Zor günlerden geçiyoruz. Bizi yok etmekte kararlı oldukları tarihen sabit olan fakat her nasılsa, Atatürk'ten sonra, 'dost ve müttefik' bellenen Batı'nın, ülkemize karşı gayrî ahlâkî- asimetrik taarruzu, tarihin bütün devirlerinden daha şiddetli bir şekilde sürüyor. FETÖ, PKK ve IŞİD bu saldırının araçlarından sadece bazılarıdır. Bir de yumuşak karnımız olan Batı hayranı aydınlarımız ve siyasetçilerimiz var! Kim dost kim düşman yeniden belirlenmesi gereken bir dönemde, sınırlı bir şekilde de olsa Avrasya'ya yaklaşılırken, onların Batı'dan kopacağız diye ödleri kopuyor! Belki farkında değiller ama bu Batı hayranlığı onların da, asimetrik savaşın araçlarından biri olarak kullanılmalarına yol açıyor! Bugünlere gelmemize sebep olan öyle akla ziyan hatalar yapıldı ki! Meselâ Kürt Açılımı Süreci! Bu süreçte PKK ve onun Meclis'teki temsilcisi partinin 'Kürt vatandaşlarımızın temsilcisi' olarak kabul edilmiştir! Terör örgütüne böyle bir pâye verilmesinde, 'ülkemizi demokratikleştirmek isteyen' Batılı 'dostlarımızın' dayatmaları muhakkak ki, önemli olmuştur. Amerika'nın tavsiyelerini ve AB'nin raporlarını hatırlayınız! Hâlbuki, bu terör örgütü, Kürt halkının düşmanıdır. Ne var ki, bazı Kürt vatandaşlarımızın, yapılan propagandalardan etkilenerek örgüt saflarına katıldığı ya da sempatizan oldukları da bir gerçektir. Fakat, şunu hemen ifade edelim ki, bunda, devletin bölgede yarattığı boşluğun ve Batı'nın propagandalarından etkilenerek, bu terör örgütünün 'Kürtlerin özgürlüğü için savaştığına inandırılan' bir aydın kesiminin ve medyadaki etki ajanlarının katkıları büyüktür. Umarız artık, PKK'nın, emperyalizmin taşeronu Kürt düşmanı bir terör örgütü olduğu anlaşılmıştır. Nitekim, HDP eşbaşkanı Figen Yüksekdağ'ın Iğdır mitingine, ancak iki yüz kişinin katıldığını hatırlatırız. Yaşadığımız hadiseler göstermektedir ki, eğer, devlet devlet gibi davranmış olsaydı; PKK terör örgütünün üstüne ciddiyetle ve kararlılıkla gidilseydi, PKK bu boyutlara ulaşamazdı! Bu gelişmenin yaşanmasının en önemli sebeplerinden birinin de, yanlış Suriye politikası olduğunu belirtmeliyiz. Daha dün, Cizre'de patlatılan 10 ton patlayıcının, Suriye'den katırlarla taşınmış olduğunu belirtelim! Suriye'de olaylar başladığında, isyancıların değil, Suriye Devleti'nin yanında yer almış olsaydık; bugün, Suriye sınırımızda Suriye Devleti olsaydı, PKK ve PYD Suriye'nin kuzeyinde bir varlık gösterebilir miydi? Nitekim, bizzat bu hükümetin Başbakan yardımcısı sayın Numan Kurtulmuş, “Başımıza gelen birçok şey Suriye politikamızın bir sonucudur” diyor! Sayın Başbakan da, 'Suriye'nin toprak bütünlüğünden yana olduklarını' sık sık tekrarlıyor. Ne var ki, henüz Suriye ile yakın bir temas kurulması söz konusu değil! Hâlbuki, Türkiye'nin güvenliği Suriye'den geçmekte! Bunu iktidar çevreleri de söylüyor. Peki, o zaman, Suriye ile el sıkışmak için hâlâ ne bekleniyor? Bireysel kinler üzerine dış politika kurulur mu? Bu kadar hata nasıl yapıldı? Nedenleri çok! Birincisi; bu iktidar Cumhuriyetin kurucu değerleri ile barışık değil. Ümmetçilik anlayışları emperyalizm tehdidini ve buna karşı yegâne savunma aracımız olan Millî Devletin önemini kavramalarını engelliyor. Bu devletin kuruluşunda, Kürtlerin hakkının verilmediğine inanıyorlar. PKK'nın üzerine kararlılıkla gidilememesinin temel etkenlerden biri de, bu terör örgütünün, Batı'nın koruma ve kollaması altında olmasıdır. Bu yüzden, Batı'ya rağmen bu iktidar da, önceki iktidarlar da PKK'nın üzerine kararlılıkla gidememişlerdir. Terör örgütünün üzerine etkili bir şekilde gidilebilmesi ancak FETÖ'cülerin Ordumuzdan ve Güvenlik Kuvvetlerimizden temizlenmesinden sonra mümkün olabilmiştir. Bu durum, FETÖ için de geçerlidir. Bir Amerikan Derin Devleti projesi olan bu örgütün, devlet içinde yapılanmasının geçmişi 1980'li yıllara kadar dayansa da, AKP iktidarında FETÖ devlete tamamen yerleşmiştir. Bizzat İçişleri Bakanı 74 ilin Emniyet Müdürünün; Emniyet İstihbarat Dairesindeki yedi bin polisten, altı bin beş yüzünün FETÖ'cü olduğunu açıklamıştır! Silâhlı Kuvvetlerimizdeki subay-astsubayların üçte ikisinin de FETÖ'cü olduğu belirtilmektedir. Yargı, Yüksek Yargı ve Bakanlıklar da hakeza öyledir! Peki, bu nasıl oldu? Daha doğrusu nasıl olabilir? 'Kandırıldık' demekle geçiştirilebilir mi? Bu ülkede sağduyu sahibi birçok yazar, Fethullah Cemaatinin bir küresel proje olduğunu belirttiler. Devlete verilen resmî raporlarda da bu cemaatin devlet için ileride büyük bir tehdit olacağına dikkat çekildi. Meselâ Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Cevdet Saral'ın, 1999'de verdiği rapor bunlardan sadece biridir. Dr. Necip Hablemitoğlu, 2000 yılında, ölümünden sonra yayınlanan “KÖSTEBEK” kitabında bu örgütü etraflıca anlattı. Fakat iktidar bir türlü bu gerçeği göremedi! Devlet adamları için bunun mazereti olamaz. Kadı Burhaneddin'in şu sözlerini hatırlatırız: “Devlet adamının gözü dağın arkasına görür; devlet adamının aklı, olacak olanı bilir!” Olacak olanı bilmek için müneccim olmak gerekmez.. Sadece devlet aklına sahip olmak, bilimsel düşünmek, bürokrat ve danışmanların ehliyetli ve devlete sadakat duygusu olanlar arasından seçilmesi yeterlidir. Yok böyle yapmaz da, 'alnı secdeye değen-değmeyen' ayrımı yaparsanız sonuç işte böyle olur. Demek ki, Kur'an'ı Kerim'in, 'Allah'la aldatanlara dikkat çeken' âyetlerine ve yüce Peygamberimizin, “İnsanlarla ilişkilerinizde, onların ibadetlerine değil, dinarla dirhemle ilişkisine bakınız” hadisine hiç dikkat edilmemiş! Dindar nesiller yetiştirmek iddiasında olanların; her ne kadar, devleti Anayasa ve kanunlara göre yönetmeleri asıl olsa da; Kur'an'ın, Müslümanları rüşde kılavuzlayan âyetlerini akıldan çıkarmamaları gerekmez mi? Meselâ Nisa Suresi 58. âyet “Emaneti ehline verin, hükmettiğinizde adaletle hükmedin” diye buyurmaktadır. Kur'an'ın bu açık hükmüne uyulmuş olduğunu kim iddia edebilir? Makam ve mansıplar dağıtılırken, ehliyete, liyakat ve sadakata bakılmış mıdır? Bakılmış olsaydı; böyle olur muydu? 'Geçmişi bırakalım; geleceğe bakalım' diyenler var! Tamam! Geçtiğimiz zor günlerin hatırına, geçmişi sorgulamayı bırakalım. Şimdi uzlaşma zamanıdır. Fakat, ülkemiz üzerinde kara bulutlar dolaşırken; ülkenin bütünlüğü büyük tehditlerle karşı karşıya iken; daha dün sayın Kılıçdaroğlu hain bir suikasttan son anda kurtulmuşken; her zamankinden daha fazla birlik beraberliğe ihtiyaç varken; özellikle iktidarın, Millî Birliğin pekiştirilmesi için alacağı kararlar ve uygulamalarında daha hassas olması gerekmez mi? Fakat iktidar yine kendi bildiğini okumaya başladı! Hâlbuki, ne güzeldi 7 Ağustos mitinginde iktidar ve muhalefet temsilcilerinin bir araya gelmeleri. Barolar Birliği Genel Başkanı sayın Prof. Metin Feyzioğlu'nun, Baro Başkanlarıyla birlikte Beştepe'ye çıkarak, Cumhurbaşkanı ile görüşmeleri; el sıkışmaları. Adlî Yıl açılış törenine birlikte katılacak olmalarının açıklanması; ülkede esen bahar havası ne güzeldi. Bu törenin Saray'da yapılacak olması Yenikapı Ruhu'nu zedelemedi mi? Cumhuriyet karşıtı düşünceleri ile tanınan SADAT BAŞKANI Adnan Tanrıverdi'nin Cumhurbaşkanı Başdanışmanı yapılmasına ne demeli? Tanrıverdi, Kürtçe eğitimine Anayasal koruma istiyor! Eyalet sistemi istiyor! Cumhurbaşkanlığı forsuna bir yıldız daha eklenmelidir diyor! Dahası var! Anayasadan Türklük kavramının çıkarılmasını savunan bir başka isim de, sayın Cumhurbaşkanı tarafından Anayasa Mahkemesi üyeliğine atanıyor! Rektör atamalarında da, yine eski anlayışın sürdürüldüğü görülüyor! Son 'sürpriz çıkış' da Meclis Başkanı'ndan geldi; Küba'nın Millî Kahramanı Che'ye, 'eşkıya' diyerek, Küba'yı incitti ve ulusalcı kesimleri ayaklandırdı. Bu anlayışla nasıl uzlaşılır ve nasıl Millî Birlik sağlanır? Sayın Cumhurbaşkanı, Anayasa Mahkemesine, rektörlüklere istediğini atayabilir; istediği kişiyi danışman yapabilir; yetki kendilerinindir. Fakat unutulmamalıdır ki, fırtına geçmiş değildir! Bu fırtınayı ancak Yenikapı Ruhu'nun korunması ile atlatabiliriz. Sayın Cumhurbaşkanının yapacağı atamalarda tarafsızlık görüntüsü vermesi Yenikapı Ruhunu' güçlendirmez mi? Böyle bir görüntünün verilmesi, muhalif kesimler nezdinde Cumhurbaşkanlığının prestijini arttırmaz mı? Kimse fedakârlıkta bulunmazsa Millî Birlik Ruhu'nu nasıl sürdürebiliriz? Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Makale Yazısı-
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.