Prof. Niyazi Berkes, İnönü'nün Lozan'daki durumu konusunda şu tespiti yapmış: “Orada kendini, 'Batı dünyası karşısında imtihan vermiş bir öğrenciye benzettiği' bile olmuştur. Üzerinde en derin iz bırakan adam, bu imtihandaki 'Mümeyyizlerin Başkanlığı' yerinde oturan Lord Curzon olmuştur. Millî Şef, yaşamı boyu bu adamı unutamadı. Bir vesile ile, Faik Ahmet Barutçu'ya, öğünerek şöyle der: 'Lozan'da genç ve tecrübesiz zamanımda, devletleri teker teker İngiltere'ye karşı görünce, bunlarla uyuşup İngilizlere kafa tutarım diye düşünmüştüm. Lord Curzon bana 'Sen çok manevracısın. Ama ben sana yaptırmam. Gözünü aç' dedi. Gerçekten yanlış başladığımı anladım. Beni İngiltere ile çarpıştırıyorlardı. Kendileri arkada duruyorlardı. İstediklerini de, benden kendi hesaplarına koparıyorlardı… Ben Lord Curzon'u yokladım, gördüm ki, onunla uyuşurum. Diğerlerinin isteklerini geri çevirmede benimle birlik olacaktır. Hızla kararımı verdim ve doğrudan yolu tuttum” (Prof. Niyazi Berkes, “Unutulan Yıllar”, s. 483).
Curzon, Boğazların uluslararası açık bir su geçidi olmasını, bütün devletlerin savaş gemilerine açık olmasını, Boğazların askerlikten tecridini (yani Türkiye'nin Boğazları tahkim etme ve kapatma yetkisinin olmamasını) istiyordu. İstiklâl Harbimizde bize en büyük yardımları yapan Rusya'nın temsilcisi Çiçerin, buna karşı çıkıyor ve Türkiye'nin de menfaatine olan bir görüşü savunuyordu. Bundan rahatsız olan Curzon, konferansta, tehlikeli bir kumarı göze alarak şu konuşmayı yapar: “… Türkiye delegesi görüşünü açıklamayı daha sonraya erteledi… Rusya delegesi ise tam bir plân ileri sürüyor. Her şeyden önce, Türkiye'nin savunmasını amaçlayan bir görüşün Rusya tarafından ileri sürülmesi ilginç. Kendisini dinlerken, Mr. Çiçerin'in yanlışlıkla İsmet Paşa'nın kalpağını giydiğini sanıyorum. Mr. Çiçerin, tekliflerinin hem Rusya'nın, hem Türkiye'nin görüşü olduğunu söylüyor. Eğer bu doğru ise, neden aynı şeyi Türk delegesi de söylemiyor? Mr. Çiçerin'in görüşünün Türk görüşünün aynı olup olmadığını şimdi göreceğiz!” Bu sözleri söyledikten sonra Lord Curzon sesine ağır ve ciddî bir ton vererek İsmet Paşa'ya şu soruyu sorar: “Konferans Rusya görüşü ile Türkiye görüşünün aynı olduğunu mu kabul etmelidir?”
Berkes, Lozan görüşmelerinin kitabını yazan Harold Nicolson'dan, bu andan sonrasını şöyle naklediyor: “Paşa'nın imtihandaki çocuğa benzeyen yüzünden ölümcül bir dalga geçti. Duraklaya duraklaya ağzından birkaç cümle ile, 'Müttefiklerin de başka bir teklifi varsa onu da dikkate alacağını' söyledi. Çiçerin'in yüzü hayretten görülecek hâldeydi.”
Curzon, Konferans üyelerine seslenerek durumu şöyle özetler: “Rus önerisi kabul edilirse, Boğazlar kayıtsız şartsız Türkiye'nin egemenliği altına girecek ve Karadeniz bir Rus gölü olacak demektir.”
Ertesi gün, İsmet Paşa tekliflerini getirdiği zaman, bunların Curzon plânının tıpatıp aynı olmamakla beraber, Çiçerin planının tümüyle reddi olduğu görülür!
Çiçerin, “Bu plân Türkiye'nin kendi güvenliği ve bağımsızlığı açısından en ilkel bir gerçeğin çiğnenmesidir” der.
Buna karşı Curzon, “Boğazlar sorunu üzerinde Rus ve Türk delegelerinin görüşleri arasında temelli fark bulunduğunu zapta geçiriyorum” diyerek, Nicolson'un deyimi ile iki devlet arasına soktuğu “kamayı” perçinler (“Unutulan Yıllar”, s. 488)!
Çiçerin'in önerilerini Howard Nicholson şu üç noktada özetlemektedir: 1. Boğazlar ticaret gemilerine açık olmalı, 2. Savaş gemilerine kapalı olmalı, 3. Türkiye'nin Boğazları tam tahkim etme hakkı olmalı.
Görüldüğü gibi, bu öneriler Türkiye'nin menfaatlerine en uygun önerilerdi fakat Curzon'un işine gelmiyordu. Çünkü o, emperyalist devletlerin savaş gemilerinin Karadeniz'de rahatlıkla dolaşabilmelerini istemekteydi. Bugün, Amerika'nın istediği de budur. Lozan'daki bu yanlış daha sonra, Rusya'nın da desteğiyle, l936'da Montrö'de düzeltilecektir!
İşte, İsmet Paşa, hatıralarında, Lozan'da bize kök söktüren bu Curzon için yukarıda söz ettiğimiz övgü dolu ifadeleri kullanmış! Bugünlere işte böyle geldik!
Bir de Patrikhane meselesi var!
Mustafa Kemâl Paşa 25 Aralık 1922 tarihinde, bir Fransız gazeteciye, Patrikhane hakkında şunları söylemiştir: “Bir fesat ve ihânet ocağı olan, ülkede ayrılık ve uyuşmazlık tohumları saçan, Hıristiyan hemşerilerimizin huzur ve refahı için de, uğursuzluk ve felâket simgesi olan Rum Patrikhanesi'ni artık topraklarımızda barındıramayız. Bu tehlikeli örgütü ülkemizde tutmamız ne gibi gerekçe ve sebeple ileri sürülebilir? Türkiye'nin Rum Patrikhanesi için topraklarında bir sığınak göstermeye ne zorunluluğu vardır? Bu fesat yuvasının gerçek yeri Yunanistan değil midir?”
Ancak Lozan görüşmelerinin neticesinde Patrikhane'nin Türkiye'de kalmasına karar verilir. İsmet Paşa, hatıralarının 399. Sayfasında da bu konu hakkında şunları söylüyor:
“Aradan zaman geçtikten sonra, Mösyö Venizelos ile samimî görüşmelerimiz esnasında o bana işin bilmediğim taraflarını anlattı. Venizelos'un söylediğine göre, Patrikhane meselesinde nihayetine kadar dayandıktan sonra, iş ters bir neticeye kalırsa, onu hâlletmek için tertipler düşünmüşler. Patrikhane İstanbul'dan kalkarsa, Aynaroz'a (Yunanistan'da bir yer) götüreceklermiş. Meseleyi bu safhaya kadar düşünmüşler, hazırlanmışlar!”
Yani, demek ki, İsmet Paşa biraz daha dirense Patrikhaneden kurtulacakmışız!
Günümüzde Lozan Antlaşmasına birçok eleştiriler yöneltilmektedir. 'Lozan'da en büyük toprakları kaybettik' diyenler bile oldu! Tarih bilmeyenlere hatırlatmak isteriz ki, Lozan'ın önemini anlamak için Sevr haritası ile günümüzün Türkiye haritasını yan yana koymak yeterlidir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, Lozan'da tecrübeli bir diplomatımız olsaydı daha iyi bir sonuç elde edebilirdik. Fakat bunlar artık geçmişte kalmıştır. Bugün, Lozan'daki kazanımlarımızın hedefte olduğu; Sevr'in yine gündemde olduğu unutulmamalı; bazı kendini bilmezlerin, bu konudaki yüksek millî hassasiyeti zaafa uğratabilecek, '30 Ağustos'un Ormancılar Günü'nden ne farkı var?' gibi, bir 5. KOL faaliyetinden farksız olan ve asla görmezden gelinemeyecek densizliklerinin hesabı kanun önünde sorulmalıdır.
Millî değerlerimize yapılan bu tür saldırıların hesabını soramayan bir devletin varlığını sürdürmesinin mümkün olamayacağı da iyi bilinmelidir.
İsmet Paşa'nın hatıralarından bazı önemli noktaları paylaşmayı sürdürelim:
Sayfa 73'de Yemen'le ilgili, bize göre oldukça önemli bir hatırası var.
İsmet Paşa 1911 yılında Yemen Ordu Komutanlığına tayin olunan Ahmet İzzet Paşa'nın Kurmay Heyetine dahil edilerek Yemen'e gider. Trablusgarp Harbi ve Balkan Harbi sırasında burada görev yapar. Yemen'de iken aşiretlerle ilgili sorunların çözülmesi için görüşmelerde bulunur. Bir keresinde, yine önemli bir meselenin çözülmesi için İmam Yahya'nın bulunduğu bölgeye gider. Bu arada, Yemen İmamı'nın adamlarının kaçırdığı, tüfekçi ustası bir Türk askeri, İnönü'ye ulaşmayı başarır ve kendisini buradan kurtarmasını ister. İnönü, konuyu İmam'a iletir. Fakat İmam, böyle becerikli ustalara çok ihtiyacı olduğunu söyleyerek, askerimizi iade edemeyeceğini bildirir. Yıllar sonra İsmet Paşa “Cumhurbaşkanı olduğu yıllarda İmam Yahya, yine Yemen İmamı'dır ve Ankara'ya bir heyet gönderir. Bu heyetin içinde İnönü'nün Yemen'den tanıdığı bir şahıs da bulunmaktadır.
İmam bizden yardım istemektedir. İnönü, adamın taleplerine “Hayhay yaparız” der ve konuşma şöyle devam eder: “Size her yardımı yapalım ama adam veremem bir, para veremem iki” diye konuşur!
İmam Yahya'nın adamı, “Para veremezsiniz, peki. Fakat adam veremezsiniz bunu anlamadım” deyince, İnönü, Yemen'de iken yaşadığı bu tüfekçi ustası Türk askerinin iade edilmemesi olayını anlatır.
Şimdi burada soralım: Bu doğru bir tavır mıdır? Yemen'e tabiî ki, maddî yardım yapacak bir durumda değildik. Fakat bu yeni devletin bürokrasisinin ve devlet kurumlarının oluşturulmasında; Yemen Ordusunun yetiştirilmesinde de mi yardımcı olamazdık? Atatürk yaşasaydı acaba nasıl hareket ederdi?
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.