Bir önceki yazımızda, İttihatçıların devlette yarattığı zaaf nedeniyle, Balkanların, Trablusgarp'ın ve Ege Adalarının kaybı üzerinde durmuş ve daha I. Dünya Harbi'nin kayıpları var diye noktalamıştık. Evet, asıl vahameti I. Dünya Harbi ile yaşayacaktık. Fakat ne yazık ki, bugün bile, 'I. Dünya Harbi'nin dışında kalmamızın mümkün olmadığı, çünkü I. Dünya Harbi'nin çıkış nedeninin Osmanlı'nın paylaşılması olduğu; İngiltere, Fransa ve Rusya, bütün ittifak tekliflerimizi reddettiği için, mecburen Almanya ile ittifak yaparak harbe katıldığımız' savunulur. Bunlar, hiçbir maddî temeli olmayan temelsiz iddialardır. Şu çok iyi bilinmelidir ki, biz I. Dünya Harbi'ne girmek zorunda değildik ve eğer bu harbe girmemiş olsaydık ne Çanakkale savaşları söz konusu olacaktı, ne, her yıl acı ile andığımız Sarıkamış faciası yaşanacaktı ne de bir İstiklâl Harbi vermek zorunda kalacaktık!
Birinci Dünya Harbi sonunda cephedeki kayıplarımız 325.000; esir olan ve kaybolan 250 bin kişi olmak üzere 550 bin; cephe gerisinde tifo, tifüs ve kolera gibi hastalıklar nedeniyle verilen kayıplarla birlikte, toplam kaybımız yaklaşık olarak iki milyondur!
Arap coğrafyasının Emperyalist Devletlerin çıkarlarına göre, bugün de sorun oluşturacak şekilde yapay devletlere bölünmesi; bir İsrail Devleti'nin kurulması ve bugün hâlâ kanayan bir yara olan Filistin sorununun temel sebebi de bizim bu harbe katılmamızdır.
Biz bu harbe katılmasaydık, bugün kutsal şehirler (Mekke ve Medine) Vehhabi Suudilerin; Kudüs Yahudilerin elinde olamaz; Filistin'de bir İsrail Devleti kurulamazdı; Kerkük, Musul ve Halep kaybedilmez ve İttihatçıların düşündükleri; Atatürk'ün de çeşitli vesilelerle dile getirdiği, Türkiye, Irak ve Suriye ile bir federasyon kurulabilirdi.
Ne yazık ki, giden gidiyor! Batum, Batı Trakya, 12 Ada, Halep, Kerkük ve Musul gibi! Bütün bu kayıpların nedeni, devletimizin içine sürüklendiği zaaftır. Ancak şunu da belirtmek isteriz ki, bugün, özellikle Halep, Musul ve Kerkük'ün kaybı için söylenecek sözümüz yoktur. Bugün, bu topraklarda hak talep etmek emperyalist bir bakış olur ve sadece Bölge Devletlerinin işbirliğini sabote etmekten başka bir işe yaramaz. Bugün yapılması gereken; Türkiye, İran, Irak ve Suriye ile Bölgesel İşbirliğini gerçekleştirmek ve Rusya ile dostluğu pekiştirmektir. Batı'nın 'Kukla Kürt Devleti' hesabını da, ancak böyle bozabiliriz.
Geçmişteki bu zaafların sebep olduğu kayıpların tartışılmaması gerçekten enteresandır. Biz Birinci Dünya Harbi'ne girmemiş olsaydık, tarih çok daha farklı yazılacaktı. Bu coğrafyanın kaderi değişecek; Türkiye, bu coğrafyanın mutlak hâkimi olacak; Emperyalist Devletler kanlı oyunlarını tezgâhlamak imkânı bulamayacaklardı. Bu imkânı onlara biz kendi ellerimizle verdik! Daha sonra, Atatürk'ün 1934'te kurduğu Balkan Paktı ve 1937'de o günün bağımsız Müslüman Devletleri İran, Irak ve Afganistan'ın katılımıyla kurduğu Sadabat Paktı, Emperyalist Devletlerin bölgedeki emellerine bir set oluştursa da, ne yazık ki, Atatürk'ten sonra, jeopolitik çıkarlarımıza aykırı olarak Batı ittifakına katılmamız, hem Balkan Paktı'nı hem de Sadabat Paktı'nı işlevsiz kılacaktır!
Bütün bu gerçeklere rağmen, ne yazık ki, bugün bile, I. Dünya Harbi'ne girmek zorunda olduğumuz savunulabilmektedir! Bu kanaatte olanlara göre, 'Osmanlı'nın paylaşılmasına karar verilmişti!' Bugün, buna kanıt olarak gösterilen, İngiltere ve Fransa'nın temsilcileri Sykes ve Picot'un imzaladıkları anlaşmanın tarihi 16 Mayıs 1916'dır ki, harbe girmeseydik böyle bir anlaşma söz konusu olmayacaktı!
İngiltere ve Rusya'nın 1908'deki Reval Toplantısında da Osmanlı'nın paylaşılmasına karar verildiği iddia edilir ki, Çarlık Rusya'sı yıkıldıktan sonra açıklanan belgelerde böyle bir şeye rastlanmamıştır! Zaten Çarlık Rusya'sının da bize saldıracağına dair bir işaret de yoktu. Çünkü, Çarlık Rusya'sı 1904 Rus-Japon savaşındaki yenilginin sebep olduğu sosyal karışıklıklarla çalkalanmaktaydı. Bu çalkantılar, 9 Ocak 1905 tarihindeki Kanlı Pazar olayları ile sonuçlanacaktı! Rus Çarı bu nedenle, genel bir ayaklanmadan çekindiği için, çıkacak bir savaşa katılmaya da karşıydı. Nitekim, I. Dünya Harbi Çarlığın sonunu getirecektir.
Birinci Dünya Harbi'nin çıkış nedeni, 'Osmanlı'nın topraklarının paylaşılması' gibi, gerçek dışı bir teze dayandırılınca, bu yanlış tez üzerinden geliştirilen bütün senaryolar da yanlış olmaktadır! Kimse şu soruyu sormuyor: Harp Avrupa'daydı. Biz harbe girmemiş olsaydık bize kim ve niçin saldıracaktı? Ayrıca şunu da hemen ekleyelim ki, harbe girmeyen Osmanlı Devleti'ne, İtilâf Devletleri'nin (İngiltere, Fransa ve İtalya) saldırdığını düşünelim. Biz o zaman kendi vatan topraklarımızı savunuyor olacaktık! O zaman Alman, Avusturyalı ve Bulgar müttefiklerimize yardım için Galiçya'ya 120.000 kişilik en seçme birliklerimizi göndermeyecek ve bütün gücümüzle vatanımızı savunacaktık ki, bunu nasıl yaptığımızı Çanakkale'de ve Kut'ül Ammare'de (29 Nisan 1916) tüm dünyaya göstermiştik!
Ayrıca kimse, şu gerçeği de görmek istemiyor: İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu'nun harbe girmesinden çekinmekteydi. Çünkü, sömürgelerinde çıkabilecek ayaklanmalardan korkuyordu. Bağımsız Türk İmparatorluğu, bütün Müslüman sömürge ülkeleri için bir kutup yıldızından farksızdı! Bu konuda Doğan Avcıoğlu şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “İngiltere İslâm İhtilâlleri fikrini ciddiye almaktaydı. Pan-İslâmist duygunun sömürgelerinde güçlü olduğunu görmüştü (O günlerdeki İslâmcılık, günümüzdeki gibi emperyalistlerin uydusu değildi! İ.Ş.A.). 1897 Türk-Yunan savaşında, Türk Zaferi, İslâm Dünyasında çılgın bir coşkunlukla karşılanmış; Zafer Bombay'da, camiler aydınlatılarak kutlanmıştı. Trablus ve Balkan Savaşları da heyecanla takip edilmiş, Hint Müslümanlarının lideri Muhammet Ali, bu savaşlar sırasında Halife'nin safında geniş bir kampanya açmıştı. Dünya Müslümanları, Kızılhaç'a karşı Kızılay'la, bu savaşlarda Türkiye'nin yardımına gelmişlerdir. Hindistan ve Sudan kaynaşma içindeydiler. İngiltere, Türk subaylarının buyruğundaki Sunusîlerin savaşının, Mısır ve Süveyş Kanalı için nasıl bir tehdit teşkil ettiğini görmüştü” (Doğan Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 66)!
Nitekim, Harp başladığında, Mısır'da bir ayaklanmadan çekinen İngiltere, 17 bin kişilik Mısır ordusunu Sudan'a gönderecek ve harp boyunca orada tutacaktır. İngiltere, Sudan'daki ayaklanmayı da güçlükle bastıracaktır (Avcıoğlu, age. s. 89)!
İngiltere, 'sömürgelerinde isyanlar çıkabileceği endişesi ile' bizim bu harbin dışında kalmamızı istiyor; tarafsız kalmamız kaydıyla, kapitülâsyonların kaldırılmasını bile kabul edeceğini bize bildiriyordu! İslâm ülkelerindeki bu dayanışmayı, Abdülhamid'in gerçekçi İslâmcı Politikasının sağladığını da belirtmeliyiz.
İngiltere Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey'ín, 1914 yılı Ağustos ayı ortalarında, İstanbul'daki İngiltere Büyükelçisi Sir Lois Malett'e gönderdiği bir talimat önemli bir belgedir. Fransız ve Rus Büyükelçilerine de bir sureti gönderilen bu talimata göre İngiltere, 'Osmanlı Hükümeti tarafsızlığını muhafaza ederse; İngiltere, Rusya ve Fransa Osmanlı Devleti'nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü koruma hususunda garanti vermeye hazırdı. Ayrıca, eğer Osmanlı Hükümeti, Goeben ve Breslau gemilerinde bulunan Alman personeli geri gönderirse, kapitülâsyonların kaldırılmasını kabul edeceklerini de belirtmekteydi' (ESAM 2015 yayını, Prof. Mustafa Sıtkı Bilgin'in sunumu, s.183)!
İngiltere'nin kapitülâsyonların kaldırılmasına taraftar olduğunu, Enver Paşa'nın, Padişahın Alman Karargâhındaki temsilcisi Zeki Paşa'ya gönderdiği mektuptan da anlıyoruz (“Enver Paşa”, Cilt III, s. 392)!
Ne var ki, Enver Paşa, Almanların bu harpten galip çıkacağına inanmaktaydı! Eğer Almanlarla birlikte olursak, biz de pastadan pay alabilecek; meselâ Balkan Harbi'nde kaybettiğimiz toprakları geri alabilecektik! Ancak, Enver Paşa'nın ihtirası yüzünden girdiğimiz bu harp, çok daha büyük toprakları kaybetmemize sebep olacak; Anadolu viraneye dönecek ve bu harp, memleketin eğitimli insanlarını da büyük ölçüde yok edecek; Cumhuriyet bu yüzden büyük sıkıntılar çekecektir.
Bugün hemen kimsenin dile getirmediği bir vahim gerçek de şudur ki, Bulgaristan'ı harbe girmeye ikna etmek için, Almanların baskısıyla, Meriç'in 25-30 kilometre kadar batısından geçen sınırımızdaki topraklar Bulgarlara terk edilmiştir (Şevket Süreyya Aydemir, “Tek Adam”, Cilt I, s. 197)!
Terk edilen topraklar 4 bin kilometrekaredir (“Enver Paşa”, Cilt III, s. 417) !
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.