kavramların Psikolojik Harp aracı olarak kullanıldığını hatırlatalım! Amaçları, 'Kürt Sorunu' kavramını zihinlere yerleştirmektir! Bir de, -şu çoktan kapatılmış olması gereken- HDP'nin aldığı 6 milyon oyu gerekçe göstererek, bu partiyi savunmaya soyunanlar var! Allah aşkına! PKK Çetesi'nin baskıları olmasaydı ve devlet bölgeyi bu kadar boşlamamış olsaydı HDP bu oyu alabilir miydi? Doğu ve Güneydoğu'da halk iradesinin özgürce kullanılabildiğini kim iddia edebilir? Son olarak, 'Batı'dan kopuyoruz' endişesinde olanların, belki Batı konusundaki düşüncelerini sorgulamalarına yardımcı olur umuduyla, daha yeni yaşanan bir hadiseyi hatırlatmak istiyoruz: Arıza yapan bir uçağımız, Viyana havaalanına mecburî iniş yapmıştı. Avusturyalılar, Türk pasaportu taşıyanları, Şengen vizesi olmadığı gerekçesiyle havaalanındaki kanepeler üzerinde 'misafir' ediyorlar! Fakat, uçaktaki Avrupalı yolcular ve vizesi olanlar, Viyana'daki otellere yerleştiriliyor! Batıcılıkla kimliğimizi kaybetmemiş olsaydık, bize böyle davranabilirler miydi? Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Makale Yazısı-
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.