Karadeniz TV'de geçen Cuma gecesi, bir süre Ceviz kabuğu programını seyrettik ancak, Yeni Asya gazetesinden Kâzım Güleçyüz isimli şahsın, Atatürk hakkında, yalan yanlış bilgilerle yaptığı yorumlara fazla dayanamadık. Bu kadar önyargılı insanları acaba niçin ekranlara çıkarırlar? Bu efendiye göre, Atatürk'ün, Kur'an'ı Kerim tefsirini yaptırmasının sebebi 'Türkçe metnin okunması ile Kur'an'ı halkın gözünden küçük düşürmekmiş!' Evet, dini kendi tekellerine alan bu zihniyet, milletimizin Kur'an'ı kendi dilinden okuyup, gerçek Müslümanlığı öğrenmesinden korkuyorlar çünkü o zaman millet üzerinde kurdukları hâkimiyet sona erecek. Recep İhsan Eliaçık ve Eren Erdem gibi, halkçı ilâhiyatçıların yaptığı Kur'an açıklamalarını okuyun, bunların katıldığı televizyon programlarını takip edin; bu millete yüzyıllarca, nasıl, uydurma bir İslâm'ın öğretildiğini ancak o zaman anlayabilirsiniz. Kâzım Güleçyüz, son günlerde sıkça yapıldığı gibi, İskilipli Atıf Hoca üzerinden Atatürk'e vurmaya çalıştı. Neymiş efendim, 'İstiklâl Mahkemesi diğer birçok insan gibi onu da suçsuz yere asmış!' Konunun nasıl istismar edildiğini biliyoruz. Ne ise ki, 11 Mart Pazar günü Ulusal TV'deki bir programa katılan eski Meclis Başkanlarından sayın Hüsamettin Cindoruk'un açıklamalarıyla doğrusunu öğrendik. Sayın Cindoruk'un belirttiğine göre, Meclis Başkanı iken, Refah Partisi milletvekili Hasan Mezarcı kendisine gelerek, İstiklâl Mahkemesi zabıtlarını incelemesine izin verilmesini istemiş. Cindoruk o ana kadar, zabıtların Meclis'te korunduğunu bilmemekteymiş; araştırmış ve klasörler hâlindeki zabıtları makamına getirtmiş; o zabıtlar içinden, İskilipli Atıf Hoca'ya ait olanlarını buldurup, fotokopilerini çıkartıp Hasan Mezarcı'ya vermiş. Hasan Mezarcı da takriben 20 yıl önce bu konuda bir kitap yazmış ve bu meselenin aslını öğrendiği için olsa gerek artık bu konuyu pek karıştırmamış. Sayın Cindoruk'un belirttiğine göre, Atıf Hoca'nın asılmasının sebebi Kuvayı Milliye hareketine karşı çıkmak ve düşmanla yaptığı işbirliği. Eğer sayın Cindoruk doğruyu söylemiyorsa İstiklâl Mahkemesi zabıtları imha edilmiş değil; Meclis Başkanlığı emrinde muhafaza edilmekte; farklı bir şey varsa açıklasınlar öğrenelim. Mâlûm kalemler, arada bir Atatürk'ün 'diktatörlüğünü' dile getirmeyi ihmâl etmiyorlar. Biri bırakıyor, diğeri alıyor! Ahmet Altan da 10 Mart tarihli yazısında şunları zırvalamış: “Osmanlı'da padişahlar eleştirilemezdi; eleştirenleri boğdururlardı. Atatürk de eleştirilemezdi. O cumhuriyetçi olduğu için İttihatçılardan da, son dönem padişahlarından da daha hızlı çıkmıştı; eleştirenleri İstiklâl Mahkemesi tarikiyle sehpaya gönderiverirdi; tarihçiler benden daha iyi bilir ya, benim bildiğim Atatürk'ün öldürttüğü adam sayısı Abdülhamit'in öldürttüklerinden çok daha fazladır…” Ahmet Altan, Atatürk üzerinden II. Abdülhamid'e de vuruyor! Abdülhamid'in cinayetleri neymiş? Mithat Paşa'nın Taif'te boğdurulması mı? II. Abdülhamid hakkında söyleyeceğimiz çok şey var; onu şimdilik başka bir yazıya bırakalım ve biz Atatürk hakkındaki iftiralara gelelim. Türk Milletine karşı çok aşağılık bir Psikolojik Harp sürdürülmektedir. Hedefleri Türklüktür; bu devletin kurucusu olan büyük Atatürk'e itibar kaybettirerek Millî devletimizi çökertmektir. Dikkat ediniz bu insanlardan emperyalizme karşı tek bir lâf duyamazsınız! Batı ile ittifakı savunurlar, hepsi NATO'cudur, ABD'cidir, AB'cidir! Atatürk anti emperyalistti; hiçbir Batılı ülke ile ittifak yapmamıştır. Yaptığı iki ittifak vardır; ilki 1934 yılındaki Balkan Paktı, ikincisi Tahran'daki Sâdâbat Sarayında imzalandığı için bu adla anılan, Türkiye, İran, Irak ve Afganistan'ın üye olduğu Sâdâbat Paktıdır. Bu iki pakt da emperyalizme karşı bir ittifaktır! Bu yüce millet Atatürk'e, o alçakça iftiralarla saldıranların büyük bir çoğunluğunun emperyalizmin işbirlikçisi olduğunu er ya da geç anlayacaktır. Her şeye rağmen, büyük Atatürk'ün söylediği gibi Türkiye Cumhuriyeti'nin ilelebet payidar olacağına olan inancımız tamdır. AKP'nin yaptırttığı bir ankette bile, yaratılan bu kafa karışıklığına, bu iğrenç karalama kampanyasına rağmen yine de, milletimizin yüzde yetmişinin Gençliğe Hitabe'ye sahip çıkması anlamlıdır. Görüldüğü gibi, ne yaparlarsa yapsınlar, millet Türklüğünden, Atatürk'ünden ve devletinden vazgeçmiyor. Fakat bu yalanlara karşı da tarihî gerçekleri arada bir hatırlatmak gerekiyor. Biz, Atatürk'ün, dünyanın en yüksek insanî vasıflara sahip devlet başkanlarından biri olduğuna inanıyoruz. 'Demokrat' kavramını özellikle kullanmıyoruz çünkü bu kavram, yerli yersiz kullanılan birçok kavram gibi, kültürümüze Batı hayranlarının monte ettiği bir kavramdır. Kendi kültür tarihimizin bir ürünü değildir. Atatürk'ün yüksek insanî vasıflarına yüzlerce örnek verilebilir. Ancak burada Lord Kinross'un verdiği bir örneği paylaşmak isteriz. Bazı çevrelerin, Atatürk'ün masasında şiir okumayı reddetmek yürekliliğini (!) gösterdiği için Nazım Hikmet'e övgüler düzdükleri bilinir. Lord Kinross'un, Nazım'ın, Atatürk'ün masasından kalkması hakkında verdiği bilgi şudur: “Şiire ayrılan akşamlarda meselâ Yahya Kemal gibi tanınmış şâirler yüksek sesle şiir okurdu. Gazi şâirlere karşı gerçek bir saygı duyardı. Öyle ki, bir gün, genç şâirlerden Nazım Hikmet'ten, bir şiir okuması istenince, “Ben kabare sanatçısı değilim” diye horozlanıp masadan kalkması bile bu saygıyı zedelemedi. Gazi kızmadı, sadece üzüldü. Çünkü gerçekten bu gençle sanatından söz etmek istemişti” (Kinross, Atatürk. s. 707). Bir şairin, şiir okumayı reddederek, bir 'diktatörün' masasını terk etmesi mümkün müdür? Dolmabahçe sarayında, hoş olmayan bazı davranışları sebebiyle sofrayı terk etmesini istediği Dr. Reşit Galip'in, “Burası milletin sofrasıdır, Burada oturmaya benim de sizin kadar hakkım vardır” sözü üzerine Atatürk'ün karşılığı ancak, “Öyleyse müsaade ederseniz ben terk edeyim” olacaktır (Cemal Granda, Atatürk'ün uşağının gizli defteri. s. 82)! Mustafa Kemal Paşa aynı Reşit Galip'i daha sonra Millî Eğitim Bakanı yapacaktır! Atatürk, İstanbul Şehir Tiyatroları'nda bir oyunu izlemeye gelecektir. Oyun başlamak üzeredir fakat Atatürk görünürde yoktur. Muhsin Ertuğrul, prensibi gereği, saati gelince oyunu başlatır. Atatürk, ancak yarım saat sonra gelir. Muhsin Ertuğrul, “İlk perde bitmeden sizi içeri alamayacağım sayın Cumhurbaşkanım” diyerek, Atatürk'ü müdüriyette ağırlar (Tuncer Cücenoğlu, Aydınlık, 23 Nisan 2011)! Günümüzün 'demokrat' siyasetçilerine böyle bir muamelenin yapılması mümkün müdür? Bir de şu, 'İstiklâl Mahkemelerinde asılan on binlerce insan' masalı var! Prof. Ergun Aybars'ın belirttiğine göre bu mahkemelerde asılanların sayısı 1204'tür! Fransız İhtilâli'nde giyotine gidenler yüz binlerle ifade edilir. Sovyet Devrimi'nde ise milyonların katli söz konusudur. Şunu hatırlatalım ki, İstiklâl Harbi'miz de bir ihtilâldi fakat tarihin en kansız ihtilâliydi. Atatürk'e kara çalmaya çalışmak vicdansızlıktır, alçaklıktır, hainliktir. Ulusal TV'de 11 Mart Pazar günü izlediğimiz programda 'Yeni' Anayasa tartışılırken 'Çıkış Yolu' üzerinde de duruldu. İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı sayın Mehmet Cengiz tüm Ulusalcı, Milliyetçi ve Atatürkçülerin kuracağı bir 'Cephe' den söz etti ki, bize göre mesele o kadar basit değil. Çünkü temel müşterekleri olmayan insanlarla kurulacak yapay cephelerle hiçbir yere varılması mümkün değildir. Doğrusunu söylemek gerekirse, o programda İstanbul Barosu Başkanı sayın Ümit Kocasakal'ın yaptığı açıklamalar bize güç verdi ve 'bu ülkede meselelerin esasını kavramış gerçekten tarih şuuruna sahip böyle aydınlar var oldukça bu menfur küresel projelerin başarılı olması mümkün değildir' diye düşündük. Evet, sayın Kocasakal 'Çıkış Yolu' hakkında konuşurken aklımda kaldığı kadarıyla şunu özellikle vurguladı: Önce bu milletin dinî değerlerine saygılı olacağız; insanları başörtüleriyle değil, 'emperyalizmle işbirliği mi yapıyor yoksa karşı mı çıkıyor' buna bakarak değerlendireceğiz ve GDO'lu aydınlarla mücadele edeceğiz! Evet, ne yazık ki, bu iktidara 'Şeriatçı' diyenler, aslında bu iktidarın sürmesine hizmet ettiklerinin hâlâ daha farkında değiller! Bu konuda Rafet Ballı'nın Aydınlık'taki bir tespitini önemli buluyoruz. Rafet Ballı İranlı haber kaynağına, “Tayyip Bey'le birlikte, İslâm kardeşliği çerçevesinde Suriye ve İran'a askerî müdahaleye hazırlanıyoruz” diye bir espri yapar. İranlı haber kaynağı şu cevabı verir: “Biz onları hiçbir zaman ümmetçi saymadık ki, liberal onlar…” Ah bunu bir de bizimkiler anlayabilseler! Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Makale Yazısı-
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.