Yeniçağ Ankara temsilcisi sayın Ahmet Takan, “Harp Akademilerindeki Soğuk Gün” başlıklı yazısında, Öcalan’ın idamının tartışıldığı 2000 yılında, dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun, “Asker, idamın kaldırılmasına karşı değildir” beyanatını hatırlatmış. Başbakan Bülent Ecevit’in Kıvrıkoğlu’na, “Paşam bizi çok rahatlattınız” diyerek memnuniyetini belirttiği bu beyanat, Türk Silâhlı Kuvvetleri’nde şok etkisi yapmış. Ahmet Takan bunu anlattıktan sonra, İstanbul’da her yıl yapılan Harp Akademileri Günü’ne geliyor ve şu bilgiyi veriyor: “Her yıl 16 Aralık’ta yapılan bu gün bu yıl çok sönük geçti. Kutlama gününün yapıldığı salon âdeta buz gibiydi. Kutlamalara eski Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu da katılmıştı. Fakat kimse yanına gitmemiş!”
Harp Akademileri Günü’ndeki, bu buz gibi havanın sebebi, tabiî ki, yüzlerce muvazzaf ve emekli komutanın, düzmece olduğu iddia edilen kanıtlara dayanılarak, tutuklu olarak yargılanmakta olmalarıydı!
Ahmet Takan’a, Kıvrıkoğlu’nun Fenerbahçe Orduevi’ndeki yalnızlığını da şöyle anlatmışlar: “Kendi başına oturur. Pek kimse yanına gitmez. Selâm veren çok azdır!”
Hilmi Özkök de aynı durumdaymış. Ankara’daki Merkez Orduevine gider; doğru odasına çıkar ve odasından dışarı çıkmazmış!
4 Temmuz 2003 tarihinde Irak’ın Süleymaniye şehrinde Türk Özel Kuvvetlerine mensup askerlerimizin başına Amerikan askerleri tarafından çuval geçirildiğinde, Başbakana “Bunun için Amerika’ya nota verecek misiniz?” diye sorulduğunda, Başbakan “Ne notası? Müzik notası mı?” cevabını vermişti! Ne yazık ki, bu vahim olayı, zamanın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de suskunlukla karşılamıştı!
*
Sayın Ümit Özdağ bir yazısında, Necdet Bayraktaroğlu’nun “Tarihimizdeki Muhteşem Mektuplar” isimli kitabından söz etmiş. Mete Han’dan Atatürk’e, tam 2200 yıllık muhteşem Türk tarihi bu mektuplarda dile geliyormuş. Mektuplardan biri de, Hun İmparatoru İşbara’ya ait. İşbara Han bu mektubunda, Çin İmparatoru’nun 70 bin kişilik ordusunun karşısında, 1518 kişiden müteşekkil bir birliği kaldığında, teslim olması teklifine şu cevabı veriyor: “Boyun eğmeyeceğiz. Bu, şan ve şerefle yaşamış olan ecdadımıza karşı yapılması mümkün hakaretlerin en büyüğüdür…. Korumakla yükümlü olduğumuz bu emanetleri adî bir ömür uğruna feda edemeyiz. Hepimizin bildiği gibi, savaşta, erlerin kaderi ölümdür. Biz ölsek de, kahramanlığımızın şânı yaşayacak; çocuklarımız ve torunlarımız diğer kavimlerin efendisi olacaktır.”
Evet, Hun İmparatoru İşbara’nın, “Teslim ol!” davetine, her Türk’ün göğsünü kabartacağına ve ruhunu coşturacağına inandığımız cevabı budur!
1919 yılının Eylül ayında, Anadolu bozkırının ortasında, Sivas’tayız. Vatanın kurtuluşunun tartışıldığı Millî Kongre henüz bitmiştir. Tarihin sahnesinde iki asker karşı karşıyadır: Biri, I. Dünya Harbi’nin hiç yenilmeyen tek Türk Komutanı; ne parası ve ne de emrinde bir bölük askeri dahi bulunmamasına rağmen, vatanı kurtarmak mücadelesine kalkışmış Mustafa Kemal Paşa; diğeri Amerikan Tetkik Heyetinin Başkanı General Harbord!
Amerikan Kongresi adına Anadolu’da incelemeler yapmakta olan, General Harbord, Mustafa Kemal Paşa’ya, “Şimdi ne yapmak niyetindesiniz?” diye sorar. Konuşmaları sırasında Mustafa Kemal Paşa, ince parmakları arasında çevirdiği bir tespihle oynamaktadır. Bu sırada, sinirli bir hareketiyle tespihin sicimi kopar; tespih taneleri yere dağılır. Mustafa Kemal Paşa, tespih tanelerini teker teker toplar ve bunun Generalin sorusuna cevap olduğunu söyler. Lord Kinross’un yorumuyla, “Böylece, memleketin dağılmış parçalarını bir araya getirmek, çeşitli düşmanlardan temizlemek, bağımsız ve uygar bir devlet yaratmak istediğini belirtmiş oluyordu.” Harbord, böyle bir umudun ne mantığa, ne de askerî gerçeklere uyduğunu söyleyerek, sözlerini şöyle sürdürür: “Birtakım insanların kendi canlarına kıydıklarını biliyoruz. Şimdi de bir ulusun intiharına mı şahit olacağız?”
Mustafa Kemal Paşa, “Söylediğiniz doğrudur, General. İçinde bulunduğumuz durumda yapmak istediğimiz şey, ne askerlik açısından, ne de başka bir açıdan izah edilebilir. Ancak, her şeye rağmen, yurdumuzu kurtarmak, özgür ve uygar bir Türk Devleti kurmak, insan gibi yaşayabilmek için yapacağız bunu” der. Sonra, avucu yukarıya doğru dönük olarak, elini masanın üzerine koyar ve “Başaramazsak bir kuş gibi düşmanın avucu içine düşecek ve ağır ve şerefsiz bir ölüme katlanacak yerde” –konuştuğu sırada parmaklarını yavaş yavaş kapatıyordu- “atalarımızın çocukları olarak, dövüşerek ölmeyi tercih ederiz” dediğinde masanın üzerindeki yumruğu tamamen kapanmıştı.
Mustafa Kemal Paşa’nın bu kararlılığı, Harbord’u etki altında bırakmıştı. Amerikan generali, “Her şeyi hesaba katmıştım, ama bunu değil. Sizin yerinizde olsaydık biz de aynı şeyi yapardık” diyecektir (Lord Kinross, Atatürk, s. 297)!
Sivas’ta konuşan Komutan sanki Mustafa Kemal Paşa değil de, Hun İmparatoru İşbara Han’ın ruhudur! Evet, 2000 yıl sonra Türklüğün Asil Ruhu işte böyle kutlu bir bedende yine Tarih sahnesindedir!
Atatürk, daha sonra Nutuk’ta, Türk Milleti’ne, -sanki kendisinden sonra Mandacılık Ruhunun yeniden dirileceğini hissetmiş gibi- “TAM İSTİKLÂL” in önemi ve anlamı konusunda şu önemli uyarıyı yapacaktır: “Esas, Türk Milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak Tam İstiklâle sahip olmakla temin olunabilir. Ne kadar zengin ve refah içinde olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, uygar insanlık karşısında uşak olmak durumundan daha ötede bir davranış görmeğe lâyık olamaz. Hâlbuki, Türkün haysiyeti ve izzeti nefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun daha iyidir. Öyleyse, Ya İstiklâl Ya ölüm! İşte gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktı. Bir an için, bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranılacağını düşünelim. Ne olacaktı? Esaret! Peki efendim, diğer kararlara uymakla da sonuç bu olmayacak mıydı? Şu farkla ki, istiklâli için ölümü göze alan millet, insanlık haysiyet ve şerefinin icabı olan bütün fedakârlığı yapmakla müteselli olur ve bittabî esaret zincirini kendi eliyle boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz bir millete nazaran yar ve ağyar nazarındaki mevkii farklı olur.”
Ne yazık ki, bu Asil Ruhun yerini Atatürk’ün ölümünden sonra, Mütareke Döneminin Mandacılık Ruhu alacaktır! Yaşadığımız bütün zilletlerin temel sebebi işte budur.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.