Özdemir İnce, Cumhuriyet Gazetesi'nde 19 Kasım tarihli yazısında, Lübnan'daki kaosun temel nedeni olan karmaşık toplum yapısından söz etmiş. Türk üst kimliğine dayanan Millî Devlet yapımızı bugünkü sorunlarımızın temel sebebi zanneden gafillerin bu yazıyı okumalarını öneririz.
Sayın İnce özetle şöyle diyor: “1516-1918 yılları arasında Lübnan'a egemen olan, Osmanlının kurduğu, dinlere ve mezheplere dayalı idarî ve toplumsal düzen aşağı yukarı günümüze kadar sürmüştür (1516'da başlayan Osmanlı hâkimiyetinden önce de Lübnan Memlük Türk Devletinin hâkimiyetindeydi İ.Ş.A). (Lübnan'daki) yarı özerk yönetim, din ve mezheplere bölünmüş feodal topluma barış ve huzur getirmedi. 1918-1946 yılları arasında Suriye ve Lübnan'ı mandası altında yöneten Fransa, Lübnan'ı 1943'de Suriye'den ayırarak ülkeye egemen olan çelişkiyi güçlendirmiştir. Hıristiyan Maruniler, Sünniler, Şiiler, Dürziler ve başka küçük topluluklardan oluşan nüfusun bir ulus, bir devlet oluşturması olanaksızdı. Bu nüfus Suriye içinde bir ya da iki vilâyet hâlinde kalsaydı aralarında iktidar kavgası olmazdı.
Osmanlı'dan mülhem kota sistemi cumhurbaşkanlığının, başbakanlığın, meclis başkanlığının ve milletvekilliklerinin, dahası devlet memurluğunun belli kotalar oranında dinler ve mezhepler arasında pay edilmesi, Lübnan'daki insan yığışımının bir ulusa dönüşüp bir devlete sahip olmasına engel olmuştur. Lübnan'da Lübnanlı var ama bir Lübnan ulusu yok. Şimdi, Lübnan'ın içinde bulunduğu bataklığı göz önünde tutarak, AKP'nin karmaşık tutkuları yüzünden Türkiye'nin içine düştüğü çıkmaza gelelim: Türkiye'deki 4 milyon Suriyeli sığınmacı 15-20 yıl sonra 10 milyona ulaşarak Lübnan'a gelen Filistinlilere dönüşerek özerklik isterlerse; bir Türk-Kürt-Arap federasyonu isterlerse hiç şaşırmayalım. Türkiye'de din (ümmet) birliği diye bir yanılsama olamaz. Araplarda bile bu bilinç ve dayanışma yoktur. Türkiye'de henüz tamamlanmamış ulusal birlik vardır. Bu bilinci oluşturan parçaların adını saymak ayrımcılıktır.“
Bugün Lübnan'da bir ayaklanma var. Lübnan kaos içinde. Bu kaosun nedeni Lübnan'ın bu karmaşık yapısıdır. Lübnan'ın bir türlü bir ulus devlet hâline gelememesidir. Irak'ta da bir ayaklanma yaşanıyor. Irak halkı Amerika'nın kurduğu düzene isyan ediyor. Irak'ta da etnik ve mezhebe dayalı bir yönetim yapılanması söz konusudur! Bunu, Irak anayasasını yapan Amerika gerçekleştirdi. Amerika Irak'ta, etnik yapılara ve mezheplere dayanan bir yapı kurarak günümüzdeki kaosun temellerini atmış oldu. Bugün, Iraklı aydın din adamları, bir Atatürk'e sahip olamadıkları için yakınıyorlar. Bizim İslâmcılarımız ise, çağların gerisinde kalmış bir ümmetçiliği savunarak, Atatürk'ün kurduğu Ulus Devlet yapısını hedef alıyorlar!
Evet, Türkiye'deki dinci hareketlerin de, Kürtçü hareketin de temel hedefi Ulus Devlet yapımızı yok etmektir. İnsanları kendi etnik kimliklerine âşık edecek politikalar takip etmenin Ulus Devletimizin sonu olacağını artık herkes kavramalıdır. Ne yazık ki, en yetkili ağızlardan Türkiye'deki etnik grupların adlarını sık sık duyuyoruz. Bu doğru bir şey değil. Devletimiz, Türk vatandaşlarında Türk üst kimliği altında yaşamanın anlam ve önemini idrak edecekleri bir kültür politikası takip etmelidir. Batılı 'dostlarımızın' Türk Kimliğini hedef aldıkları unutulmamalıdır. Eğer Türk Kimliğini yok etmeyi başarırlarsa, ortada Türkiye Cumhuriyeti Devleti diye bir yapının da kalmayacağı; bu devlet yıkıldığında, Türküyle, Kürdüyle bu enkazın altında kalacağımız bilinmelidir.
Avrupa Parlamentosu milletvekillerinden Andrew Duff adlı İngiliz miletvekili Türkiye'nin artık Kemalizm'i ciddî bir biçimde tartışmak zorunda olduğunu söylüyor! Andrew Duff 2005 yılında şu konuşması ile öne çıkmış: “Türkiye Avrupa'nın gerçek partneri olabilmek için klâsik milliyetçi Kemalizm'le mücadele etmelidir. Devletin gücü azaltılmalıdır. Kemalizm reforme edilmeli ve bu eski liderin fotoğrafları kamu binalarının duvarlarından indirilmelidir (Bunu isteyen 'Türk' yazarlar da var!). Türkiye artık Kemalizm'de değişme gereğiyle yüzleşmeli. Sadece yasalar, anayasa değil; Kemalizm kültürü ve felsefesi de değişmeli. Atatürk büyük adamdı, ülkesini Batılılaştırmak istiyordu. Ancak 1920'lerden kalan birçok devletçi yapı hâlâ duruyor. Türkiye'nin merkeziyetçi yönetim yapısından adem-i merkeziyetçi yapıya geçmeye ihtiyacı var. Diyarbakır'da bölgesel otonomiye varacak şekilde merkeziyetçi yapının değişmesi iyi olur. Bunu sadece güneydoğu için değil, diğer bölgeler için de öneriyorum!”
Avrupa Parlamentosu kararlarında da benzer önerilerin bulunduğunu biliyoruz. Yeniçağ Gazetesi yazarı Arslan Bulut, 2001 yılında, AKP'yi kurmaya hazırlanan sayın Erdoğan'a gönderilen bir memorandumu hatırlatmış. Parti programında da yer alan bu memorandumda, “Ankara, yerel yönetimlere otonomi vermek ve millî hükümetin fonksiyonlarını yerel düzeyde merkezî olmaktan çıkarmak zorundadır. Dünya bütün hükümetlerden bunu istemektedir” denilmekteydi!
İlginç değil mi, Andrew Duff, Amerika, AB, Abdullah Öcalan, Selâhattin Demirtaş aynı şeyleri istiyorlar! Ne ise ki, AKP bu 'Yerelleşme' fantezisinden dönmüş gözüküyor. Fakat, bu konuda teyakkuzu da elden bırakmamak gerekiyor. Nitekim, Arslan Bulut 23 Kasım tarihli, “Terör Azdırılacak, Yeni Çözüm Süreci Dayatılacak' başlıklı yazısında önemli hatırlatmalar yapıyor. Sayın Bulut'un belirttiğine göre, “ABD derin devletine hizmet eden, ancak görüş oluşturmaktan çok, alınan kararların dünya kamuoyunda benimsenmesi için çaba gösteren 'Uluslararası Kriz Grubu' yayımladığı PKK raporunda: “Türkiye içindeki etkisi şu an için belirsiz olan Suriye operasyonunun Türkiye'ye karşı PKK direnişini körükleyebileceği” değerlendirmesine yer veriliyor. Bu demek oluyor ki, ABD Türkiye'yi PKK terörü ile sıkıştırmaya devam edecek!
YENİ BİR ÇÖZÜM SÜRECİ Mİ TASARLANIYOR?
Kriz Grubu, Türkiye'nin bu eylemler sonunda nasıl bir karar almaya mecbur edilmek istendiğini de şöyle açıklamış: “Türkiye'nin ciddî bir ekonomik kriz ve Batılı müttefiklerinden de yaptırımla karşı karşıya kaldığı bir dönemde, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 100. Yılı yaklaşırken, Ankara'daki siyasî liderler şu an ciddî anlamda zayıflamış bir PKK ile orta yolun bulunmasının yollarına bakılması seçeneğini değerlendirebilir ve 35 yıldır devam eden, Türkiye'nin kaynaklarını tüketen ve stratejik potansiyelini de düşüren bu çatışmanın çözümünün önünü açmayı amaçlayabilir!”
Bu ifade yeni bir çözüm sürecini işaret etmekte değil midir?
AKP iktidarının geçmişte yaptığı hatalar dikkate alındığında korkularımız artmaktadır.
24 Ocak 2018'de Hürriyet Gazetesi'nde bir haber: “ABD'den sürpriz öneri: Suriye sınırında güvenli bölge!” Altında da, ABD Dışişleri Bakanı Tillerson ile Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun fotoğrafları yer alıyor. Çavuşoğlu Tillerson'un kendisine, Suriye sınırı boyunca 30 kilometrelik güvenli bir hat oluşturma önerisinde bulunduğunu açıklıyor! Tuhaf değil mi? Hani güvenli bölge bizim önerimizdi?
Sayın Bulut daha sonra, şu önemli hatırlatmayı yapmış: “Erdoğan 2010 yılında Toronto'daki konuşmasında NATO'yu Kandil bölgesinin kontrolü için çağırmıştı. Sonraki aylarda da, NATO'dan Suriye sınırına asker göndermesini isteyebileceğini söylemişti! Erdoğan, Türkiye-Suriye sınırını da mayın temizlemek bahanesiyle bir İsrail şirketine devretmeye kalkmıştı!”
Tehlike geçmiş değil! İktidar, PKK'nın üzerine bütün gücüyle gidiyor olsa da, devletin bölücü güçlerle sistemli bir mücadele içinde olmadığı görülmektedir. Meselâ, HDP'li belediyelerin giriş kapılarında, Türkçe tabelâların altında mutlaka, o belediyenin Kürtçe ismi de yer alıyor! Buna nasıl izin verildiğini anlamak mümkün değil. Önemli bulduğumuz bir başka hadise de, hâlâ 'Türkiyelilik' bölücülüğünde ısrar edilmesidir. Meselâ, iktidar yanlısı bir gazete hâline gelen Hürriyet Gazetesi'nde yer alan 21 Kasım tarihli, Dinçer Gökçe imzalı bir haberde, “ikisi de Türkiye firmasına ait gemiler” denilmekteydi. Hâlbuki, “Türk Gemisi” denilmeliydi. 'İngiliz Gemisi, Alman Gemisi', Fransız Gemisi diyenler, nedense bir türlü 'Türk Gemisi' diyemiyorlar! Demek ki, bölücülük sinsi bir şekilde gelişmesini sürdürüyor!
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.