Millî Şairimiz Mehmet Âkif Ersoy bilindiği gibi, Anadolu'da birçok camide vaazlar vererek milleti İstiklâl Harbi'ne katılmaya dâvet etmiştir. Doç. Dr. Abdülkerim Abdülkadiroğlu ve Nuran Abdülkadiroğlu, bu konuşmaların bir bölümünü kitap hâline getirmiş ve Diyanet İşleri Başkanlığımız l989 yılında bu kitabı yayınlayarak güzel bir hizmet yapmış. İstiklâl Harbi'mizin anlam ve öneminin unutturulmak istendiği, 'Tarihimizle Yüzleşelim' gibi maskaralıkların sıklıkla telâffuz edildiği bugünlerde, bu kitabın tekrar tekrar okunmasında yarar var. Aşağıda bu konuşmanın bir özetini bilginize sunuyoruz.
Yunanlıların İzmir'e yüz binin üzerinde asker çıkardığı bilinirken, bir profesörümüz televizyonda, “Anadolu işgal edilmedi; Yunanlılar İzmir'e birkaç bölük asker çıkardı” diye konuşabilmektedir! Samsun'daki bir okulumuzda öğrencilere “Aşağıdakilerden hangisi İstiklâlimizin simgelerinden biri değildir?” diye bir soru soruluyor ve şu üç şıktan birinin seçilmesi isteniyor: a-İstiklâl Marşı, b-Türk Bayrağı, c-Mustafa Kemal Atatürk! Bu eğitimin millî vasfının kaldığını kim iddia edebilir? Amerika, Irak'ın başına bir Kürt Cumhurbaşkanı getirdikten sonra şimdi de Suriyeli işbirlikçilerin başına bir Kürdü getirdi! İktidar ve Ana Muhalefet 'Kürt Sorunu'nu çözmek için anlaştılar. ABD'nin bir 'Sezaryen Operasyonu' ile 'Büyük Kürdistan'ın doğumuna şahit oluyoruz! Ve ne acıdır ki, hâlâ daha, Batı emperyalizminin kirli yüzünü göremeyen ve 'İyi Şeyler Olacak' diye bekleyenler var! Millî vasfını kaybeden medya vasıtasıyla hemen her konuda kafaların karıştırıldığı bugünlerde, vatandaşlarımızın doğru tespitler yapmaları gerçekten oldukça zor. Mehmet Âkif'in, Haçlı Emperyalizmi hakkında millete yaptığı ve günümüzde de güncelliğini koruyan uyarıları umarız gerçeklerin görülmesine yardımcı olur.
Mehmet Âkif, Kastamonu Nasrullah Camiinde, Maide Suresi 51. Âyeti şöyle tefsir etmiş: “….Cenab-ı Hak buyuruyor ki, Ey müminler, size ellerinden gelen fenalığı yapmaktan çekinmeyen, bu hususta hiçbir fırsatı kaçırmayan, dininize yabancı milletleri, kendinize mahrem-i esrar, dost, arkadaş ittihaz etmeyiniz. Bunların suret-i haktan görünerek, size güler yüz göstermelerine, hayrınızı ister gibi tavırlar takınmalarına aslâ kapılmayınız. Onların gece gündüz isteyip durdukları, sizin felâketinizden, izmihlâlinizden, esaretinizden başka bir şey değildir.”
(Maide Suresi, 5l. Âyet genellikle şu şekilde tefsir edilir: “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır.” Âyette geçen ve 'dost' olarak tefsir edilen kelimenin başka tefsirleri de olduğunu biliyoruz. Meselâ bu konuda Prof. Hüseyin Hatemi şu yorumu yapıyor: “Bu âyette 'dost tutmayın' değil, 'mevlâ, veli edinmeyin' buyrulmaktadır. Mümtehine suresinin 8 ve 9. âyetleri ile karşılaştırırsak, yanlış çeviri açıkça ortaya çıkar. 'Mevlâ, veli edinmeyin' demek, “siyasî bağımlılıkları, egemenlikleri altına girmeyin” demektir. Eşit konumda ve ahlâkî amaçlarla işbirliği yapmak ile emperyalizmin dayatması ve sömürüsü altına girerek bağımlı olmayı birbirinden kesinlikle ayırmak gerekir. Zalim destekleniyorsa, bunun “imandan çıkma” anlamına geldiği açıktır. Buna karşılık mazluma yardım için uluslararası işbirliği amacı İslâmî bir amaçtır.)
Âkif daha sonra şöyle sürdürüyor vaazını: 'Ey cemaat-ı Müslümin, insan için kendi aleyhine bile çıksa hakkı, hakikati söylemek lâzımdır. Ben de bir zamanlar Kitabullah'ı tilâvet ederken, bu gibi âyât-ı celîleye geldikçe “Acaba sair milletlere karşı biraz şiddetli davranılmıyor mu? Müslüman olmayan akvam hakkında daha merhametkâr olmak îcab etmez miydi' gibi düşüncelere dalardım. Vakıa bu hâtıraların sırf şeytânî vesveselerden başka bir şey olmadığını bilirdim. Acaba vesvesenin menşei ne idi? Burasını araştıracak olursak, işi biraz tabiî görürüz. Öyle ya, gözümüzü açtık, 'Avrupa medeniyeti, Avrupa irfanı, Avrupa adaleti, Avrupa efkâr-ı umumiyesi nakaratlarından başka bir şey işitmedik. İngiliz adaleti, Fransız hamiyeti, Alman dehası, İtalyan terakkiyâtı' kulaklarımızı doldurdu; edebiyatları; hele edebiyatlarının ahlâkî, insanî, içtimâî mevzuları pek hoşumuza gitti. Müelliflerin kıymet-i ahlâkiye ve insaniyelerini eserleriyle ölçmeye kalkıştık. İşte bu mukayeseden itibaren aldanmaya, hatadan hataya düşmeye başladık. Bu adamların sözleriyle özleri arasında asla münasebet, müşabehat (benzeyiş) olamayacağını bir türlü düşünemedik. İşte okuyan, yazanlarımızın çoğuna ârız olan bu dalâl, bu hatâ bir zamanlar bana da musallat oldu. Bereket versin ki, yaşım ilerledi, tecrübem arttı. Husûsiyle Avrupa'yı, Asya'yı, Afrika'yı dolaşarak Avrupalı dediğimiz milletlerin esaret altına, tahakküm altına aldıkları bîçare insanlara karşı reva gördükleri zulmü, gadri, hakareti gözümüzle görünce artık aklımı başıma aldım. Demin söylediğimiz şeytânî vesveselere kapılmış olduğumdan dolayı Cenab-ı Hakk'a tövbeler ettim. Bunların bütün insanlara, bilhassa Müslümanlara karşı öyle kinleri, öyle husûmetleri vardır ki, hiçbir suretle teskin edilmek imkânı yoktur. Hürriyet-i vicdan (Vicdan Hürriyeti) diye kâinatı aldatıp dururlar. Hele biz Müslümanları, biz şarklıları taassubla itham ederler dururlar. Heyhat, dünyada mutaassıb bir millet varsa Avrupalılardır. Gerçek, Avrupalılardan daha mutaassıb bir cemaat vardır ki, o da Amerikalılardır. Taassubdan hiç haberi olmayan bir millet isterseniz o da bizleriz (s.140)!
Kudüs-i Şerif'i bizim elimizden gasbettikleri zaman bu felâket, Harb-i Umûmî üzerine büyük bir tesir îka etmişti. Binaenaleyh müttefikimiz olan Almanlarla yine Almandan başka bir şey olmayan Avusturyalıların bu işten bizim kadar müteessir olmaları îcab ederdi. Ey cemaat-i Müslimin! İşe bakın ki, Kudüs, velev ki İngilizlerin eline geçmiş olsun, velev ki, bu memleketin düşman eline geçmesi bu cephenin bozulması yüzünden muharebe bizim hesabımıza gaib olsun, tek Müslümanların elinde, Türklerin elinde kalmasın da hasmımız da olsa, dindaşımız olan İngilizlerin eline geçsin, diyerek Viyanalılar şehrâyin (şenlik) yaptılar, evlerini donattılar. Bu maskaralığı men edip, yakılan elektrik fenerlerini söndürünceye kadar Avusturya hükümetinin göbeği çatladı. Artık taassubun hangi tarafta olduğunu bu misallerle de anlamazsanız kıyamete kadar anlayacağınız yoktur (s. 141).
(İngiliz orduları, Araplara 'El Nebi' diye yutturulan General Allenby komutasında, l1 Aralık 1917'de Kudüs'e girdiğinde Mehmet Âkif Viyana'da bulunmaktadır. Gecenin bir vakti, kaldığı otel odasında dışarıdaki şamatayı duyunca, herhâlde bir cephede bir zafer elde edildi diye düşünerek, giyinir ve sokağa çıkar. Bir de ne görsün? 'Müttefikimiz' Avusturyalılar Kudüs'ün İngilizlerin eline geçmesini kutlamıyorlar mı? Âkif yeis içinde odasına döner.)
Âkif aynı vaazında, bir Hindli Müslüman gazeteciden şu duyduklarını da anlatır: “Hindistan'a gelseniz de, birkaç yüz milyon halkın hâlini görseniz; o zaman İngiliz siyasetinin mahiyetini anlar, beni tasdik edersiniz. Müslümanları Mecûsîlere, Mecûsîleri Müslümanlara, Şiîleri Sünnîlere, Sünnîleri Şiîlere düşürmekten bir dakika boş kalmayan İngiliz fesadı kadar korkunç bir şey olamaz. Ah biz alık Müslümanlar, Kurban Bayramlarında koyun yerine öküz kesmek yüzünden Mecûsîleri kendimize hasım ederiz de, İngilizlerin ekmeğine yağ süreriz. Mecûzîlerce öküz kutsal bir hayvandır, kesilmez. İngilizler Müslümanları iğfal ederler, kurbanda öküz kestirirler. Mecûsîleri kışkırtırlar, cami kapılarına domuz kafaları astırırlar. Bunların arasında bir kavga başlar. Sonunda mesele İngiliz müdahalesiyle biter. Lâkin bu müdahale bizim için de Mecûsîler için de pek pahalıya mâlolur.”
Bu siyaset günümüzde daha da aşağılık yöntemlerle sürdürülmektedir. Değişen sadece İngiltere'nin yerini Amerika'nın almış olmasıdır.
Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.