Önce şu çok önemli gerçeği tespit edelim: Bu Cumhuriyetin Devrimci İdeolojisi olan Kemalizm Atatürk'ün ölümüyle birlikte rafa kaldırılmıştır. Fakat buna rağmen, ya cahillikten ya da, 'özel' birtakım amaçlarla, sanki, ülkemiz Atatürk'ün ölümünden sonra da Kemalist bir anlayışla yönetilmiş ve bugün bu ülkede arızalı ve kötü olan ne varsa, hepsinin sorumlusu Kemalizm'miş gibi, birçok cepheden Kemalizm'e saldırılmaktadır. Meselâ Atatürk karşıtı liberallerin önde gelenlerinden Mehmet Altan 10 Kasım 1997 tarihli Sabah'ta, şunları söyleyebilmişti: “Atatürk'ün 59. ölüm yıldönümünde hâlâ 'zenginlik ve özgürlük' üretemiyorsak, bu, demokrasiyi inkâr edip, yerine Kemalizm'i koymamızdandır!”
İlginç olan ise, milliyetçi kesimden de benzer eleştirilerin gelmesidir! Meselâ, kendileri bir tarih profesörü olan MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, “Kemalizm, Türk realitesini görmezden gelen Batılı düşünürlerin uydurmasıdır” diyebilmektedir (Gaffar Yakınca, Aydınlık 18 Ekim 2018)!
Hâlbuki, Kemalizm Türk Milliyetçiliğidir! Fakat ne yazık ki, Atatürk'ün ölümü ile, Cumhuriyetin bu Kurucu İdeolojisi rafa kaldırılmış ve ülkeyi Batı Emperyalizminin yörüngesine sokan İsmet Paşa, CHP'nin kapılarını da Atatürk karşıtlarına açmıştır! Meselâ, Kâzım Karabekir Paşa önce milletvekili sonra Meclis Başkanı olmuş; Ali Şükrü Bey'in öldürülmesi olayı ile ilgili olarak, Trabzon'daki gazetesinde, 'Katil Çankaya'da' diye yazılar yazan Faik Ahmet Barutçu, milletvekili yapılmıştır (Falih Rıfkı Atay, “Çankaya”, s. 340)!
Faik Ahmet Barutçu, 1950'den sonra, CHP'de Grup Başkanvekili mertebesine de yükseltilecektir! Gazeteci Avni Özgürel, 23. 08. 2006 tarihli yazısında, Faik Ahmet Barutçu'nun şu sözlerini nakleder: “Ülke seyyar İstiklâl Mahkemeleri ile yönetilemez. Atatürk sağ olsaydı yönetimini beş yıl daha sürdüremezdi. Diktatörlük ihtilâlle yıkılmaya mahkûmdur!”
Hâlbuki, Atatürk beş yıl daha yaşasaydı, sadece Türkiye'nin değil; yaşadığımız coğrafyanın bile kaderi değişirdi. Başımıza her ne geldiyse, Atatürk'ün, Sovyet Rusya ile dostluk ve tarafsızlık siyasetinin terk edilerek Batı ittifakına girilmesi yüzündendir. Fakat bu gerçeklere rağmen, inatla ve ısrarla Atatürk'e ve Kemalizm'e saldırılar günümüzde de sürmektedir. Bu saldırıların temel sebebi Türkiye'yi kendi yörüngelerinde tutmak isteyen dış güçlerin 'Kemalizm Korkusu'dur!
Peki, Atatürk'ten niçin korkuyorlar? Çünkü, Atatürk'ün ölümünden sonra, Millî Sentezimiz olan; başarıları meydanda olan Kemalizm'in rafa kaldırıldığı ve ülkemizin bu yüzden ekonomisiyle, kültürüyle ve siyasetiyle Emperyalist Devletlerin yörüngesine sokulduğu bilinirse çok şeyin değişeceğini dış odaklar ve içimizdeki adamları çok iyi biliyorlar. Bunun için de, 'Günah Keçisi' gibi gösterip, Kemalizm'e edepsizce saldırıyorlar.
Tabiî bir de bunların yanında, tarih bilmeyen gafiller var! Onların da kolaylıkla bu kervana katılmaları sağlanıyor!
Bunlara cevap verecek; gerçek Atatürk'ü ve Kemalizm'i anlatacak birikime ve cesarete sahip Attilâ İlhan gibi aydınlarımızın sayısı ne yazık ki, çok az! Gardırop Atatürkçüsü çok. Fakat -kendi kurduğu parti dahil-, Atatürk'ü doğru anlayan Atatürkçü yok!
Kemalizm Türk Milliyetçiliğidir; Kurucu İdeolojimizdir; Bizim Millî Sentezimizdir!
Açılımı “Devletçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devrimcilik, Cumhuriyetçilik, Lâiklik” olan ve 6 OK'la sembolize edilen Kemalizm, tek kelime ile Türk Milliyetçiliğidir. Atatürk Milliyetçiliği 12 Eylülcülerin uydurduğu bir kavramdır ve amacı Kemalizm'i unutturmaktır. Kemalizm'in yani, Atatürk'ün ete kemiğe büründürdüğü Türk Milliyetçiliğinin nasıl Millî Sentezimiz olduğu iyi bilinmezse günümüzün siyasî hadiseleri de doğru okunamaz ve millî siyasetlere doğru bir yön çizilemez.
Osmanlı'da milliyetçilik en geç Türklerin arasında gelişmiştir. Bu konuda, Pakistanlı araştırmacı Feroz Ahmed şu değerlendirmeyi yapıyor: “Balkan savaşlarından sonra, Osmanlıcılık politikasının yerine, İslâmcılığın ve Milliyetçiliğin getirildiği kabul edilir. Bu milliyetçiliğin Türk milliyetçiliği değil, Turancı bir milliyetçilik olduğu ileri sürülürse de, ikisinin arasındaki fark kesin olarak belirlenmiş değildir. (…) Türklerin sayıca, İmparatorluğun en önemli unsuru hâline gelmeleri, milliyetçiliğe daha fazla önem verilmesi zorunluluğunu doğurmuştu. Öte yandan, Araplarla uzlaşmak gerekiyordu ki, bunun için de baş vurulacak yol İslâmcılıktı. (…) Arnavutların 1912'de İmparatorluktan ayrılmaları Osmanlıcılığa ve İslâm bütünlüğüne yıkıcı bir darbe indirmişti. Arnavutlar uzun yıllar devletin temel taşlarından birini teşkil etmişler ve imtiyazlı muamele görmüşlerdi. İmparatorluğun idaresinde oynadıkları önemli rolden sonra, ayaklanmaları ve ayrılmaları Türkleri hayli şaşırtmıştı. Türklerin bu değişikliklere karşı gösterdikleri tepki daha ırksal düşünmeye ve kendi milliyetçiliklerine belirli bir biçim vermeye başlamak oldu. Bu tepki, önceleri Turancılık biçimini aldı. Bunun nedeni, kısmen Turancılığın yeterince tanımlanmamış ve dolayısıyla, İslâmcılık ile kolayca bağdaştırılabilecek kadar müphem bir ideoloji olması, kısmen de Rusya Türklerinin Cemiyet'te nüfuz sahibi olmalarıydı. Dahası, Turancılık da İslâmcılık gibi bir yayılma ideolojisiydi ki, Batı cephesinde tam anlamıyla gerilemekte olan Jön Türklerin ruh durumlarına uygun düşüyordu. İttihatçılar, hangi ideolojik unsurun ağır bastığına önem vermiyorlardı; çünkü, hangisi olursa olsun, liderlik Türklerin elindeydi. Anadolu Türklerinin çevresinde biçimlenen bir Türk Milliyetçiliğinin tohumları 1914'te atılmıştı. Ancak, filiz vermeye başlaması için Turancılık ile Osmanlıcılığın birer hayâlden ibaret olduğunun anlaşılmasını ve Birinci Dünya Harbi'nin birbirini izleyen yenilgilerini beklemek gerekecekti” (“İttihat ve Terakki”, s. 228).
Evet, Feroz Ahmed'in ve daha birçok araştırmacının da belirttiği gibi, Osmanlı aydınları, 'dağılmakta olan İmparatorluğu nasıl yaşatırız endişesi içinde' önce, etnik kimliklerine ve dinî farklılıklarına bakılmaksızın, tüm Osmanlı vatandaşlarının, Osmanlılık potasında birleştirilmeleri hâlinde devletin yaşatılabileceğini düşündüler. Fakat bunun mümkün olamayacağını kısa zamanda gördüler. Devletin içinde bulunduğu zaaf ve yabancı devletlerin müdahaleleri nedeniyle, Osmanlı Devleti, 1829 yılında bağımsız bir Yunan Devletinin kurulmasını kabul etmek zorunda kaldı.
Romen Tarihçi Jorga, 1821 Mora isyanı sırasında sadece Tripoliçe ve çevresinde öldürülen Türklerin sayısının 32 bin civarında olduğunu yazmaktadır (“Osmanlı İmparatorluğu Tarihi”, Cilt V. s. 230). 1827 yılında Osmanlı donanması ve yardımına gelen Mısır donanması Mora yarımadasındaki Navarin limanında, -Osmanlı'ya savaş ilân etmeden- âni bir baskın yapan İngiliz, Fransız ve Rus donanması tarafından yakılmış ve 6 bin denizcimiz şehit edilmiştir.
1829 yılında Yunan Devleti'nin kurulması bize kabul ettirildikten sonra, diğer Balkan halkları da bağımsızlık peşine düştüler. Bu acı tecrübelerin ışığında, Osmanlıcılığın bir sonuç vermeyeceğini gören Osmanlı aydınları bu kez, devleti İslâmcılıkla yaşatabileceklerini düşündüler. Yani; etnik kökenleri farklı olmakla birlikte imparatorluk sınırları içinde yaşayan bütün Müslümanları bir 'ÜMMET' hâline getirerek, devleti yaşatabileceklerini umdular. Fakat Bunun da boş bir hayal olduğu kısa zamanda görüldü! Önce, Osmanlı'nın en çok güvendiği Arnavutlar ve peşinden de Arap halkları bağımsızlık peşine düştüler! İttihatçılarla gelişen hayalperest Turancılık fikirleri de devletin yıkılmasını önleyemedi.
Netice olarak, Osmanlı Devleti'nin esas kurucusu olan fakat Fatih'ten sonra, devşirmelerin devlete hâkim olmalarıyla birlikte, devlet yönetiminden dışlanan ve 'idraksiz Türk' diye aşağılanan Türklere dayanılarak, bu devletin yaşatılmasının mümkün olduğu ancak, yaşanan çok acı hadiselerden sonra görülebildi.
Günümüzün Osmanlıcıları, İslâmcıları, Kürtçüleri ve Türkiyeli aydınları önce bu tarihi iyi öğrenmelidirler. Büyük Atatürk'ün, “Milleti boş amaçlar peşinde koşturarak zarara uğratmayınız” uyarısının anlamını da ancak o zaman kavrayabilirler. ./…
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.