Aydınlarımızın önemli bir çoğunluğu, 'Birinci Dünya Harbi'ne katılmak zorunda olduğumuzu savunur. Haklılıklarını kanıtlamak için, Atatürk'ü de buna alet ederek, “Atatürk de harbe girmemizin kaçınılmaz olduğuna inanmaktaydı' diyenler de vardır. Bu temel yanlış, gömleğin yanlış iliklenen ilk düğmesi gibi, bu yanlış fikir üzerine geliştirilen bütün sonuçların da yanlış olmasına sebep olmaktadır.
Atatürk, Sofya'da Askerî Ataşe iken, Almanların 6-8 Eylül tarihlerinde Marn Meydan muharebesini kaybetmesinden iki gün önce, 4 Eylül 1914 tarihinde, Tevfik Rüştü Aras'a yazdığı mektupta, savaşın dışında kalmamız gerektiğini açıkça ifade etmiştir. Atatürk bu mektubunda, 'Rusların Alman taarruzu karşısında geri çekilebileceği ve Napolyon'un başına gelenlerin bu sefer II. Wilhelm'in başına gelebileceği' üzerinde durur ve şu değerlendirmeyi yapar: “Sonra, Fransızların yardım istemesi ihtimali var. (…) Meselâ İngiltere, meselâ Birleşik Amerika! Evet, niçin olmasın? Bir kara devleti olan Almanya ve müttefiki nereden yardım bulabilir? Hiç! Haydi Bulgaristan'ı, hattâ Türkiye'yi de cephelerine çeksinler. Ne çıkar? Denizler elde olmayınca! Hem doğudan, hem batıdan çevrilmiş bir merkez devlet cephesi… İki cepheye karşılık harp! Hayır, bu işin sonu yoktur!” diyerek, Almanya'nın yanında harbe girilmesini bir delilik olarak telâkki eder (“Tek Adam”, Cilt I, s. 217).
Nitekim, harbe girdiğimizi öğrenince, arkadaşı, Sofya Büyükelçisi Fethi Bey'e şunları söyleyecektir: “Enver'den ancak bu beklenirdi. Türkiye bu harpten sağ çıkamaz” (Şevket Süreyya Aydemir, “Tek Adam”, Cilt I, s. 232).
28-29 Ekim gecesi, Enver Paşa'nın verdiği bir yazılı emirle Rus limanlarını bombalayarak, Almanların müttefiki olarak harbe girdiğimizde, aslında kaybedilmiş bir harbe girmiştik!
Falih Rıfkı Atay'ın, “Çankaya” ve “Zeytindağı” isimli çok değerli kitaplarını yurtsever Türk aydınları mutlaka okumalıdırlar. Falih Rıfkı Atay'ın, 'harbe girmeseydik kazançlarımızın neler olacağı' konusunda verdiği bilgiler oldukça önemlidir.
Konuya ilgi duyanlar, Şevket Süreyya Aydemir'in, 3 ciltlik “Enver Paşa” kitabını da mutlaka okumalıdırlar.
Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde devlet yönetiminde yaşanan zaafların sebep olduğu kayıplar üzerinde durduk. Ne yazık ki, kaybedilenler bir daha geri alınamıyor. İşte, bir Yunan toprağı olmayan Selânik'in, Batı Trakya'nın, 12 Ada'nın ve burnumuzun dibindeki Meis adası dahil, yüzlerce Ege Adasının Yunanistan'a kaptırılması; Kıbrıs'ın kaybedilmesi; Halep, Musul ve Kerkük'ün kaybı; kutsal şehirlerin (Mekke ve Medine) Vehhabi Suudlara kaptırılması; Filistin topraklarında bir İsrail Devleti kurulması; günümüzde de süren Kudüs sorunu hep, tecrübesiz ya da maceraperest devlet adamlarımızın, devletimizi içine düşürdükleri zaafların birer sonucudur.
Ne yazık ki, bu acı tecrübelerden ders de alınmıyor!
Burada, İstiklâl Marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy'un acı bir hatırasına da yer vermek isteriz. Bu hatıra, 'Alman Dostluğu' konusunda bize çok şey söylüyor. Tarih 11 Aralık 1917'dir ve büyük şairimiz Viyana'da bir otelde kalmaktadır. Gecenin ilerleyen saatlerinde dışarıdaki gürültü patırtıdan bir şeyin kutlandığını anlar ve 'belki de kazandığımız bir zafer kutlanıyor' düşüncesiyle, üstünü giyinip dışarıya çıkar. Evet, gerçekten de bir 'ZAFER' kazanılmıştır; İngiliz orduları 9 Aralık 1917'de Kudüs'ü Osmanlılardan geri almıştır ve 'müttefikimiz olan' Avusturyalılar, Kudüs'ün Müslümanların elinden kurtuluşunu kutlamaktadırlar! Akif, üzüntü içinde odasına geri döner!
Ne yazık ki, Atatürk Dönemi hariç, müttefiklerimizi seçmekte oldukça beceriksiziz!
Şimdi de, Atatürk'ün ölümünden sonra devlette yaşanan yönetim zaaflarının vahim sonuçları üzerinde duralım.
Atatürk, 1938'in bir yaz günü, Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak'a, kendisinden sonra devletin başına geçirilmesi gereken ismin Mareşal Fevzi Çakmak olduğunu söyler (Hasan Rıza Soyak, “Atatürk'ten Hatıralar”, s. 717). Ne var ki, Meclis İsmet İnönü'yü Cumhurbaşkanı seçecektir.
Bu neden böyle olmuştur kısaca anlatalım: Atatürk milletvekili adaylarının belirlenmesine pek karışmazdı. Sadece, birkaç isim önerirdi. Hattâ, Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak'ın belirttiğine göre, o isimlerden bazılarına itiraz geldiğini ve aday yapılmadıklarını da biliyoruz! Yani, bugün kimi densizlerin, 'diktatör' diye nitelendirdikleri Atatürk, seçim işlerine pek karışmazdı. Atatürk'ün ölümünden önceki son milletvekili seçiminin tarihi 1935'dir. O tarihte Başbakan İsmet İnönü'ydü. Dolayısıyla, milletvekillerini de o belirlemişti. Celâl Bayar'ın Başvekilliğe 1937 yılı Eylül ayında atandığını hatırlatalım. Atatürk öldüğünde yeni Cumhurbaşkanını da işte, İnönü'nün seçtiği o milletvekilleri belirlemiştir.
İnönü'nün Cumhurbaşkanı seçilmesi ile, Atatürk'e yakın olan bütün isimler, başta Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak olmak üzere tasfiye edilmişlerdir. Aralarında Atillâ İlhan ve Prof. Mümtaz Soysal'ın da bulunduğu birçok isim, 11 Kasım 1938'de, Türkiye'de bir Karşı Devrim'in başladığında müttefiktirler. Ne var ki, bu gerçek, 'Atatürk-İnönü Birbirinin Devamı' şeklindeki bir söylemle örtbas edilerek, kitleler, 'İnönü'nün Atatürk Devrimi'ni devam ettirdiğine; Türkiye'nin Amerika'nın yörüngesine, Demokrat Parti tarafından sokulduğu' masalına inandırılmıştır! Hâlbuki, 10 Kasım 1938 sonrasında yaşananlara tarafsız bir gözle bakıldığında, ülkemizin Amerika'nın vesayetine sokulması konusunda, İnönü'nün en az Demokratlar kadar suçlu olduğu görülecektir.
Bilindiği gibi, Atatürk'ün temel politikası, özel teşebbüsü de ülke kalkınmasında seferber edecek olan, Plânlı Karma Ekonomi siyaseti ile, iktisadî kalkınmayı sürdürmek; İstiklâl Harbi sırasında sırtımızı dayadığımız Sovyet Rusya ile dost geçinmek; Balkan ve Sadabat Paktları ile, Bölge Devletleriyle kurulan ilişkileri geliştirmek; İngiltere ve Fransa ile de karşılıklı menfaate dayalı saygın ilişkiler kurmaktı. Fakat 1939 yılının daha ilk aylarında yeni yönetimin takip edeceği politikanın farklı olacağının işaretleri kendini göstermeye başlamıştır.
Gazeteci Hikmet Bilâ, İsmet Paşa CHP'sinin yeni anlayışı hakkında şu bilgiyi verir: “1939 yılı Mayıs ayında yapılan CHP Kurultayı'nda, Batı'ya yaklaşmak için gerekli olan 'Demokrasiye geçiş', ya da 'demokrasiyi kemâle erdirmek' gibi sloganlar dile getirilmekte; devletçilik eleştirilerek, 'Batılı ülkelerde özel girişim esas alınmakta, bu ülkelerde de kârlı olmayan işleri devlet yapar' görüşleri partinin yayın organı olan Ulus Gazetesi'nde savunulmaktadır” (“CHP Tarihi”, s. 122)!
1 Nisan 1939'da imzalanan bir anlaşma ile ABD'ye ithalât ve ihracatta 'En ziyade müsaadeye mazhar ülke' statüsü tanınır. Ayrıca, Amerikan sanayi mallarına yüzde 12 ile yüzde 88 arasında değişen oranlarda gümrük indirimleri sağlanır (Hikmet Bilâ, age. s. 119)!
Aynı yılın 4 Temmuz tarihinde, Amerika Birleşik Devletleri'nin bağımsızlık günü hatırası olarak, Türk ve Amerikan bayraklarının yan yana bulunduğu bir hatıra pulu bastırılır (Turgut Özbay, “Lozan'dan Sevr'e Türkiye”, s. 116)!
Atatürk'ün cenaze törenine, İstiklâl Harbi'ndeki baş düşmanımız İngiltere iki önemli komutanı, 12 subay, önemli sayıda er ve bir bando takımı ile, Yunanistan Başbakan düzeyinde 12 kişilik bir heyetle katılırken, ABD sadece Büyükelçisiyle katılmıştı! ABD Dışişleri Bakanlığı'nın büyük Önder'in cenaze töreninde kullanılacak çelenk için başlangıçta tespit edilen 300 dolarlık ödeneği çok bularak 200 dolara indirdiğini de belirtelim!
Prof. Niyazi Berkes, ABD ile, 1939'da imzalanan bu ticaret antlaşmasının, Türkiye ekonomisini savaş sonunda IMF'nin kucağına düşürdüğünü savunmaktadır.
DOMUZDAN POST AMERİKA'DAN DOST OLMAZ!
Gerek Başkan Trump'ın, gerekse ABD yönetiminin önemli isimlerinin ülkemize yönelik ağır suçlamalarına rağmen, iktidar hâlâ daha bu Haydut Devlet için, 'Stratejik Ortak' 'Müttefik' ifadelerini kullanmakta ısrar ediyor! Ana muhalefetin yönü de Batı! Amerika ile daha yakın ilişkiler kurulmasını savunuyorlar! Yazık! Amerika'nın hedefinin Türkiye ve Bölge Devletleri olduğunu; bizim yapmamız gerekenin Amerika ile değil, Rusya ve Bölge Devletleriyle ilişkilerimizi geliştirmek olduğunu acaba bir gün anlayabilecekler mi?
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.