Sözde, 'Barış' ve 'Demokrasimizin daha da gelişmesi' adına 'Anayasadan Türklüğün çıkarılması', 'Demokratik Özerklik' gibi küstah öneriler televizyonlarda tartıştırılarak, millî direnç yok edilmeye çalışılıyor! Atlantik ötesinden organize edilen melûn propaganda o kadar şeytanca ki, kabûlü, 'Millî İntiharımız' demek olan bu şeylerin, 'Millî Saadetimiz' olduğuna Millet neredeyse inandı inanacak! Türk Milleti'ne karşı sürdürülen bu Psikolojik Harp'te, ne tuhaftır ki, adında 'TÜRK' kelimesi bulunan kanallar en önde gidiyor! Ülkenin, pusulasız, hattâ kaptansız seyreden bir gemiden farkı yok! Ve ne yazık ki, başta aydınlar olmak üzere, milletin büyük bir çoğunluğu, içinde bulunduğumuz vahim gelişmeleri tevekkülle seyretmekte! Gaflet uykusu o kadar derin ki, üstümüzdeki yorgan gitmiş, altımızdaki yatak da gitti gidecek! 'Milliyetçiyim', 'Ulusalcıyım', 'Atatürkçüyüm', 'Vatanseverim' 'Müslüman'ım' diyenlere her zamankinden daha büyük görevler düşüyor. Vatana ve millete karşı olan görevlerimizi daha şuûrlu yapabilmek için de o büyük insanı, Milliyetçi Atatürk'ü daha iyi tanımak gerekiyor. Gazeteler, bu yıl ilk defa, Cuma hutbelerinde Büyük Taarruz'dan söz edilmediğini yazdı! Gerçi, bizim bulunduğumuz câmide 26 Ağustos'a kısaca değinildi fakat Atatürk'ten tek kelime söz edilmedi; aziz ruhu için bir Fatiha okunmadı! 30 Ağustos sabahı TRT Haber kanalını izliyoruz; ne Atatürk var ne de bu millî günümüzden söz eden bir yorum! Halide Edip Adıvar, “Türk'ün Ateşle İmtihanı” isimli kitabında, işgal İstanbul'unda yaşadığı bir hâdiseyi anlatır. Vapurla Bebek'ten İstanbul'a gelirken, her seferinde, İtilâf devletlerinin donanmasının önünden geçmek zorundadırlar. Bir keresinde üzüntüsü yüzüne vurmuş olmalı ki, yanında oturan bir işçi kadın nasırlı elleriyle elini tutarak, ona “Bu da geçer” der. Bu millet, Atatürk'ün önderliğinde, 'mâkûs talihini' nasıl yendiyse; bu karanlık günlerden aydınlık günlere çıkmayı da mutlaka başaracaktır. Bunlar da geçecektir. Yeter ki, Atatürk'ün, unutturulmak istenen 'Anti Emperyalist Milliyetçiliği' rehber edinilsin. Fakat önce, Atatürk'ün Milliyetçilik anlayışının ne olduğu iyi bilinmelidir. Bugün en temel ihtiyacımız budur. Atatürk'ün Milliyetçiliğini ve 'bugünlerde artık adı bile telâffuz edilmeyen' Türk Milleti'ne olan büyük aşkını, geliniz, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun şiir gibi bir üslûpla anlattığı “Atatürk” isimli kısa biyografi denemesinden birlikte okuyalım: “Türk Milletinin haysiyet ve menfaatiyle uzaktan yakından alâkalı milletlerarası hâdiseleri, âdeta bir şimşek süratiyle seziyordu. Bilmem hangi gazetede aleyhimize tefsir olunabilecek bir satır yazı mı yayınlanmış? Buna derhal cevap vermek lâzımdı. Elçilerimizden birisi, bilmem hangi Hükümet Reisi'nden istediği günde randevu mu alamamış? Bu elçiyi hakarete uğramış bir memur gibi derhal geriye çağırmalıdır. Avrupa devlet ricalinden biri, Türkiye'den bahsederken, kâfi derecede hürmetkâr bir dil mi kullanmamış? Türk devlet ricalinden biri de onun memleketinden aynı tavır ve ifadeyle bahsetmeliydi…O Türk Milleti'nin daima tetikte uyanık şuûru idi. Türk Milleti onda tek bir adam hâline inkılâp etmişti. Bütün duygululuğu, bütün dehâsı, bütün enerjisi millî faziletlerimizin bir hülâsası gibiydi. Öyle ki, Türk Milleti'nin mânevî vasıflarını incelemek isteyen herhangi bir ecnebî araştırmacı, Atatürk'ün şahsında bu vasıfların bütün karakterlerini toplanmış bulabilirdi…. Acaba, milliyetçiliği bir mezhep, bir din hâline sokmayı aklından geçirdi mi? Geçirmemiş olsa bile, Türklüğünü, bütün Türk olan şeyleri, dindarane bir aşkla sevdiğini biliyoruz ve eminiz ki, dünyaya gözlerini kaparken 'Asîl Soy'un ebediyeti içinde eriyip gittiğine imanı vardı.” Atatürk'ün yaşadığı dönemde, dünyadaki herhangi bir büyük devletin, millî gururumuzu kıracak bir davranışı söz konusu bile olamazdı. Türkiye Cumhuriyeti, milletlerarası alanda itibarlı ve sözüne güvenilen bir devletti. Atatürk sonrası için ise, dünyanın en saygın liderlerinden biri olan Mahatma Gandi şu tespiti yapmaktadır: “Biz Türkiye Cumhuriyeti'ni dünyanın en güçlü devletlerini dize getiren bir büyük devlet olarak tanıdık. Türk Milleti'nin emperyalistlere karşı verdiği mücadeleden ilham da aldık. Fakat Atatürk öldükten sonra Türkiye küçük bir Balkan devleti derekesine düştü.” O'nun, bırakınız Başbakanını, milletinin bir mensubunu bile küstah bir emperyalist devletin başkanı aşağılayamazdı. Şimdi Başkan Obama'nın 'eli sopalı' resimleri servis edilebiliyor! O'nun sağlığında hiçbir devlet, Türkiye'yi 'Ermeni Soykırımı' yapmak iddiasıyla suçlamaya cesaret edemedi. Daha dün, Fransa'da, yeni seçilen Cumhurbaşkanı Hollande'ın kararı ile, 'Ermeni Soykırımı' iddiaları ders kitaplarına girdi! Atatürk'ün Türk Dili ve Tarihi hakkındaki tezlerinin anlamını bugün dahi kavrayamayanların varlığı bir gerçektir. Yakup Kadri'ye göre, bu aslında, Millî Kurtuluş mücadelemizin ikinci safhasıdır. “Bu mücadelenin birinci safhası siyasî ve iktisadî istiklâlimizle neticelenmiştir; ikinci safhanın hedefi ise Kültürel İstiklâlimizdi. Bunun için de, özellikle Batılı oryantalistler tarafından aydınlarımızın ruhlarına âdeta kazınan 'Türklerin uygarlık tarihine bir katkıları yoktur, Türkler medenî kabiliyetten yoksundur' şeklindeki bilim dışı anlayışın yıkılması gerekiyordu. Bunun yolu da Türk tarihinin üstü örtülen bütün gerçeklerini ortaya çıkarmaktı. İşte Türk Tarih Kurumu bu amaçla kurulmuştu.” Yakup Kadri, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu'nun kuruluş gayesi hakkındaki düşüncelerini daha sonra şöyle sürdürüyor: “Bence, Atatürk'ün bu müesseseleri kurup, onlara her teşebbüsün fevkinde bir kıymet ve ehemmiyet verişinin, ölüm yatağında bile onun devam ve bekasını düşünüşünün başlıca sebebi, sade ilmî bir hareketi teşvik kaygısından ziyade, millî şuûru, millî gururu ve Türk Milleti'nin kendi nefsine emniyet ve itimadını kuvvetlendirmek endişesidir.” Atatürk, emperyalizme karşı olan, saldırgan değil barışçı bir milliyetçiliğe inanmaktaydı. Türk Milliyetçiliğine yapıştırılmak istenen 'Irkçılık' yaftasının Milliyetçi düşünceye itibar kaybettirmek isteyenlerin eseri olduğu bilinmelidir. Türk Ocağı'nı 1932 yılında Atatürk'ün kapattığını hatırlatalım! Ailesinin asaletiyle övünen Bizans İmparatoru Teodos'a, Attilâ'nın “Ben de büyük ve asîl bir milletin evlâdıyım” cevabını verdiği bilinir. General Fahri Belen, “Tarih Işığında Devrimlerimiz” isimli kitabında, Atatürk'ün, Wells'in Cihan Tarihi'ni okurken, Attilâ'nın bu sözünü okuyunca heyecanlanarak, “vay” diye ayağa fırladığını yazar. Yakup Kadri, Atatürk'ün, Nutuk'ta da kullandığı bu sözü tekrar etmekten hususî bir haz duyduğunu; sonradan bu sözün onun ağzında “Ne Mutlu Türk'üm Diyene” hitabı şeklini aldığını yazmaktadır. 30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun! Ne Mutlu Türk'üm Diyene! 30. 08. 2012 Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.