Yunanistan diye bir devletin kurulabilmiş olmasında, Batılı Devletlerin yardımları kadar, Osmanlı'nın içinde bulunduğu yönetim zaafının da büyük payı olmuştur. Şunu da belirtelim ki, tarihte bir Yunan Milleti yoktur. Avrupa'nın Antik Yunan hayranları eski Roma İmparatorluğu'nun bu coğrafyada yaşayan halklarına bu ismi vermiştir. Fakat, onlar da, Osmanlı Devleti'nin topraklarında bir Yunan Devleti kurulmasının ancak bir hayâl olduğuna inanmaktaydılar. Ne var ki, Osmanlı Devleti'nin IIII. Selim'den sonra yaşadığı yönetim zaafı, bu hayâlin gerçekleşmesine yardımcı olacaktır!
Ahmet Cevdet Paşa'nın belirttiğine göre, II. Mahmut'un Yeniçeri Ocağını dağıtma girişimlerini her seferinde engelleyen, danışmanı Halet Efendi isimli entrikacı zat (asıl adı Mehmet Sait Efendidir) ne yazık ki, Yunanistan'ın elimizden gitmesinde oldukça etkili olmuştur. Ahmet Cevdet Paşa, “Cevdet Tarihi” isimli dev eserinde, Yunanistan'ın en etkili gücü olan Tepedelenli Ali Paşa'nın zamansız bir şekilde tasfiye edilmesinin, devleti Mora'da büyük bir zaafa düşürdüğünü ve bunun da baş sorumlusunun Halet Efendi olduğunu belirtmektedir. Neticede, Halet Efendi nifak ve entrikalarının bedelini hayatıyla ödemiştir. Fakat 500 yıl hükmettiğimiz o topraklar ebediyen elimizden çıkmıştır.
Prof. Sina Akşin de Tepedelenli'nin tasfiyesinde Halet Efendi'nin etkisi olmakla birlikte, aslında bu olaya, II. Mahmut'un bütün âyanları tasfiye plânı çerçevesinde bakmak gerektiği üzerinde durmaktadır. Prof. Akşin'e göre, Tepedelenli Ali Paşa, Rum siyasî faaliyetleri konusunda sarayı uyarmış fakat onun bu raporları Halet Efendi tarafından hasır altı edilmiştir! II. Mahmut, Tepedelenli Ali Paşa ile birlikte hareket ederek Rum isyanını rahatlıkla bastırabilecekken, onun, âyanları tasfiye hırsı sebebiyle, Tepedelenli Paşa ile yaklaşık iki yıl süren mücadele, Rumların daha da güçlenmesine yol açmıştır.
Prof. Akşin ayrıca şu bilgileri veriyor: “Rumlar, II. Mahmut'un, Tepedelenli Paşa üzerine başlattığı harekâtını fırsat bilerek, 6 Mart 1821 tarihinde ilk ayaklanma teşebbüsünde bulundular (Tarihçi Jorga'nın, bu isyanda bir gecede 20 bin Türk'ün katledildiğini kaydettiğini hatırlatalım). Avusturya'da Metternich (Başbakan), bütün ulusal hareketleri, isyanları Fransız İhtilâlini hortlatma girişimleri olarak damgalıyordu. Büyük Devletler hükümetleri ve bu arada Rus Çarı, kerhen de olsa bu değerlendirmeye katıldıklarından, bağımsız bir cumhuriyet için mücadele veren Yunan ihtilâlcilerine destek olmuyorlardı. Fakat Avrupa kamuoyu, kültürel ve dinî sebeplerle Yunan ihtilâlcilerine destek olmaktaydılar. Osmanlı Devleti isyanı kısa sürede bastırabilseydi pek itiraz eden olmayacaktı. Fakat Osmanlı ordusu Korent Boğazının güneyine 3 yıl boyunca inemedi (Türkiye Tarihi, Cilt III, s.106,107)!
İstanbul'daki Rum Patriği Grigoryus'un, Rum isyancılarla işbirliği içinde olduğu tespit edilerek, II. Mahmut tarafından 1821 yılında astırıldığı bilinir. Ahmet Cevdet Paşa, Patrik Grigoryus'un görevde iken asılmadığını, yeni patriğin seçilmesinin beklendiğini, Patriğin ölüsünün 3 gün asılı tutulduktan sonra Padişahın emriyle, Yahudiler eliyle denize atıldığını belirtir (Osmanlı Tarihi Cilt I, s. 345).
Prof. Sina Akşin, II. Mahmut'un, Fatih'in koyduğu kurallara uygun olarak hareket ettiğini; bu kurala göre, Rum cemaatinin zapturaptından Patriğin sorumlu tutulduğunu; idamın gerekçesinin de bu olduğunu belirtmektedir (Türkiye Tarihi, Cilt III, s. 106).
Rum isyanı üzerine II. Mahmut, Mısır valisi M.Ali Paşa'dan yardım istemek zorunda kalır fakat artık isyan iyice taban bulmuştur. Bu arada M.Ali Paşa kuvvetlerinin, Rumlara karşı sürdürülen harekâtta gösterdikleri başarının ve yeniçerilerin perişanlığının, bu ocağın artık kaldırılması zamanının geldiği konusundaki kanaati iyice güçlendirdiğini belirtmeliyiz.
Avrupalı devletlerin Ruslarla müştereken yaptıkları bir kalleşliğe de burada kısaca değinelim. Rum isyanının sona erdirilmesi için 3 büyüklerin arabuluculuğu reddedilince, bu güçler, Yunan özerkliğini zorla gerçekleştirmek için harekete geçerler ve Osmanlı donanması Mısır donanması ile birlikte Navarin limanında bulunmaktayken, 20 Ekim 1827 tarihinde İngiliz, Rus ve Fransız donanmaları, Osmanlı Devletine resmen savaş ilan etmedikleri hâlde, aniden donmamıza saldırırlar. 57 Osmanlı ve Mısır gemisi batırılır ve 8 bin denizcimiz şehit olur. Osmanlı Devleti bunun üzerine Rus Çarlığına savaş açar (1828-1829 savaşı). Fakat Yeniçerilerin yerine yeni kurulan ordu bu savaşta başarılı olamaz ve Ruslar İstanbul'a 68 kilometre kala Padişah mütareke teklif eder. Ruslarla 14 Eylül 1829'de Edirne Antlaşması imzalanır. Yunanistan da bu antlaşma ile kurulur.
Prof. Sina Akşin, bu savaşla ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmış: “1826'da Yeniçeri Ocağını lağveden, Navarin'de donanmasını kaybeden Osmanlı Devleti, pek zayıf bir anında Rusya ile savaşa giriyordu. Üstelik Rusçuk ve Yanya âyanları gibi, çok sayıda talimli asker verebilecek âyanlar da Mahmut'un âyan budama siyasetinin sonucu olarak artık yoktu! Mehmet Ali Paşa 12.000 asker vaad ettiği hâlde, sözünde durmamış veya duramamıştı. Mehmet Ali'nin oğlu İbrahim Paşa'ya istediği Suriye valiliğini verip, Rus savaşında onun askerinden yararlanmak bir tercih meseleydi. Bu durumda Rusya ile savaşa girmek akıl kârı değildi” (Türkiye Tarihi, Cilt III, s.111)!
Prof. Akşin, II. Mahmut hakkında da şu değerlendirmeyi yapıyor: “Mısır'la mücadele uğrunda, önce Rusya'nın uyduluğu kabul edilmiş, daha sonra ve belki çok daha tehlikeli olarak, ülkenin hayatî iktisadî menfaatleri Batıya peşkeş çekilmiştir. 1838'de Osmanlı-İngiliz Ticaret Sözleşmesi, Osmanlı ülkesini açık pazar durumuna düşürdüğü için iktisadî iflâs demekti. Nizip muharebesi ise (24.6.1839) askerî iflâsı duyurmaktaydı. Bu iki iflâs yarı sömürgelik hâline doğru atılmış büyük adımlardı. Oysa III. Selim'in uzlaşmacı âyan siyasetinin ya da Sened-i İttifak yönünde bir kurumlaşmanın devlet için daha hayırlı olabileceği bir ihtimal olarak da düşünülebilir” (Türkiye Tarihi Cilt III, s. 122).
Osmanlı Nizip savaşını kazanabilecekken kaybetmiştir. Sebebi de, von Moltke'nin hemen saldırıya geçilmesi önerisinin din adamları tarafından, 'Cuma günü savaşılmaz' gerekçesiyle reddedilmesidir! Bunun üzerine Moltke gece baskını önerir. Buna da 'gece baskını haydutların işidir' diye karşı çıkılır! Böylece, Mısır Hidivi M. Ali Paşa'ya bir zafer armağan edilir!
Prof. Akşin, 1838'de İngiltere ile imzalanan Balta Limanı Antlaşmasının, Batı ülkelerine o güne kadarki kapitülâsyon hukukunun sağladığının çok ötesinde imkânlar tanıdığını, İngiliz tüccarı ve adamlarının iç gümrüklerden muaf tutulduklarını, diledikleri gibi iç ticarete girebilmelerinin sağlandığını, hâlbuki Osmanlı tüccarlarının bu gümrüklere tâbi olduğunu, üstelik belirli ürünlerde tekel kurmak demek olan Osmanlı yed-i vahit usulünün kaldırıldığını ve bununla Mısır'a da büyük bir darbe vurulduğunu; II. Mahmut'un, devletin içinde bulunduğu vartayı, bu antlaşmayla sağladığı İngiltere desteği ile atlattığını fakat bunun, imparatorluğun bir yarı sömürgeye dönüşmesinin de yolunu açtığını vurgulamaktadır (Age. Cilt II, s. 121).
1838 Balta Limanı Antlaşması, l881 Düyûn-u Umumiye Antlaşması ile sonuçlanmış; İngiltere'nin bu antlaşmayı Mısır'a da dayatarak uygulatması nedeniyle, iyi durumda olan Mısır ekonomisi de çökmüştür! Prof. Niyazi Berkes ve Doğan Avcıoğlu 1838 Balta Limanı Antlaşmasının Osmanlı'nın kapitalist gelişmesini engellediğini ifade etmektedirler.
Bu antlaşma ile kabul edilen, ithalâtta alınan yüzde 3 gümrük vergisi, tepkiler üzerine önce yüzde 8'e, 1911'de yüzde 11'e yükseltilmiş ve ancak 1929 yılında, ülke ekonomisini koruyacak bir seviye olan yüzde 46'5a yükseltilebilmiştir! ./…
FİLİZ DİYALİZ MERKEZİ: Böbrek rahatsızlığımız nedeniyle Adana Başkent Üniversitesi Hastanesinde diyalize başladık. Giresun'a dönünce, FİLİZ Diyaliz Merkezi'ne gitmeyi düşünüyor ancak, 'Adana'daki imkânlar acaba burada var mıdır' diye endişe ediyorduk. Boşuna endişe etmişiz. FİLİZ DİYALİZ MERKEZİ gerçekten dört dörtlük bir sağlık kurumu. Tecrübeli doktor ve hemşirelerinin hastalara ilgi ve ihtimamına bizzat şahit olduk. Giresun'umuza böyle bir sağlık merkezi kazandıranları tebrik ediyoruz. Bu güzel sağlık merkezi desteklenmeli ve varlığını sürdürmesine yardımcı olunmalıdır.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.