Tarihî günler yaşıyoruz. Taksim Gezi Parkı'nda başlayan ve tüm Türkiye'yi sallayan eylemleri, 70 yıldır oynanan demokrasi tiyatrosuna son vererek, ülkeye millî bir yönetimi ve halkçı bir demokrasiyi getirecek bir sürecin başlangıcı olarak görmekteyiz. Bu nedenle biz, bu eyleme destek veren ve aynı beklenti içinde olduklarına inandığımız kesimlerden her birini, diğerlerinin hassasiyetlerine saygılı olmaları gerektiği konusunda uyarmak istiyoruz. Milliyetçi ve Muhafazakâr kesimlerin II. Abdülhamid konusundaki hassasiyetleri bilinmesine rağmen, 'genel ezberler doğrultusunda' AKP diktatörlüğü ile II. Abdülhamid dönemini bir tutan ve tarihî gerçeklerle bağdaşmayan bazı yanlış değerlendirmeler yapılmakta; II. Abdülhamid 31 Mart 1909 vakasının baş sorumlusu olarak gösterilmekte ve Namık Kemal'i zindana atmakla suçlanmaktadır. Ne yazık ki, sağın da solun da, tarihî dayanağı olmayan bazı ezberleri var! Tarih yazılan bugünlerde, geleceğe, hep birlikte emin adımlarla yürüyebilmek için bu ezberlerin de sorgulanması gerekiyor! Emperyalizmin, içimizdeki işbirlikçilerinin ve Batı'yı körü körüne taklit eden aydınlarımızın 'Sağ' ve 'Sol' diye ikiye böldüğü vatansever kesimlerin bir araya gelebilmelerini önemseyenlerin, bu birlikteliği örseleyecek söylemlerden kaçınmaları gerekmez mi? 31 Mart 1909 vakası ile başlayalım. Sol çevrelerdeki yaygın görüşe göre, 31 Mart ayaklanmasının arkasındaki kişi Sultan Abdülhamid'dir! Hâlbuki, Abdülhamid hatıralarında, 31 Mart hakkında şu esprili değerlendirmeyi yapmaktadır: “Hürriyet, bizim 'kabiliyetimizi' tamamıyla gösterdi. Nelere muktedir ve ne gibi şeylerde âciz olduğumuzu meşrûtiyet sayesinde ve üç dört ay içinde öğrendik. Tehlike açıktan açığa görünüyordu. Bu sırada 'İttihat-ı Muhammedî' heyeti teşekkül etti. Bir bu eksikti. Bu cemiyeti tesis etmiş olan Derviş Vahdetî Kıbrıslı bir serseri imiş… Ortada âcizlik vardı. Gazeteler, cemiyetler, kulüpler körükleye körükleye 31 Mart yangınını ilân ettiler…. 31 Mart hadisesinde benim katiyen medhalim (ilişkim) yoktur. Hattâ kendiliğinden gelmiş olan bu fırsattan istifadeye bile tenezzül etmedim. Medhalim olsaydı ve istifade etmek isteseydim, ben bugün Beylerbeyinde değil, Yıldız Sarayında bulunurdum.” II. Abdülhamid'e göre 31 Mart'ın sebebi, İttihat ve Terakkî Cemiyeti'nin İstanbul'daki askerî kuvvetler arasında yarattığı kırgınlık ve ikiye bölünen matbuattır (Nurer Uğurlu, “II. Abdülhamid'in Hatıra Defteri- Ulu Hakan mı, Kızıl Sultan mı?”, s. 152, 156). 31 Mart ayaklanması hakkındaki Atatürk'ün şu görüşleri de Sultan Abdülhamid'i doğrulamaktadır: “İttihat ve Terakkî reisleri hükümet kuvvetini meşrûluk prensiplerine aykırı olarak şahıslarında toplamışlar ve serbest seçimle gelen bir millet meclisi yerine, asker kuvvetine dayanarak zor ve şiddet kullanmışlardır. Bu fikrimi İttihatçı arkadaşlarıma söyledim durdum, fakat anlatamadım.” 31 Mart suçlularını yargılama divanında görev alan Rauf Orbay Mustafa Kemal'in bu düşüncelerine hak verir ve İttihatçı şahsiyetlerle eski yakınlığını kaybettiğini de söyler (Falih Rıfkı Atay, “Çankaya”, s. 64)! Atatürk, 1909 yılında yapılan İttihat ve Terakkî Cemiyeti'nin kongresine Bingazi delegesi olarak katılmış ve 'Orduyu hemen politikadan çekmelidir. Bu yapılmazsa ordu bir kuvvet olmaktan çıkar' şeklinde sert tenkitler yapmıştır (“Çankaya”, s. 54). Vatan şairimiz Namık Kemal'in 'zindana atılmasına' gelince; bu anlayış ülkemizdeki aydın tembelliğinin hazin bir örneğidir. İnternete girilip bakılsa böyle bir şeyin olmadığı görülecektir. Fakat ne yazık ki, bu 'Zindan' polemiği yıllardır sürdürülmektedir. Sultan Abdülhamid'in, büyük şairlerimiz arasında saydığı Namık Kemal, Abdülhamid'e en ağır saldırılarda bulunanlardan biridir (Nurer Uğurla, age. s. 342). Bir şiirinde Sultan Abdülhamid hakkında şunları söyler: “…Mülkü bitirdi gitti bir saltanat hevâsı- Mahvoldu mülkü millet, kahroldu şânü şevket- Hâlâ yerinde kaim o Allah'ın belâsı!” Evet, 'müstebit' Abdülhamid döneminde vatan şairimiz böyle bir şiir yazabilmektedir! Gelin, böyle bir şiiri bugün yazın bakalım! Ayrıca, Namık Kemal II. Abdülhamid'in değil, Abdülaziz'in döneminde Kıbrıs'a sürgüne gönderilmiştir. Burada zindanda değil, iki katlı bir evde kalmıştır! Solun saygın isimlerinden, Kıbrıs doğumlu Prof. Niyazi Berkes, 'böyle bir şeyin söz konusu olmadığını, Namık Kemal'in Magosa'da sadece bir sürgün olduğunu, okuması yazması olan çok kişinin onunla görüştüğünü' belirtmektedir (Niyazi Berkes, “Unutulan Yıllar”, s. 33)! Abdülaziz'in tahttan indirilmesinden sonra V. Murat tahta çıkar. V. Murat'la şehzadelik döneminde arkadaşlığı olan Namık Kemal'in de sürgün hayatı sona erer. Sonra bilindiği gibi II. Abdülhamid Padişah olur ve kendisine Anayasa yapılması ve Meşrûtiyet yönetimine geçilmesi için baskılar yapılır. Namık Kemal de bu amaçla kurulan Anayasa Komisyonunun bir üyesidir. Anayasa tartışmaları sırasında yazdığı bir şiirindeki “Bir şey ikilendi mi, muhakkak üçlenir de” anlamındaki bir mısra ile Abdülhamid'in de tahttan indirilebileceğini ima ettiği için yargılanır ve beraat eder fakat Girit'e sürülür. Burasının sağlığına uygun olmadığını bildirince bu defa Midilli'ye gönderilir. Namık Kemal daha sonra Midilli'de Mutasarrıf (kaymakam) olarak görevlendirilir ve burada 1884 yılına kadar 5 yıl mutasarrıflık yapar. Başarılı hizmetleri sebebiyle Padişah tarafından kendisine nişan verilir. Bunu Rodos ve Sakız mutasarrıflıkları izler. 1888'de Sakız mutasarrıfı iken vefat eder ve bir caminin haziresine gömülür. Bir arkadaşının, Bolayır'da, Orhan Gazi'nin oğlu şehzade Gazi Süleyman Paşa'nın yanına gömülmek arzusunda olduğunun bildirilmesi üzerine, mezarı Bolayır'a nakledilir. Plânlarını Tevfik Fikret'in çizdiği kabrin parasını da 'Müstebit Padişah' Abdülhamid kendi kesesinden öder! II. Abdülhamid'in, Namık Kemal'in oğlu Ali Ekrem'i 1888 yılında Sarayda kâtip olarak görevlendirdiğine de not edelim (Nurer Uğurlu, age. s. 118)! Birçokları Tevfik Fikret'in “Han-ı Yağma” şiiri ile Abdülhamid dönemini yerdiğini zanneder; hâlbuki bu şiirle eleştirilen İttihat ve Terakkî Dönemi'dir. O dönem hakkında aydınlatıcı bilgi edinmek için Falih Rıfkı'nın “Çankaya”, Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun “Hüküm Gecesi” ve “Atatürk” isimli kitapları, Prof. Niyazi Berkes'in “Türkiye'de Çağdaşlaşma” ve Doğan Avcıoğlu'nun “Millî Kurtuluş Tarihi” isimli kitapları mutlaka okunmalıdır. Bu kitaplarda önyargılarımızı bozacak önemli bilgiler var. Sultan Abdülhamid muhaliflerini yok etmemiştir. Onun döneminde öldürülen bir tek gazeteci yoktur. Jön Türklere övgüler düzenlere, Jön Türklerin basiretsizliği yüzünden önce Balkanları ve I. Dünya Harbi'ne girerek bir İmparatorluğu kaybettiğimizi hatırlatırız! Bu konuda “Çankaya” kitabının 80. ve müteakip sayfaları mutlaka okunmalıdır. Sultan Abdülhamid hakkında gerçekçi bir tespit yapabilmek için o dönemin iç ve dış şartları iyi tahlil edilmelidir. Atatürk'ün Abdülhamid hakkında, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu'nu “Onun yaptıkları fazla müsamahalıydı” diye uyardığını hatırlatalım! II. Abdülhamid, 1876 yılında Padişah olduğunda, iflâsını ilân etmiş bir ülke devralmıştı. Alacaklı devletlerle yaptığı sıkı bir pazarlık sonucu, 252 milyon lira olan borçlarımızın 106 milyon Osmanlı lirasına indirilmesini sağlamıştır (Prof. Sina Akşin, “Türkiye Tarihi”, Cilt III, s. 168). 1902 yılında ise, 75 milyon tutarındaki borçları, alacaklı devletlerle yaptığı pazarlık sonucu 32 milyon liraya indirmeyi başarmıştır (Prof. Vahdettin Engin, (“Pazarlık”, s. 136). İttihat ve Terakkî yönetiminin sonunda bu borçlar 400 milyon liraya çıkacaktır! “Atatürk'te Birleşelim” çok doğru bir slogan fakat vatansever kesimlerin bu slogan etrafında birleşmelerini engelleyecek söylemlerden kaçınarak, halkımıza, Atatürk'ten sonra ülke yönetimine gelenlerin, bu ülkeyi Batılı güçlerin vesayetine nasıl soktuklarını ve bu vesayetten kurtulmanın yollarını anlatmak daha doğru değil mi? Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Makale Yazısı-
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.