Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Kemalizm konusunda yaptığı şu değerlendirme, kimi tarih bilmezlerin, 'Irkçı' diye nitelendirdikleri 1930'lar Türkiye'si milliyetçiliği ile, 1960 sonrası milliyetçiliğinin farkını anlamamız bakımından da aydınlatıcıdır:
“Kemalizm adını verdiğimiz millî idealin, diğer ideolojilerle hiçbir münasebeti yoktur. Biz 'İnkılâpçıyız' derken, ne 93 inkılâpçıları gibi, bütün insanlara hürriyet ve müsavat (eşitlik) getirmek, ne de Ekim ihtilâlcileri gibi, bir sınıfı öbür sınıflara hâkim kılmak iddiasında bulunuyoruz. Bizim için Hürriyet=İstiklâl'dir ve müsavattan anladığımız şey, Türk Milleti'nin, büyüklük ve ilerilik vasfını tekeline almış diğer milletlerle baş başa getirilmesi, denkleştirilmesidir. Sınıf mücadelesini bilmeyiz; zira Türk Cemiyeti zaten yalınkat bir binadır. Biz, 'Milliyetçiyiz' derken, yüreğimizde uyanan duygu, Nazi usulü bir kendini beğenme, bir kendini herkesten üstün tutma, bir âleme ders ve nizam vermeye kalkışma kompleksi değildir. Bazı görgüsüz ya da sonradan görme milletlere mahsus olan bu hastalıktan nice şan ve şerefi, nice üstünlük örneklerini arkasında bırakmış bu, 'devlet düşkünü' Türk Milletine göre, milliyetçilik yeni bir şuûra, yeni bir dünya anlayışına ermek için, kendi kendine yaptığı bir nefis muhasebesidir. 'Neydik? Ne olduk? Neden böyle olduk? Bir zamanlar Avrupa'nın büyük bir parçasını sömürmüşken, neden Avrupalıların bir yarı sömürgesi hâline girdik?' Bunun sebeplerini sorup araştırıyoruz. Yakın atalarımızın işlediği tarihî hataları birer birer düzeltmeye çalışıyoruz. Meziyetlerimiz kadar kusurlarımızı da göz önünde tutuyoruz. Bu, nev'i şahsına münhasır realist, şuûrlu ve yapıcı bir milliyetçiliktir. Lâikliğimiz de, bu prensibin Hıristiyan âlemindeki tarifine uymaz. Lâiklik; Katolik dünyasında, devletle kilise arasındaki nüfûz ve hâkimiyet rekabetinden doğmuş bir davanın adıdır ve gitgide dine karşı bir hareketin, bir din aleyhtarlığının sembolü olmuştur. Bizde ise, bunun istinat ettiği sebep ve maksat, sadece, kafaları skolastiğin cenderesinden sıyırmak, ruhlarla vicdanları, 'dince de reddedilmiş olan' hurafelerden, bâtıl âkidelerden kurtarmaktır” (Panorama, s. 115).
Batı'daki lâikliğin kökeninde Kilise-Ruhban sınıfının tahakkümüne isyan vardı; bizde ise Batı'daki gibi güçlü bir ruhban sınıfının bulunmadığını hatırlatalım!
Prof. Niyazi Berkes, Kemalist Milliyetçiliğin temel ilkelerinden biri olan devletçilik uygulamalarıyla Türkiye'nin, yalnız kendi tarihinde değil, bütün geri kalmış milletlerin tarihinde yepyeni bir işe giriştiğini vurgular. Berkes'e göre, girişilen bu iş tutarsa, Türk Milleti, ekonomice bağımsız, toplumca modern bir millet olacak, emperyalizm ve yoksulluk çengellerinden kurtularak, her modern milletin girdiği normal gelişme yoluna girecekti.
Prof. Berkes, Türk Devletçiliğinin özgünlüğü hakkında şu çok anlamlı değerlendirmeyi yapıyor:
“Kemalizm, Batı ideolojilerini benimsemediği için, kalkınma işinin reçetesini de kendisinin hazırlaması gerekecektir. Batı ideolojilerinin, Türkiye gibi geri kalmış milletlerin ekonomik kalkınma sorunlarına uygulanmış tezleri ve plânları yoktu. Onlar, yalnız Batı uygarlığı içinde anlam taşıyan ekonomik doktrinlere dayanmaktaydı! Demek ki, Türkiye ekonomik kalkınma ve gelişmenin yollarını kendi başına arayıp bulacaktı” (“200 Yıldır Neden Bocalıyoruz”, Cilt II, s. 42).
Prof. Afet İnan da, Atatürk Devletçiliğinin esası olan Karma Ekonomi siyaseti hakkında şu değerli bilgileri veriyor: “Altyapı kuruluşlarını, yolları, elektrik ve diğer sulamaları; hepsini hükümet yapacaktır. Nerede ne fabrikalar kurulacak onun etüdünü yapacaktır. Özel sektöre de bu etütler çerçevesinde izin verilecektir. Gelişi güzel yerde fabrikalar kurulmayacaktır. Asıl, hükümetin vazifesi bu olacaktır. Buna çok ehemmiyet vermiştir. Maalesef, bugünkü tablo, tam tersinedir. Her tarafta düzensiz, plânsız herkes istediği fabrikaları kurmuştur” (Nazmi Kal, “Atatürk'ten Duymadığınız Anılar”, s. 101)!
Günümüzde bile Kemalizm'e saldırılar süredursun, Maurice Duverger Kemalist modelin üstünlüğü hakkında bakınız neler söylüyor: “Marksizm uygulamasına girmek istemeyen ülkeler, Batı demokrasisi karşısında saptadıkları yetersizliklere çözüm getiren Kemalist Modeli tercih edebilirler” (Mustafa A. Aysan, “Atatürk'ün Ekonomi Politikası”, s. 42).
Liberal kesimlere yakınlığı ile bilinen Prof. Bülent Tanör de, Kemalist Milliyetçilik hakkında dikkatle okunması gereken şu değerli analizi yapmaktadır: “Batı emperyalizmine karşı olan bu ulusçuluk Batı düşmanı değildir. Antiemperyalisttir ama antikapitalist değildir. Irkçı olmamak, toplayıcı olmak vurgulanması gereken bir başka özelliğidir. Hareket, ırk ya da kan birliği tezine değil, 'birlikte yaşama azmine' dayalıdır.”
Prof. Tanör sözlerini şöyle sürdürüyor: “Monarşist değillerdi. Dinci değillerdi. Kültüralist değillerdi; yani, dünya Türklüğünün birliği anlamındaki Türkçülükle ilgileri yoktu. Irkçı değillerdi. Panturanizm'e ve Pantürkizm'e şiddetle karşıydılar. Yabancı düşmanı değillerdi. Anti Emperyalist tavırlarını Batı düşmanlığına çevirmeyi reddediyorlardı. Sınıf bilinci ve mücadelesi yanlısı değillerdi; ulusu imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle sayıyorlardı. Türkiye toprakları üzerinde, evrenselliğe de açık bir ulusal kimlik yaratma amacını güdüyorlardı” (“Kuruluş”, s. 78, 80).
Atatürk'ün milliyetçilik anlayışını anlayabilmemiz bakımından, Prof. Bülent Tanör'ün, Andrew Mango'dan aktardığı şu tespit de oldukça aydınlatıcıdır: “Kurtuluş ertesinde Türk ulusçuluğu kendi içine kapanıp, bir 'Tepki Milliyetçiliği' gütmedi. Her düşünce akımı gibi milliyetçilik de kendini tanımlamak için 'öteki'ne, hattâ 'düşman'a ihtiyaç duyarken, bu yola sapmadı, yabancı düşmanlığı, Batı düşmanlığı, komşu düşmanlığı gibi yollarla kendini tanımlamayı reddetti. Oysa, bu tür milliyetçilik, hem dünyada hem de ülkede elverişli koşullara sahipti. Daha çok yakın bir tarihte, ülke ve halkı hor görülmüş ve istilâya uğramıştı. Batı'nın kültür ve uygarlığının 'tek dişi kalmış canavar' olarak görülmesi de şaşırtıcı olmazdı. Kemalist iktidar ise tam tersini yaptı. Çağdaşlaşmayı ve Batı'nın evrensel değerlerini de hizalamasının yanı sıra, eski düşmanlarıyla zaferden sonra komplekssiz ilişkiler kurdu. Geriliği dış bahanelerde aramak yerine, içerde ve geçmişte aradı. Çuvaldızı kendisine batırdı. Milliyetçiliğini evrensellikle bağdaştırmayı seçti. 'Öteki', ya da 'hasım' olarak yabancıları, başka milliyetçilikleri göstermedi; cehalet, taassup ve gericiliği asıl düşman belledi” (Andrew Mango, “Atatürk'ün Evrenselliği Üzerine Bir Konuşma”dan aktaran Prof. Bülent Tanör, “Kuruluş”, s. 81).
Gerçekten de Atatürk Türkiye'si övünülecek bir Milliyetçilik anlayışına sahipti. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, kan bağını değil, 'Vatandaşlık Bağını' esas alan bir Milliyetçilik anlayışını benimsemiştir. "Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir diyerek, millî birliğimizi de son derece sağlam bir temele oturtmuştur.
Büyük Turan ülküsünü aşılayanlardan Ziya Gökalp de, gerçekleri gördükten sonra, şu düşünceyi savunacaktır: “Milliyetçilikte şecere aranmaz. Yalnız eğitim ve ülkünün millî olması aranır. Türküm diyen her fert Türk'tür.”
Bugün, “Ben Türküm ama annem Kürt! O, nasıl, 'Ne mutlu Türküm diyene' diyecek?” diyenler, anası Çerkez asıllı olduğu için kendisini Türk saymayanlara, Türk Ocakları Başkanı Hamdullah Suphi Tanrıöver'in verdiği şu cevabı okumalıdırlar: “Milletin esası kan ve kemik değil, soy sop değil, vicdandır. Irkçılar beni, annem Çerkez diye Türk saymıyorlar. Millet müessesesi yüzyıllarca süren bir karışma ve kaynaşmadan hasıl olan bir bileşimdir” (Fahri Belen, “Tarih Işığında Devrimlerimiz”, Cilt III, s.64)!
Türkiye Cumhuriyeti'nin bir Millî Devlet olarak kurulmasının önemini kavramak için, Osmanlı'nın çöküş döneminden günümüze kadar olan serüvenin çok iyi bilinmesi gerekir. Ne yazık ki, tarihten habersiz 'tartışmacılar' televizyon ekranlarına çıkarılarak 'mesele' daha da anlaşılmaz bir duruma getirilmektedir. Kanaatimizce bu da özellikle yapılmaktadır. ./…
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.