HDP milletvekili Ahmet Şık, Türkiyeli yazarların toplandığı T24 sitesinde, Şirin Payzın'la yaptığı bir söyleşide, 'Erdoğan sonrası iktidar bloğunun açılımı başlatacağını' söylemiş. Biz gazetede, 9 Mayıs tarihinde okuduk. Ahmet Şık, şöyle konuşmuş:
“'HDP ve PKK arasında görüş ayrılığı oldu. Birisi savaş istiyor, birisi barış istiyor.' Böyle bir şey yok. Bu ülkede çözüm sürecinde ve sonrasında yaşananlar bize şunu kanıtladı: 'Bu ülkede savaşı da devlet çıkarıyor, barışı da devlet getirecek. Savaşta şiddet üreten iki taraf var. PKK bunlardan biridir. Ama hâkim güç devlettir. Siz, bir silâhlı örgütten devlet terbiyesi bekleme naifliğine düşmeyecekseniz; siz önce devletten savaşı durdurmasını talep edeceksiniz. Bu örgüt defalarca barış talep etti. Örgütün tavrı bu. AKP ile yeniden çözüm süreci olmayacak. Ama bu müzakere masasının tekrar kurulmayacağı anlamına gelmiyor. Ben inanıyorum o masa kurulacak. Ama Erdoğan'la değil. Çok kısa bir süre sonra Erdoğan sonrası iktidar bloğuyla o masa kurulacak.”
Ahmet Şık, 'PKK şiddetinin normal olduğunu' söylüyor. 'Çünkü, PKK'dan bir devlet terbiyesi beklemek naifliğine düşmemek gerekir' diyor. Yani, PKK'nın sivilleri öldürmesi mubah! Ayrıca, kendini ve vatandaşlarını koruyan devleti de, 'şiddet üreten bir örgüt' olarak gösteriyor! Ahmet Şık, bildiğimiz kadarıyla Kürt kökenli değil. Fakat, bir kere, 'Kütlerin de bir devletlerinin olması gerektiğine inan-dırıl-mış! Ne yazık ki, 'Demokrasi ve Özgürlük mücadelesi verdiklerine ve Kürtlerin de bir devletlerinin olması gerektiğine inandırılmış gafillerin sayıları bir hayli fazla! Peki, bu nasıl oldu? Çünkü aydınlarımız, iki yüz yıldır hayran oldukları Batı Emperyalizminin, 'Demokrasi-İnsan hakları, Özgürlükler maskeli bir psikolojik operasyonunun etkisi altındadırlar! Bu operasyonun sadece, Atatürk'ün hâkim olduğu, 1920-1938 yılları arasında etkili olamadığını hatırlatalım! Ne yazık ki, Atatürk'ten sonra, vatandaşlarını millî tarihi bilinci ile donatacak bir devletimiz kalmadığı için, aydınlarımız savruldukça savruluyorlar! Aslında, bunlara aydın da denilemez. Çünkü aydın, her şeyden önce milletinin menfaatlerini, huzurunu ve refahını düşünür! Bunlar ise kaosa hizmet ediyorlar!
Ahmet Şık gibiler, bize göre, ferasetlerini tamamen yitirmişlerdir. Hangi devlet kendisini parçalamak isteyen bir terör örgütü ile silâha başvurmadan mücadele eder? Böyle bir şey mümkün müdür? Ahmet Şık'a göre, terörle mücadele eden devlet 'şiddet uygulamış' oluyor! Ahmet Şık'ın bu bakışı, tipik bir Batıcı, 'Türkiyeli aydın' bakışıdır.
Bir sonraki gün, gazetede bu defa, HDP Diyarbakır milletvekili İmam Taşçıer'in, Rudaw TV ile yaptığı bir söyleşiyi okuduk. İstanbul seçimlerini kast ederek, şu şantaj kokan lâfları etmiş: “Kürtlerin oyu çantada keklik değil. Kim Kürt sorununun çözümü için adım atarsa, Kürtler ona oy verebilir. AKP adım atacaksa AKP'ye verir. CHP samimî bir şekilde Kürtlere yaklaşırsa CHP'ye verir!”
Yani demek istiyor ki, bu 'zat-ı muhterem', kim Kürt siyasi hareketine göz kırparsa oylarımız onundur! Açıkça şantaj yapıyor!
Ya HDP eş Başkanlarından Sezai Temelli'nin ettiği şu lafa ne diyelim: “Bugün Türkiye'nin en bereketli toprakları burası. Buralar vaadedilmiş topraklar. Musa bütün ömrünü bu toprakları arayarak geçirdi. Geldiler, bu toprakları da kuruttular!”
Kastettiği Anadolu'yu fetheden Selçuklu Türkleridir. Yani, biz Türkler, bu toprakları fethederek kurutmuşuz! Sözlerinde, Siyonizm yanlılığı da var! Bu tarih bilmez densizlere hatırlatalım ki, Türkler bu coğrafyayı kurutmadılar; aksine şenlendirdiler. Türkler geldiğinde tenha olan şehirler, Selçukluların yaptığı ticaret yolları ve kervansaraylarla, sağlanan emniyet ve huzurla, kurulan sağlam adalet düzeni ile ticaret geliştiği için şenlendi. Bizans İmparatorluğu, Ermeni ve Süryanileri Ortodoksluğu kabule zorluyordu. Bu yüzden bu halklar, Anadolu'nun Türklere karşı müdafaasında Bizanslılara yardım etmediler. Ermeni tarihçi Urfalı Matheos ile Süryani tarihçi Mihael'in eserlerinde, Bizanslılara karşı olan bu kinin izleri görülür. Süryani Mihael'in şu sözleri bu durumu açıkça göstermektedir: “Türkler şerir ve Rafızi Rumlar gibi kimsenin dinine ve inancına karışmıyor; hiçbir baskı ve zulüm düşünmüyorlardı” (Erhan Afyoncu, “Sorularla Osmanlı Tarihi”, Cilt I, s. 12).
Urfalı Matheos, Selçuk Sultanı Melikşah'tan bahsederken, “Sultan'ın yüreği, Hıristiyanlara karşı şefkatle dolu idi. O, geçtiği memleketlerin halkına bir baba gözüyle bakıyordu. Böylelikle hiç muharebe yapmadan birçok eyalet ve şehirlere hâkim oldu” diye yazmaktadır (Patrik Nerses Varjebatyan, Aydınlık kitap eki, 23.4.2015).
Kürtlere gelince: Onlara yapılan bir zulüm söz konusu değildir. Yavuz Sultan Selim'in, çok yanlış bir kararla, Doğu Bölgemizde, Tımar sistemini uygulamayıp, Kürt Feodalizminin gelişmesine imkân tanıdığı bilinmektedir. Yani, bu bölgede eğer bir takım haksızlıklar hukuksuzluklar yaşanmışsa, müsebbipleri Türkler değil, Feodal Kürt Beyleridir. Cumhuriyet Döneminde Kürt isyanlarının bastırılması ise, her devletin yapacağı tarzda müdahalelerdi.
AKP'li ünlü bir yandaş da şunları söylemiş: “100 senedir Kemalizm'in dinsiz, imansız, vicdansız baskıları altında inleyen, her daim ezilen, katledilen ama yine de vatanına küsmeyen Müslüman Kürtlere binlerce selâm olsun! Ne mutlu Yahudi olduğunu defalarca itiraf eden birine Atam demeyen asil Türklere ve Kürtlere!”
Bu ülkede bölücülük bu kadar rahat yapılabiliyorsa; devletin kurucusuna bu kadar rahatlıkla hakaret edilebiliyorsa; böyle şahsiyetsizlere basında, 'düşünce özgürlüğü adına' kol kanat gerilebiliyorsa, Cumhuriyetin Savcıları bunları seyrediyorsa, gerçekten de, bir BEKA MESELESİ ile karşı karşıyayız demektir.
Eğer, HDP, 'Kürt siyasî hareketinin temsilcisi' olarak yüceltilirse ki, durum ne yazık ki, budur; bunların 'Bağımsız Kürdistan' peşinde olduklarını bilmeyen kalmadığı hâlde, anayasamıza aykırı olarak, HDP'nin bir siyasî parti olarak siyaset sahnesinde yer almasına ses çıkarılmazsa; üstüne, bunlara bir de Hazine Yardımı yapılırsa, Ahmet Şık da böyle konuşur; İmam Taşçıer de; Sezai Temelli de! Tunceli Belediyesi Belediye Meclisi de, Tunceli isminin Dersim olarak değiştirilmesi kararını almaya cesaret eder!
Devletin bu politikasızlığının, bölücü hareketi teşvik edeceği ve bu harekete sempati duyanların artmasına yol açacağı bilinmelidir. Yani bu durumda bir yandan terör lânetlenirken; diğer yandan da terörün palazlanacağı bir ortamın yaratılmasına çanak tutulmuş olunmaktadır! Görüntü ne yazık ki, budur!
Öcalan'ın avukatlarıyla görüş yasağının kaldırılması, 'Açılım Süreci'nin yeniden başlayacağı iddialarını güçlendirmektedir. Hukukçuların belirttiğine göre, bu yasağın kaldırılması hukukî değil siyasîdir. Çünkü Öcalan cezası kesinleşmiş bir mahkûmdur.
E. Albay Cahit Armağan Dilek, Öcalan'ın avukatlarıyla görüştürülmesi konusunda 18 Mayıs tarihli Yeniçağ'da, şu önemli değerlendirmeyi ve uyarıyı yapmış: “Avukatların yaptığı açıklama metnine bakıldığında, bu, salt teröristbaşı açıklamasından da öte bir şeydir. Altında İmralı'daki diğer PKK'lıların imzasının olduğu dört imzalı bir beyanname. Bu hâliyle bu metin, -teröristbaşı halen PKK'nın lideri kabul edildiğine göre-, bir terör örgütü açıklamasıdır. Teröristbaşının avukatlarıyla görüşmesi, sonrasında bu tür açıklamalar, topluma ve PKK terör örgütüne mesaj ve mektup göndermesinin ve terör örgütünü yönetmesinin önünü tekrar açar. Bu sürece izin verenler bilsin ki, bunun vebali çok ağır olur. Bedeli de daha da ağır olacak. Önceki sürecin yarattığı terör sarmalı yüzlerce şehit ve gazi verilmesine sebep oldu. Bu sefer, şehit ve gazilerin yanında, bizleri Türkiye'nin toprak bütünlüğünü tehdit edecek askerî-politik ortama sürükleyecek! Gelinen gün itibariyle Suriye Kuzeyindeki YPG ağırlıklı SDG yapısının kabullenildiğini söyleyebiliriz. Yetkililer yok öyle bir şey diyebilirler. Ancak, teröristbaşının devletin kontrolünden geçen ve avukatlarıyla görüşmeden önce hazırlandığı anlaşılan metnin ağırlıklı paragrafı, tam da SDG ile ilgilidir. Devlet yönetimi, devletin aleyhine olacak bir açıklamanın o metinde olmasına izin verir miydi? SDG kapsamında bir Suriye çözümü dışlanmıyor! Teröristbaşı Suriye'deki sorunun SDG kapsamında çözülmesini söylüyor. Otomatikman kendisini SDG'nin lideri yapıyor. Zaten PYD/YPG'nin kurulması talimatını da o vermedi mi? (Öcalan) Türkiye'nin hassasiyetlerine saygı gösterin talimatı da veriyor. Yani sınır hattında falan saldırı olmasın, PKK/YPG'yi unutturun, SDG maskesi üzerinden gidin diyor! Bunu da kamuoyuna ve terör örgütüne açıkça duyuruyor!”
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.