Sayın Cumhurbaşkanının, 10 Kasım'da, Atatürk'ün ölüm yıldönümü nedeniyle düzenlenen bir törende yaptığı konuşmada, Atatürk'ün eseri olan Harf Devrimini eleştirmesi haklı olarak bir tartışma başlattı.
Harf Devrimine karşı çıkan muhafazakâr vatandaşlarımızın temel gerekçeleri, Arapçanın Kur'an dili olduğu yanılgısıdır. Hâlbuki, Kur'an'ın Arapça indirilmesinin sebebinin, 'Arapların daha iyi anlamaları için' olduğu Fussilet suresinin 44. Ayetinde açıkça belirtilmektedir. “Eğer Biz Kur'an'ı Arapça dışında bir dille indirseydik, inkârcılar bu sefer de şöyle derlerdi: 'bu kitabın ayetlerinin (Arapça olarak) açık seçik anlatılması gerekmez miydi?' Kitap yabancı bir dilde, Peygamber ve hitap ettiği kimseler ise Arap!”
Görüldüğü gibi, Müslümanların Kur'an'ı, kendi dilleri ile okuyup anlamaları bir Kur'an buyruğudur. Tabiî, bunu anlayabilmek için, önce düzgün bir Türkçe Kur'an meali okumak gerekir! Bu yapılmadığı için milletimiz yüzlerce yıl, dinini bilmeden yaşamıştır. Ne yazık ki, günümüzde bile, Kur'an'ı, anlamını bilmeden 'hatmetmek' bir dînî görev ve bizi Allah'a yaklaştıran bir ibadet zannedilmektedir. Hâlbuki bizi Allah'a yaklaştıracak en kestirme yol insana yaklaşmak, insanı sevmek ve insana hizmet etmektir.
İnsana hizmetin, aynı zamanda Allah'a hizmet etmek olduğu bilinmelidir.
Arap harflerini savunanlar, Lâtin harfleri ile çocuklarımızın çok daha kolay okuma-yazma öğrendikleri itirazına karşılık olarak, Çinlilerin ve Japonların binlerce karakterden oluşan, o kargacık burgacık alfabeleriyle nasıl başarılı olduklarını öne sürmektedirler. Doğrudur. Fakat, Çin ve Japon alfabelerinin bu iki milletin kendi öz alfabeleri olduğu unutulmaktadır! Hâlbuki, Arap alfabesi bizim sonradan benimsediğimiz bir alfabedir! Türkler ilk zamanlarda Göktürk ve Uygur alfabelerini kullanmışlardır. Fatih döneminin sonuna kadar da devlet yazışmalarının Uygur alfabesi ile yapıldığını hatırlatalım! Arap alfabesinin kullanılması İslâmiyet'i kabul etmemizden sonradır.
Lâtin harflerinin kabulü Atatürk'ün bu millete büyük bir hizmetidir. Bu sayede dilimizi daha kolay öğrenip yazabilmek imkânına kavuştuk. Türkçe, birçok Türkoloğun ve yabancı dil uzmanının da belirttiği gibi müstesna bir dildir. Fakat, Arapça alfabe dilimizin gelişmesini önlemiştir. Çünkü, sesli harflerin yer almadığı Arap alfabesi ile okuyup yazma öğrenmek son derece güç bir işti. Sultan Abdülhamid bile Lâtin harflerinin kabulünü düşünmüştür. Arap harfleriyle meram anlatmanın güçlüğünü gören Enver Paşa, I. Dünya Harbi sırasında kendi hazırladığı bir alfabeyi denemişti. Ama bu tutmamıştır.
Yağmur Atsız bir yazısında, Türkçenin üstünlüğü konusunda şu çok önemli bilgileri vermişti. Daha önce de yazmıştık. Tekrar hatırlatalım: “İnternational Association for the Study of Child Language adlı bilimsel bir örgüt var. Birkaç ay önce, Berlin'de yapılan l0. toplantıları vesilesiyle yayınladıkları bir rapora göre, Türk çocukları 2-3 yaş arası Türkçeyi konuşmaya başlıyorlarmış. Alman çocukları ise 4-5 yaş arası. Arap çocuklarında bu süre l2 yaş imiş...” Atsız, son derece önemli eserler vermiş olan Fransız Türkolog Jean Deny'nin şu tespitlerine de yer vermiş: “Türkçenin nerede doğup geliştiğini bilmeyen; bu dilin sanki çok eski zamanlarda bir dil bilginleri heyeti tarafından oturulup masa başında yaratıldığını sanır” (Tercüman, 23.01.2006).
Fransız Türkoloğu Jean Paul Roux da, Türk dilinin bu mükemmelliğinin üzerinde durur ve meşhur Fransız yazarı Moliere'in, Kibarlık Budalası adlı eserinden Türkçe hakkındaki şu değerlendirmelerini nakleder: “Şu Türkçe ne hayran kalınacak bir dil; az sözcükle çok şey söyler” (“Türklerin Tarihi”, s. 27, 36).
Arapça seviciliğinden vazgeçip, artık kendi güzelim dilimizi benimseyelim.
Lâtin Harfleri sayesinde dilimizi daha kolay öğrenip daha güzel ifade etmek imkânına kavuştuk. Cumhuriyetin sağladığı imkânlar sayesinde dinimizi de daha doğru bir şekilde öğrenmeye başladık. Bir de utanmadan, Atatürk dini ortadan kaldırdı diyorlar. Türk Milleti, yüzyıllarca, 'günah' diye, Türkçeye çevrilmeyen Kur'an'ı, anlamını bilmeden Arapça olarak okudu. Atatürk'ün sayesinde Türkçe Kur'an'la müşerref olduk. Tabiî, bu birilerinin işine gelmiyor çünkü saltanatları yıkılıyor ve milletimiz Türkçe Kur'an'ı okuyup anladıkça, daha da yıkılacaktır.
DİNİN DİREĞİ NAMAZ DEĞİL SALÂTTIR
Dinimiz bizden, aklımızı kullanmamızı, hayırda yarışmamızı, adaletle yönetmemizi, dürüst, vicdanlı ve ahlâklı olmamızı, emaneti ehline vermemizi istiyor. Dinimizin özü budur. Birileri çıkmış 'İslâm'ın şartı beştir' demiş ve milletimiz de yüzyıllarca buna inanmış! Topluma egemen olan güçler, İslâmiyet'i bir ritüel dini hâline getirmişler. Bu millete, 'namazın dinin direği olduğu' belletilmiş. Dindarlığın ölçütü de namaz olmuş!
İslâm Dünyasının büyük ismi Muhammed İkbal; “Dua ve ibadet aslında kişinin vicdanıyla ilgilidir ve şekilciliğin pek de önemi yoktur” diyerek, bize Kur'an'ın temel mesajını hatırlatmaktadır. Kur'an, “Kimin amelce daha iyi olduğunu belirlemek için hayatı ve ölümü yaratan Allah'tır” buyurmaktadır! Zaten hayatın anlamı bundan başka nedir ki?
Yani asıl mesele, Kur'an'ın buyurduğu gibi, “iyi ve güzel işler” yapmaktır.
Dinimizin temel amacının, “Müslümanların akıllarını kullanmaları, Adalet Devleti; Emanetin Ehline Verilmesi, Müslümanların Bağımsız Bir Ülkede Hürriyet içinde yaşamaları, Üretmeleri; Paylaşmaları ve ahlâklı olmaları” olduğu anlaşılırsa, bu ülkede çok şey değişir. Atatürk Dönemi bu yönden incelendiğinde, o dönemin, 'İslâmcı' olduklarını iddia edenlerin yönetimlerinden çok daha İslâmî olduğu görülecektir. Fakat, ne yazık ki, dinî ritüelleri eksiksiz yerine getirmeyi dindarlığın ölçütü zannedenlerin bunu anlamaları zordur!
Balkanlardaki bütün milletlerin din adamları, kendi halklarına, İncil'in dili olan Lâtince ile değil, Bulgarca, Sırpça ve Rumca ile hitap etmişlerdir. Kilise; Bulgar, Sırp ve Yunan milliyetçiliğinin gelişmesinde çok önemli bir işlev görmüştür. Atatürk, Sofya'da Askerî Ataşe iken bir arkadaşına yazdığı mektupta, Balkan milletlerinin çok kısa bir zamanda, nasıl bu kadar başarılı olduklarının sebebini çözdüğünü bildirir. Atatürk'e göre, bunun sebebi, Ortodoks Kilisesidir. Kilisenin Balkan milletleri arasında yıllardır ektiği milliyetçilik tohumları sayesinde, Balkan milletleri Osmanlı'nın karşısına dikilmişlerdi. Ne acıdır ki, Balkanlarda, Kilise milliyetçilik tohumları ekerken, Müslüman din adamları da Türk Milliyetçiliğinin karşısına dikilmişlerdir!
Türk Milleti, Arapça din eğitimi yüzünden, ne dinini doğru düzgün öğrenebilmiş, ne de milliyetçilik duyguları gelişmişti! Bugün, Arapların bile birçok devleti varken, bizim 'İslâmcılar' Türklüğe ve Türkiye Cumhuriyeti'ne saldırmayı Müslümanlık zannediyorlar. Millî Kimliği hedef alıp, milleti 'yeniden' ümmetleştirmeye çalışarak, emperyalist senaryolara hizmet ettiklerinin farkında bile değiller!
Tarihimizi bilmeyenler, Osmanlı döneminin medreseleri üzerinde güzellemeler yapıyorlar. Bakınız II. Mahmut döneminde, Osmanlı ordusunda uzman olarak görev yapan Alman Mareşali Moltke, “Türkiye Mektupları” isimli kitabında, Osmanlı'daki eğitim durumu hakkında neler söylüyor: “Okuma yazma bilen bir Türk'e 'hafız' yani bilgin denir. Kur'an'ın ilk ve son surelerini ezberleyerek tahsilini tamamlar, dört işlemi pek azı tam olarak bilir. Münevver diyebileceğim ricalden her Türk, fala ve rüya tabirlerine tamamen inanır ve dünyanın yuvarlak olduğunu tasavvur bile edemezdi. Yüksek memuriyetteki Türkler bile kendi dillerinde yazılmış mektupları başkasına okuttururlar” (O. Selim Kocahanoğlu, “31 Mart Ayaklanması”, s. 71). ./…
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.