Herkes şunu çok iyi bilmelidir ki, bu coğrafyada emperyalist devletlerin tahakkümüne karşı bizi koruyabilecek yegâne güç, Türk Millî Kimliği üzerinde yükselen Türkiye Cumhuriyet Devleti'dir. Bu Devlet'in mayası olan Türk Kimliğini çekip aldığınızda, her şeyin paramparça olacağı bilinmelidir.
ANDIMIZ'la uğraşanlara özellikle hatırlatırız!
Sultan Abdülhamid devrinin büyük devlet adamlarından Ahmet Cevdet Paşa bir lâyihasında (Padişaha sunumunda), “Asıl kuvvetini Türklerden alan Osmanlı Devleti'nin bir Türk devleti olduğu, Türklerin kadrinin diğer kavimlere nispetle daha büyük bilinmesi gerektiği ve Türkçenin bir bilim dili hâline getirilmesi” gerektiği üzerinde durur. Sultan Abdülhamid de bu düşüncededir ve 1893 yılında şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Türk unsurunu kuvvetlendirmeğe dikkat etmeliyiz. Rumeli'nde ve bilhassa Anadolu'da Türk unsurunu kuvvetlendirmek ve her şeyden evvel de içimizdeki Kürtleri yoğurup kendimize mâl etmek şarttır” (Nurer Uğurlu, “II. Abdülhamid'in Hatıra Defteri”, s. 237).
Prof. Mehmet Genç'in belirttiğine göre de, Abdülhamid döneminde, devletin bekası için öngörülen dört şarttan biri 'Yönetimde ağırlığın Türklerde olmasıdır' (SKY TV, 31.7.2013).
Sultan Abdülhamid'in vurguladığı bu önemli gerçek yani, 'Kürtleri yoğurup kendimize mal etmek' emperyalist devletlerin en büyük korkularıdır. İçimizdeki kimi saf demokrasi âşıkları ve işbirlikçileri kullanılarak, bunun 'ASİMİLÂSYON' olduğu yaygarası ile, Kürt vatandaşlarımızın devletle kaynaşmalarını önlemeye çalışmaktadırlar. Hâlbuki, asimilâsyonun ırkçılıkla bir ilgisi yoktur. Günümüzün bütün modern ulus devletlerinde asimilâsyon kendiliğinden gerçekleşmiştir.
Türklüğün hatırlanması konusunda, Prof. Faruk Sümer de şu tespiti yapmaktadır:
“19. Yüzyılın ikinci yarısına gelinceye kadar, Türklerin devletin dayandığı aslî unsur olduklarının Osmanlı hükümdarları ve devlet adamlarınca anlaşılmış bulunduğu hakkında elimizde hiçbir delil yoktur. Mezkûr asrın ikinci yarısında Cevdet Paşa, Abdülhamid'in Sadrazamı Said Paşa ve hattâ Abdülhamid'in bu hususu anlamış oldukları söylenebilir” (“Oğuzlar”, s. 216).
Abdülhamid'in Özel Kalem Müdürü Tahsin Paşa da, hatıralarında, Abdülhamid'in, Türkleri devletin aslî unsuru olarak gördüğünü, bu unsurun zayıflayıp, Hıristiyan unsurların dahilde ve hariçte gördükleri kolaylık ve yardım sebebiyle hükümette etkili olmalarından korktuğunu belirtmektedir. Yine Tahsin Paşa, Abdülhamid'in Söğütlü Maiyet Bölüğü'nün bir pırlanta olduğunu, Karakeçili aşiret efradından ve hepsi levent ve güzel delikanlılardan mürekkep bu bölüğün iki yüz kişilik bir mızraklı maiyet bölüğü olduğunu belirtmektedir (“Tahsin Paşa'nın Yıldız Hatıraları”, s. 143, 251).
Prof. Faruk Sümer, Osmanlı döneminde, Anadolu Türklüğünün durumu hakkında bize şu acıklı bilgiyi veriyor: “19. Yüzyılın ikinci yarısında Anadolu'yu gezen Avrupalılar, yoksul fakat asil ruhlu ve namuslu insanlar olarak gördükleri Türk Milleti'nin ölmekte, fena idareciler elinde mahvolmakta olduğunu söylüyorlardı. Yine bu seyyahlara göre, aynı ülkede yaşayan Hıristiyanlar ise müreffeh bir hayat sürmekte, Türklerin nüfusu azalmasına karşılık onlarınki gittikçe çoğalmakta idi” (“Oğuzlar”, s. 216).
Ünlü Romanyalı tarihçi Jorga'nın, “Osmanlı İmparatorluğu Tarihi” isimli kitabının sonunda verdiği şu bilgiler de, bundan farklı değildir: “Bugüne kadar Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin ayrıca 16. ve 17. yüzyıllarda yaşayan devşirmelerin haleflerinin hükmündeki İstanbul'da ve Rumeli'nin, Makedonya'nın ve Anadolu'nun köylerinde, beş yüzyıldan beri, atalarının cesareti ile kurulan devletin gidişatından tamamen soyutlanmış bir halk yaşamaktadır. Bu halk, Türk halkıdır. Jön Türklerin, misyonlarını yerine getirmek için yapabilecekleri en güzel hizmet, bu gayretli, namuslu, çalışkan ve kanaatkâr, son derece misafirperver, fedakâr ve dindar halkı, tefecilerin ve genelde başka soydan gelen memurların baskısından kurtarmak ve Fransızca kitaplar okumasa, gazete çıkarmasa ve mecliste bir konuşmanın ne anlama geldiğinin bilincinde olmasa da, bu halka tarihi rolünü geri vermektir” (Nicolae Jorga; “Osmanlı İmparatorluğu Tarihi”, Cilt 5, s. 525).
Jorga İttihatçılardan bunu beklemişti, Ancak, ne yazık ki, devlet tecrübesine sahip olmayan İttihatçıların maceracılığı bu milleti yok olmanın eşiğine getirdi. Türk Milleti'ni yeniden ayağa kaldıran, hâkimiyetin sahibi yapan, bütün dünyanın saygı duyduğu bir millet hâline getiren Atatürk'tür. Fakat ne yazık ki, O'nun ölümünden sonra, ülke yönetimine hâkim olan Tanzimatçı anlayış, devletimizin yeniden Batı Emperyalizminin yörüngesine girmesine sebep olmuştur. Sonuçları da meydandadır!
Günümüzde tarih bilmez gafillerin, 'Faşizm ve Nazizm'le' eş tuttukları; 'Irkçılıkla' suçladıkları Kemalizm'e, yani Türk Milliyetçiliğine bu tarihî gerçeklerin ışığında bakılmalıdır. Kimi tarih bilmezlerin 'Irkçı' olarak suçladıkları Atatürk'ün, 1931 yılında Türk Ocaklarını ırkçılık yaptığı için kapattırdığını da hatırlatalım!
Kemalizm'e karşı edepsizce sürdürülen saldırıların temel sebebi, Kemalizm'in millî sentezimiz olduğu gerçeğinin görülmesini önlemektir. Ne yazık ki, günümüzün gardırop Atatürkçüleri de, Sultan Abdülhamid hayranları da bu gerçeğin farkında bile değildirler! Sultan Abdülhamid'in Türklüğe verdiği önem meydandayken, günümüzün 'Abdülhamidçileri', 'TÜRK' kavramını telâffuz etmekten bile kaçınmaktadırlar! 1876 Anayasasına Türkçe'nin resmî dil olması kaydını koyduran ve 'Türkçe bilmeyenlerin devlet memuru olamayacakları' şartını getirenin de Sultan Abdülhamid olduğunu hatırlatalım!
Evet, Türkçülük fikirleri Osmanlı'nın son dönemlerinde hayat bulmuştur. Fakat Türk Milliyetçiliği fikrini modern anlamda hayata geçiren Atatürk'tür. Nitekim, İttihatçıların ideoloğu büyük Türk Milliyetçisi Ziya Gökalp, Atatürk'ün Türk Milliyetçiliği açısından önemini şu sözlerle vurgulamaktadır: “Evvelce, Türkiye'de Türk Milleti'nin hiçbir mevkii yoktu. Bugün her hak Türk'ündür. Bu topraktaki hâkimiyet Türk hâkimiyetidir. Siyasette, kültürde, iktisatta hep Türk halkı hâkimdir. Bu kadar kati ve büyük inkılâbı yapan zat, Türkçülüğün en büyük adamıdır. Çünkü düşünmek ve söylemek kolaydır. Fakat yapmak ve bilhassa muvaffakiyetle neticelendirmek çok güçtür.”
Falih Rıfkı Atay da, Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı hakkında şu değerlendirmeyi yapıyor: “Aslâ siyasî ırkçı ve Turancı değildi. Türkiyeci, Türkiye Türkçüsü idi. Sonradan dil ve tarih bakımından o kadar sarıldığı milliyetçilikte Asya'ya doğru ve geriye doğru bakmazdı. Bu meselelerle de sonradan ilgilenmiştir. Mustafa Kemal, büyük bir realistti. Siyasette ütopyacı zaaflarına düşmekten kaçardı. Ziya Gökalp; tanıdıktan sonra Mustafa Kemal'e hayran kalmıştır. Çünkü devrimci olarak, en ileri Türkçülerin bile, kurtulacaklarını sanmadıkları Ortaçağ müesseselerini bir hamlede yıkmış ve Türk Milliyetçiliğine engin ufuklar açmıştı. Kurtuluş devri nihayet bulduktan sonra, devrimcilik eseri, ilk zamanlar hatıra gelmeyen hayret verici 'tecanüs' gösterecek ve ileri Türkçüler bütün harekete 'Kemalizm' ismini vereceklerdir” (Çankaya”, s. 369).
Diğer taraftan şunu da belirtelim ki, “Kemalist, Kemalizm” kavramlarını ilk kullananlar Batılılar olmuştur. Meselâ Churchill (Corçil), Büyük Zafer'den sonra, Türk Ordularının ilerlemelerini sürdürerek, İstanbul'a girmelerinden endişelenerek, Kanada, Avustralya ve Güney Afrika gibi eski sömürgelerinden, Türklerin durdurulmaları için asker yardımı istemişti. Güney Afrika Hükümetinin Başbakanı General Smuts'a çektiği telgrafta 'Kemalistlerin durdurulmasından'; İngiltere Başbakanı Lloyd George, İngiltere Kralına gönderdiği bir raporda, 'Kemalistlerin Çanakkale'ye yapabilecekleri saldırıdan' söz etmekteydiler (Hasan İzzettin Dinamo, “Kutsal Barış”, Cilt., I, s. 25, 27)! ./…
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.