Çok partili sisteme geçildikten sonra, 'Seçilmiş atanmıştan üstündür' demagojisi ile sandığın kutsallaştırılması sonucu, iktidarların kendilerini 'Millî İradenin temsilcileri' olarak dilediklerini yapmaya yetkili görmeleri; bürokrasinin kendilerine biat etmesini beklemeleri ve -bununla da yetinilmeyerek- bürokrasinin yandaş kadrolarla doldurulması devletimizde derin bir zaafa sebep olmuştur. Eski Meclis Başkanlarından Bülent Arınç'ın, “Bu Meclis insan yaratmak dışında her şeye muktedirdir” sözü, bu anti demokratik yönetim anlayışının vahim bir örneğidir. Burada 'Meclis' denilerek kast edilen tabiî ki, iktidar partisidir. Düşününüz ki, Anayasa Mahkemesi'ne, Danıştay'a ve Sayıştay'a Meclis'in seçtiği üyeleri aslında, İktidar Partisi belirlemektedir! Bu durumda yürütme nasıl denetlenebilir? Aynı durum Cumhurbaşkanının yaptığı atamalar için de söz konusudur! Fakat bu durum ötedenberi böyleydi ve hiçbir iktidar bu imkânları kullanmaktan vazgeçmek istememiştir. Hâlbuki, iktidarları, anayasanın emrettiği Kuvvetler Ayrılığı ilkesine saygılı olmaya zorlayacak bir sistemin kurulmuş olması gerekmez miydi? Hiçbir iktidar bu feraseti gösterememiştir. Bilindiği gibi, Nisa Suresi 58. âyet Müslümanlara, “Emaneti ehline verin, hükmettiğinizde adaletle hükmedin” diye buyurmaktadır! Aslında aklın ve bilimin emrettiği de budur. Kutsal kitabımız ayrıca, Tek Adam yönetimini yasaklamakta; ŞÛRA'yı, MEŞVERETİ; yani DANIŞMAYI emretmektedir! Şûra Suresi 38 ve Ali İmran Suresi 159'u okuyunuz! Biz Tek Adam yönetimi sebebiyle bir imparatorluk kaybettik. Atatürk'ün bile bu ülkeyi, Tek Adam olarak yönetmediğini hatırlatırız! Emanet niçin yandaşa değil de, ehline verilmelidir? Çünkü, makam ve mevkiler, ehliyet ve liyakata bakılmadan yandaşlara verildiğinde, Devlet; Devlet olmak işlevini büyük ölçüde kaybeder. Verimlilik düşer. Bu ayrımcılık nedeniyle, vatandaşlar devletlerine küserler; ülke bölünür. O nedenle, atamalarda ve yükselmelerde ehliyet ve liyakata çok dikkat edilmesi gerekir. Devletteki atamalarda adaleti sağlamak için, rahmetli Bülent Ecevit zamanında bir kanun kabul edilmiş ve memuriyete girecekler için KPSS adıyla bir sınav yapılması kabul edilmişti. Ne var ki, bu sınav orasından burasından delinmekte ve devlet kadroları yine de yandaşlarla doldurulmaktadır! Bu, adaletli ve ahlâkî olmadığı gibi, devlet için de büyük bir zaaftır ve sürekli dindarlıktan bahsedenler için de büyük bir çelişkidir. Zaaf sadece iktidarların keyfî uygulamalarından kaynaklanmıyor; bir de Batı'ya karşı dik duramamak meselesi var! Ne yazık ki, her fırsatta dindarlıklarını dile getiren bu iktidar döneminde bile, Batı'ya bağımlılık sürüyor! Hem de, Maide suresi 51. âyet “Hıristiyanları ve Yahudileri Veli, Mevlâ edinmeyin” yani, onları kılavuz edinmeyin, onların hükmüne girmeyin diye buyurmasına rağmen! Batı'yı kılavuz edinmenin, Batı'nın vesayetine girmenin neticeleri meydandadır. Atatürk döneminde Tam Bağımsız bir ülke iken, Batı'nın nezdinde itibarımız neydi; Atatürk'ten sonraki süreçte, Batı'yı Mevlâ edindikten sonraki durumumuz nedir? Hepimiz bunu sorgulamalıyız. Hemen her gün acı sonuçlarını yaşadığımız PKK ve IŞİD terörü; sözde müttefikimiz olan ülkelerin parlamentolarında alınan Ermeni Soykırımı kararları, -bizim de katkımızla- Irak ve Suriye'nin içine düşürüldüğü durum Batı ittifakı içinde sürüklendiğimiz zaafların sonuçlarıdır. Atatürk'ün politikaları devam ettirilseydi, bugün bölgenin süper gücüydük. Batı'nın söz konusu istiskallerine karşı, bırakınız etkili bir tepki gösterilmesini; devletteki bu zaaf sebebiyle içeride de millî bir siyaset takip edilememektedir. Ermeni soykırımı iddiaları karşısındaki çaresizliğimiz bunun acı bir örneğidir. -1980'lerin başlarında 'görevini' PKK'ya devreden-Asala terörü 1970'li yıllarda başlamıştı. Daha önce böyle bir sorun olmadığı için, tarih kitaplarımızda 1915 olaylarına yer verilmemekteydi. Fakat artık, ülkemize karşı, Emperyalist Cephenin, top yekûn bir saldırısı ile karşı karşıyayız. Birbiri ardına ülkemizi soykırımı ile suçlayan kararlar alınıyor! Bu durumda, nasıl olur da, vatandaşlarımızın bu olayların aslını öğrenmeleri için, müfredat programlarına bu konu konulmaz? Devlet, vatandaşlarımızı bilgilendirme görevini yerine getirmemekle, vatandaşlarımızı, devlet ve millet düşmanlarının menfî propagandalarına açık bir hâle getirmektedir. Niçin dünya çapında bir bilgilendirme çabamız yok? Almanya'nın bu densiz kararından önce, Dışişleri hangi faaliyeti gösterdi? Niçin müttefikimiz olan ülkelerde PKK'nın özgürce faaliyet göstermesi engellenemiyor? Ne acıdır ki, yurt içinde bile, bazı televizyon kanallarında, Ermeni Soykırımı iddiaları tartışabilmekte; sempozyumlar düzenlenebilmekte; 'Tarihimizle Yüzleşelim' baskıları densizce dile getirilebilmektedir. Bilgi Üniversitesi'nin 2005 yılında, Ermeni Konferansı'na da ev sahipliği yaptığını ve bu konferansa 'Soykırımın bir Ermeni yalanı olduğunu savunan' Ulusalcı ya da Milliyetçi kesimden kimsenin dâvet edilmediğini hatırlatalım! Evet, Bilgi Üniversitesi'nde, barışa kurşun sıkanları destekleyen ve ismi de 'Barışı Kurmak' olan bir konferans düzenlenmiş ve bu konferansa, AKP'li Egemen Bağış, Faruk Nafiz Özak ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş başarı mesajları yollamışlardı! Biz niçin bizi soykırımı ile suçlayan devletlerden rahatsız oluyoruz ki? Fransa bir terör eyleminden sonra, olağanüstü hâl ilân ederken, Güneydoğu'da yaşanan vahim olaylara rağmen, askerin yetkisinin artmasından çekinerek, olağanüstü hâl ilân etmeyen iktidar, yeterli olmasa da, terörle mücadele eden askere sınırlı bir koruma sağlayacak bir düzenleme yapıyor. Artık bir hâkim, uyduruk bir ihbarla bir komutanı tutuklayamayacak! Bunun için Millî Savunma Bakanı'nın izni gerekecek! Cizre Alay komutanı Cemal Temizöz'ün ve kahraman komutanlarımızın PKK'lı itirafçıların tanıklıklarıyla nasıl yıllarca hapislerde süründürüldüğünü hatırlatırız! Sevgili okurlar, dünyanın hiçbir ülkesinde bu boyutlarda bir düşünce özgürlüğü yoktur. Bu açıkça teröre arka çıkmaktır. Bu vahşi, bu alçak terörün bunca yıldır sürmesinin ana sebeplerinden biri de işte, aydınların bu sorumsuzluğu ve bu rezil medya desteğidir. İktidar yıllarca bu durumu seyretmiştir. Midyad'daki o kanlı saldırıdan ve Bitlis'teki şehit cenazesinden sonra bölge halkının, PKK'yı lânetleyen o muhteşem yürüyüşleri, hâlâ daha, Emperyalistlerin Taşeronu olan cinayet şebekesini 'Kürtlerin Temsilcisi' olarak görenlerin akıllarını başlarına getirmelidir.
Görünüz artık! PKK Türk'ün de Kürdün de düşmanıdır; emperyalizmin maşasıdır.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.