Ülkemiz Tanzimat'tan bu yana, Batı'nın kuşatması ile karşı karşıyadır. Atatürk'le bu kuşatmayı kırmıştık. Fakat, O'nun ölümünden sonra, ülkemiz yeniden Batı'nın vesayetine sokulmuştur. Bugün, bu vahim hatayı savunanlar, 'Sovyet tehdidini' ve 'dönemin şartlarını' gerekçe olarak ileri sürülmektedirler. Hatırlatırız ki, dönemin şartları 1919'dan daha ağır değildi; hattâ 1919'la kıyaslanamazdı bile! 1919'da ülkemiz işgal altındaydı. Ordumuz dağıtılmıştı. Daha da vahimi, aydınların ve milletin çoğunluğu emperyalist devletlere karşı yapılacak bir direnişi çılgınlık olarak görmekteydiler! Buna rağmen, biz, bir İstiklâl Harbi verdik! Atatürk öldüğünde, Plânlı Karma Ekonomi siyaseti başarıyla uygulanmaktaydı. Orta Doğu'nun ve Balkanların en güçlü ordusuna sahiptik. Dünyanın en itibarlı ülkelerinden biriydik ve Batı'nın sömürgesi durumundaki Müslüman ülkelerin kutup yıldızıydık; örnek aldıkları; ilham aldıkları bir ülkeydik! Dünyada nasıl bir itibara ve güce sahip olduğumuzun bazı örneklerini geçen haftaki iki yazımızda hatırlatmıştık! Bunları bize unutturdular! Genç nesillere öğretmediler! Batı ittifakı ile birlikte büyük bir hızla irtifa kaybettik. Türkiye, Batı ittifakı içinde Millî Hedeflerini ve Millî Reflekslerini kaybettiği için bugün bulunduğu çukur yerdedir. Ermeni Soykırımı iddialarına muhatap olmamız, her gün acı sonuçlarını yaşadığımız ETNİK ve DİNCİ terör Batı ittifakının sonuçlarıdır. Atatürk döneminde böyle şeylerle karşılaşmamız mümkün müydü? Bu durumdan kurtulabilmemiz için, önce, Atatürk'ten sonra, bizi, Batı'nın vesayetine sokan politikalar sorgulanmalıdır. Ne acıdır ki, siyaset ve aydınlar bir türlü buna yanaşmamakta; Batı'nın vesayetinden kurtulmayı dünyanın sonu zannetmektedirler. Batı ittifakına girmemiz hep, 'Sovyet Tehdidi' ile açıklanmıştır. Hâlbuki, Sovyetler bize tehdit oluşturabilecek bir durumda değildi! Bu 'Sovyet Tehdidi' hikâyesi, Batı vesayetine sokulmamızı örtbas etmek için uydurulmuş bir gerekçedir. Düşününüz ki, Amerika 1945'te Hiroşima ve Nagazaki'ye atom bombası atmış ve tüm dünyaya nasıl bir güce sahip olduğunu göstermişti. Sovyetler korku içindeydiler. II. Dünya Harbi'nde 20 milyon Rus hayatını kaybetmişti. Sovyetlerin bütün arzusu, Türkiye ile yeniden, Atatürk dönemindeki gibi dostluk ilişkilerini geliştirmekti. Bunu, Demokrat Parti'nin önemli isimlerinden Prof. Fuat Köprülü bile söylemektedir! Bu Sovyet Tehdidi masalı gerçekten de çok iyi kullanılmıştır. Bu arada da Batı emperyalizmi bizi soyup soğana çevirmiştir. Bununla da yetinilmemiş, Atatürk'ün temellerini attığı Millî Devlet; eğitimi ile, ekonomisi ile kültürü ile de Batı'nın vesayetine sokulmuştur. Batı'nın tam bir kuşatması altındayız. Bu kuşatmayı, Batı'nın zihin kontrolünden kurtulmadıkça kırabilmemiz mümkün değildir. Hâlbuki, bizzat bizim kendi devletimiz, Batı hayranları yetiştiren eğitim sistemimizle, bu zihin kontrolünün sürmesine hizmet etmektedir! Bugün, Batı'ya kapağı atıp, güzel bir iş bulup, 'medenî' bir ülkede yaşamak için can atmayan kaç vatandaşımız vardır? Ne yazık ki, Atatürk'ten sonra, -altını çizerek söylüyoruz- Batı'yı 'MEVLÂ' edinen; yani Batı'nın kılavuzluğunu gönüllü olarak kabullenen bir anlayış bizi bugünlere getirmiştir. Cumhuriyetin millî hedeflerini ancak Batı ile işbirliği yaparak gerçekleştirebileceğimiz yanılgısı bize bir çok yanlış adım attırmış; ülkemiz böylelikle, Batı emperyalizminin yörüngesine sokulmuştur. Siyaset dünyamızı ve aydınlarımızı bu yanılgıya sürükleyen şey Batı hayranlığıdır ki, bu da Tanzimat'tan beslenmektedir. Bu Batı hayranlığını kırmadan, iki yakamızın bir araya gelmesi mümkün değildir. Peki, bu nasıl olacak? Önce, bize 'Doğru' diye belletilen yanlışların doğrusunu öğreneceğiz. Günümüzdeki yapay siyasî ayrışmanın da temel sebebi olan bu 'doğru bilinen yanlışlar' vatansever aydınların bir araya gelebilmelerinin önündeki en büyük engeldir. Sol kesim için bunların başında II. Abdülhamid düşmanlığı, İttihat ve Terakki hayranlığı gelir. Sağ kesim ise Hürriyet ve İtilâfa hayran; Cumhuriyet Devrimi'ne ve Atatürk'e düşmandır! Bu siyasî ayrılıklar köksüzdür; yapaydır ve çok büyük ölçüde tarihimizi bilmemekten kaynaklanmaktadır. Kaç kez yazdık; Sultan Abdülhamid bir padişahtı; ondan, seçilmiş bir Cumhurbaşkanının davranışını beklemek insafa sığar mı? İmparatorluğun şartlarını bilmeden, II. Abdülhamid yerden yere vurulmaktadır. Neymiş efendim? Abdülhamid hürriyet düşmanıymış; Meclisi kapatmışmış! Avusturya Macaristan İmparatorluğunun, bizden kısa bir süre önce Meclis'li yönetime geçtiğini; Rusya'da ise Meclis için 20. yüzyılın başının beklendiğini hatırlatırız! Meclisi ve seçim sandığını bütün sorunlarımızın çözümü için yegâne çare olarak gören İttihatçılar kısa zamanda yanıldıklarını anlamışlardır fakat ne çare ki, tecrübesiz İttihatçıların hataları bize 21. yüzyılın başında, Balkan Harbi ve I. Dünya Harbi felâketini yaşatmış; Türklüğün bu coğrafyadaki varlığı tehlikeye düşmüştür. Sandığın kutsallaştırılması sebebiyle bugün de, bu defa Cumhuriyetimiz büyük tehlikelerle karşı karşıya bulunmaktadır. II. Abdülhamid hakkında, solun en saygın isimlerinden Prof. Niyazi Berkes'in ve Doğan Avcıoğlu'nun, ezberleri bozacak tespitleri var. İttihat ve Terakki Partisi ile II. Meşrûtiyet hakkında, Şevket Süreyya'nın, Enver Paşa kitabında yaptığı tespitler de inanılır gibi değil. Fakat bu tespitler, bu değerli insanların yazdıkları kitapların sayfalarında duruyor! Kimse bunları okumuyor. Bu da, ezberlerin tekrarına ve bu siyasî yapay ayrılıkların sürmesine sebep oluyor. Çok vahim bir gerçektir ki, ne tarihimizi ve ne de dinimizi biliyoruz. Dünyaya medeniyet dersi veren bir millet olduğumuzu bilmediğimiz için Soykırımcı Batı'nın, 'Soykırımcı Türkler' iddiaları altında eziliyoruz. Alman Parlamentosunun bu Soykırımı Kararı üzerine medyada ne yorumlar yapılmadı ki? Almanya nasıl böyle bir karar alabilirmiş! Almanya bizi arkadan vurmuşmuş! Batı'nın emperyalist yüzünü, bu kararın arkasındaki siyasî sebepleri bir türlü göremiyorlar. Batı'nın derdi Ermeniler değil! Onların amacı Türkiye'yi sıkıştırmak ve kendi politikalarını Türkiye'ye dayatmak! Bizim aydınımız Batı'ya hayran fakat Batı Emperyalizmini tanımıyor! Bu niçin böyle? Çünkü bizim aydınlarımız, dünyanın merkezini Batı olarak gördükleri, dünyaya Batı Merkezli baktıkları için, karşı karşıya bulunduğumuz meselelere millî bir bakış açısı ile bakamıyorlar. Zannediyorlar ki, Batı'nın derdi dünyaya demokrasi getirmek! Şu çok iyi bilinmelidir ki, Batı'nın yegâne amacı, küresel sömürü ağlarını genişletmektir. Türkiye de bu önemli sömürü alanlarından birisidir. Peki, ne yapacağız? ABD'nin ve Avrupa'ın, bizim müttefiklerimiz olmadığı ve olamayacağı gerçeğini kabul ederek; Batı ile ilişkilerimizi, Batı'yı 'MEVLÂ' edinmeden, yani kılavuz edinmeden sürdüreceğiz. Yani Bağımsız Devlet olacağız. Bakın o zaman her şey nasıl yoluna giriyor. Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.