Emekli Albay Levent Göktaş, düzmece olduğu iddia edilen bir CD'ye istinaden, 'Terör Örgütü Üyesi Olduğu' suçlamasıyla 4 yıldır tutuklu olarak yargılanıyor! Albay Göktaş, 3 Üstün Cesaret Madalyası sahibi. Yargılandığı mahkemede, Güneydoğu'da görevli iken, Irak'ın kuzeyinde tespit ettikleri 200-250 kişilik bir PKK'lı gruba karşı, 40 kahraman Mehmetçikle yaptıkları bir operasyonu anlatmış. Çatışmalar sırasında bir astsubayımız şehit düşer fakat çatışma o kadar yoğundur ki, şehit astsubayı bulunduğu yerden almak imkânı yoktur. Gece yarısı PKK'lı gruptan Sakine Cansız (Paris'te öldürülen PKK'lı) telsizle irtibat kurar ve şu teklifi yapar: “Bu cenazeyi alamazsınız. Anlaşalım. Şehidi sana verelim!” Albay Göktaş'ın “Ne istiyorsunuz?” sorusuna “Armut Boğazı denilen yerden geçerken oradaki ilk ağacın altına çuval içinde konserve, ekmek, sağlık malzemesi koymak için söz verirseniz biz de şehidinizin cenazesini size veririz. Ancak bir şartla; sabah saat 9'da tek başına geleceksin!” Albay Göktaş, 'tuzak olabilir' uyarılarını dinlemez ve kararlaştırılan saatte aşağıya iner. Şehidimizin cenazesi temizlenmiş bir şekilde, yanında silâhı yerde yatmaktadır. Şehidi sırtına alarak yürümeye başladığı sırada etraftaki siperlerde bulunan PKK'lıların kendisine karşı saygı ifadesi olarak, ayağa kalkarak selâm durduklarını görür. Bunu anlattıktan sonra şunu ilâve eder: “Bir gün ABD'de bir uçak tam havalanacakken birden durur. Pilot yolculara bunun sebebini şöyle açıklar: 'Kahramanlık madalyalı Kore gazimiz gecikti. 5 dakika içinde uçakta olacak. Onun için bekliyoruz!'” Amerika'nın kahramanlarına gösterdiği saygıya bakın; bir de bu ülkede PKK'lıların bile saygı gösterdikleri kahramanlara reva görülen muameleye bakın! Ne acıdır ki, basınımızdaki yazarların büyük bir çoğunluğu askere duyduğu kin ve nefret sebebiyle, yıllardır tutuklu olarak yargılanan yüzlerce subay, astsubay, general ve amiral için en küçük bir vicdani rahatsızlık duymadan 'Hukuk çözer; suçsuzlarsa beraat ederler' değerlendirmesini yapabilmektedir! Bu değerli komutanların hangi düzmece delillerle tutuklandıkları birkaç gazete dışında basınımızda ve televizyonlarda yer alamamaktadır. Fakat, ne kadar üzerleri örtülürse örtülsün, hiçbir şey gizli kalmıyor. Yapılan sahtekârlıklar bir bir meydana çıkıyor. Tıpkı Ergenekon davasına dayanak teşkil eden, Ümraniye'de ele geçen bombaların, nasıl ele geçirildiğinin ve bu 'delillerin' niçin imha edildiğinin izah edilememesi gibi! Tıpkı Balyoz davası belgelerinin, bir eski AKP milletvekilinin bürosunda, Genelkurmay'dan çalınan belgeler üzerinde oynanarak, sahte deliller yaratıldığının meydana çıkması gibi! Tıpkı Tuncay Güney'in SKY TV'deki programda Ergenekon ve Balyoz davalarının organize bir iş olduğunu itiraf etmesi gibi! Tuncay Güney o programda şu ifadeleri kullanmıştı: “Ergenekon davası bir projeydi, bitti artık!” Yani, amaç hâsıl oldu! Evet, Sevr yeniden gündemdedir ve bütün bu yaşadıklarımız bu melûn projenin yapı taşlarıdır. Batılı 'Dostlarımız' Türkiye'nin parçalanmasına karar vermiştir ve bunun alt yapısı hazırlanmaktadır! Yeni Anayasa da bu çerçevede değerlendirilmelidir. Türk Milleti, Türklük hedeftir! 28. Abant Plâtformu'nun sonuç bildirgesinde, 'Resmî belgelerde Türk Milleti ibaresinin kullanılmaması' istenmiş! CHP'nin Anayasa Komisyonu üyesi Rıza Türmen'in de aynı düşüncede olduğu anlaşılıyor! Demokratikleşme' kamuflajı ile Türk Milleti'ni yok etme kararlılığında olan cephe oldukça geniş! Korkut Özal'ın, Haber Türk televizyonunda 9.2.2004 tarihinde yaptığı, “Millî Devlet 1789 ihtilâlinin eseridir; artık görevini tamamlamıştır” değerlendirmesi herhâlde tesadüfî bir değerlendirme değildi. 'Ulus Devlet Bitti' diyenlerin 'Kürt Ulus Devleti'ni desteklemeleri, hâlâ daha dönen küresel dolapları anlayamamış olanları artık uyandırmalıdır. Cilvegözü sınır kapısında meydana gelen katliam hükümetin Suriye politikasını yeniden gündeme getirdi. Önce şunu ifade edelim ki, rüzgâr eken fırtına biçer. Suriye sınırımız yakın zamana kadar Türkiye'nin en güvenlikli sınırı idi. Biz, Suriye'ye demokrasi getirmek adına, Suriye Devletine savaş açan teröristleri destekleyerek, Suriye sınırımızda kendi elimizle, bir kaos ortamı yaratılmasına imkân hazırladık. Batı'nın bu 'Demokrasi Operasyonunda' Suudilerle ve Katar'la birlikte hareket etmemiz tam bir kara mizah örneğidir. Bırakınız Suriye politikamızın ahlâkî yönünü; Suriye'deki iç savaşın ticaretimize vurduğu darbe milyar dolarlarla ifade edilmektedir. Bu vahim hata önümüze bir de El Kaide faturası çıkardı! Bu son kanlı hadisenin arkasında El Kaide de, Güneydoğu'da cirit attıkları bilinen yabancı istihbarat örgütleri de, hattâ taşeron olarak PKK da olabilir. Ne var ki, henüz olay açıklığa kavuşmamış olmasına rağmen, inandırıcılıklarını iyice kaybetmiş olan yandaş basın ve TV'ler faili 'Esat' olarak ilân ettiler! Cilvegözü sınır kapımız yolgeçen hanına dönmüş; Suriye tarafı 'muhalif' diyerek yüceltilen teröristlerin kontrolündeymiş kimin umurunda! 'Dördüncü Kuvvet' olarak tanımlanan basının ülkemizde hiç bu kadar seviye kaybettiği görülmemişti. Halk TV'de, Abdüllatif Şener'i dinledik. Sayın Şener, Suriye'de, on binin üzerinde El Kaide militanı olduğunu, Hükümetin hatalı politikaları sonucunda El Kaide'nin Afganistan ve Pakistan'dan sonra Suriye sınırımızdaki topraklara da yerleştiğini belirterek, bunun ülkemiz için gelecekteki tehlikelerine dikkat çekti. Nasıl bu hâle geldik? Atatürk 1923 yılında Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı bir konuşmada şu uyarıyı yapmıştı: “Şurasını hatırdan çıkarmamalıdır ki, bu kadar fedakârlıkların semeresini elimizden kaçırmamak ve geçen musibet ve felâketlerin bir daha avdetini gayri mümkün kılacak tedbirleri almak bizim için her günün düşüncesi olmalıdır.” Ne yazık ki, Atatürk'ten sonra gelenler, O'nun Müslüman bölge devletleriyle birlikte kurduğu bir ittifak olan Sadabat Paktı'nın anlamını kavrayamadıkları için, dümeni Batı'ya kırdılar; Batı'ya teslim oldular! Bugün işte bunun bedelini ödemekteyiz. Bütün kötülüklerin anası Batı ve içimizdeki adamlarıdır. Fakat her nedense, iktidar da muhalefet de ABD ve Avrupa Birliği sevdasından bir türlü vazgeçememektedir! Bir gâfiller korosu da, tüm bu yaşananlara rağmen, hâlâ daha 'Batı'dan koparak dünyaya mı kapanacağız?' teranesini sürdürmektedir! Sanki, dünya Batı'dan ibaretmiş gibi! Gerçeklerin farkında olan bir kesim ise olaylara doğrudan müdahil olmasa da, 'statülerine bir hâlel gelir endişesi ile' susmayı tercih etmektedir! Susmak ve seyretmek de bir çeşit ihanet değil midir? Bu gibilere Hun İmparatoru İşbara Han'ın şu veciz sözlerini bir kez daha hatırlatalım: “Korumakla yükümlü olduğumuz bu emanetleri adî bir ömür uğruna feda edemeyiz. Biz ölsek de, kahramanlığımızın şânı yaşayacak; çocuklarımız ve torunlarımız diğer kavimlerin efendisi olacaktır.” Makaleyi Paylaş Facebook'ta Paylaş Twitter'da Paylaş
Makale Yazısı-
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.