Prof. Ahmet Şükrü Esmer, Atatürk'ün dış politikası hakkında şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Sovyetlerle dostluğun devamına önem veriyordu. Bir tarafa bağlı kalmamak, bir denge politikası gütmekti amacı. Bugün sağ olsaydı, yalnız bir tarafa bağlı kalmak istemeyecekti. Zaten, Türkiye'nin coğrafî durumu bir denge politikası izlenmesini zorunlu kılıyor” (Nazmi Kal, “Atatürk'ten Duymadığınız Anılar”, s. 72).
Öylesine bir tarihî körlük içindeyiz ki, İsmet Paşa yönetiminin vahim hataları yüzünden, neredeyse II. Dünya Harbi'ne girmeye ramak kaldığımızı bile göremiyoruz!
Ankara'daki Alman Büyükelçisi von Papen, Rusya seferinde, Türkiye'yi Almanya'nın peşinden sürüklemek için Turan kozunu büyük bir usta-lıkla kullanır. Hâlbuki, Almanya emperyalist amaçlar gütmektedir. Fakat ne yazık ki, devletimizi yönetenler, 'I. Dünya Harbi'nden ders almayarak', Sovyetler Birliği ile ilişkilerimizin bozulması pahasına, emperyalist Almanya'nın oyunlarına bir kez daha kanacaklardır!
Almanya'nın amacı, Rusya Türkleri üzerinde doğrudan bir Alman yönetimi kurmaktı; Başbakan Şükrü Saracoğlu'nun hayâli ise Rusya'da bir Türk-Nazi yönetimi kurulmasıydı (Avcıoğlu, “Millî Kurtuluş Tarihi”, s. 1526)!
Almanların Rusya'ya girmesiyle, birden Turancı kesilen İsmet Paşa yönetimi, 'Rusya'nın yıkılmasından sonra, Kafkaslarda ve Orta Asya'da lehimize yaşanacak gelişmelerin hayâli içinde' Almanlarla görüşmelere başlar. Nitekim, Reha Oğuz Türkkan'ın, Nuri Paşa'dan bizzat duyduklarına dayanarak anlattığına göre, 'Alman ordularının esir aldığı Sovyet askerleri arasında bulunan Türk kökenli askerlerden bir ordu kurularak, başına bir Türk subayı getirilip, Ruslara karşı kullanılması fikrini' Ribbentorp Hitler'e kabul ettirmiştir. Bu amaçla, Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Paşa Berlin'e davet edilir. Fakat Nuri Paşa, Almanların Sovyetleri yenseler bile, Orta Asya Türklüğüne bağımsızlık vermeyeceklerini, Türkleri Alman çıkarları için kullanacaklarını anlayınca Türkiye'ye döner (Arslan Bulut, Yeniçağ gazetesi, 19.2.2007)!
Nuri Paşa'nın gördüğü bu gerçeği ne yazık ki, Turan hayâlleri içindeki hükümet göremiyor! Nuri Paşa'nın bu ileri görüşlülüğünü, Prof. Niyazi Berkes de doğrulamaktadır.
Prof. Niyazi Berkes'in belirttiğine göre, Amerikalı profesör-yazar Harry N. Howard 'Özellikle 2 Şubat 1943 tarihinden sonra, Alman ordularının Kafkaslara doğru ilerlediği ve Stalingrad'ın düşmesinin beklendiği belirsiz durumda, Türkiye'deki anti-Sovyet propagandanın en yüksek doruğuna ulaştığı' tespitini yapmaktadır (Berkes, “Unutulan Yıllar”, s. 294).
Ne yazık ki, birçok Türk aydını, bu anti Sovyet politikanın kurbanı olacaktır!
Ancak 'görünmeyen bir el', İnönü dönemindeki bu anti-Sovyet politikaların üstünü örtmüş ve milletimiz yıllarca, 'Sovyet tehditleri' masalı ile uyutulmuştur!
SOVYET TEHDİTLERİ MASALI!
Soğuk Harp Dönemi boyunca sürekli olarak, 'Sovyetler bizden toprak talep etti' masalı anlatılmıştır. Bu koca yalana milletimizin büyük bir çoğunluğu da inanmıştır!
Bu millet nelere inandırılmadı ki! Hâlbuki, asıl mesele, ülkemizin Amerikan vesayetine sokulmasının bu yalanla perdelenmesiydi! 'Sovyet Tehdidi' tantanasının bu kadar gürültülü bir şekilde sürdürülmesinin sebebi budur! Sovyetler Birliği 1990'da dağıldıktan sonra bile, Sovyet aleyhtarlığı devam etmektedir! Atlantikçi kesimler de, bu nedenle, rahatlıkla, sadece Amerika'nın değil, Sovyet Rusya'nın da emperyalist olduğu propagandasını rahatlıkla sürdürebilmektedirler! Hâlbuki, emperyalizmin ana silâhı finans ve ekonominin kontrolüdür. Bu konuda da Amerika'nın eline kimse su dökemez! Ayrıca Rusya'nın da, küresel kapitalizmin baskısı altında olduğu bilinmelidir.
İşte, tarihimizin bilinmemesi nedeniyle, bugün önemli sayıda aydınımız ve siyasetçimiz, ülkemizin Amerika'nın hedefi olduğunu; bu Amerikan tehdidini ancak, Atatürk Döneminde olduğu gibi, başta Rusya olmak üzere Bölge Devletleriyle kurulacak yakın işbirliği ile def edebileceğimiz gerçeğini görememektedir! Bizim asıl beka sorunumuz, bu gerçeğin hâlâ daha görülememekte olmasıdır!
Bu, 'Sovyet Tehditleri' masalı üzerinde biraz durmak gerekiyor. Doğan Avcıoğlu, Batı'ya yaklaşmanın gerekçesi olarak Sovyet tehdidini gösterenleri ciddî bulmaz. Avcıoğlu'nun Prof. Ahmet Şükrü Esmer'den aktardığına göre, Türkiye için en tehlikeli yıllar 1945 ve 1946 yıllarıdır. Çünkü, bu tarihlerde, Amerika'nın Sovyet Rusya ile arası çok iyidir! Türk heyeti, 1945 yılında San Fransisco'ya gittiği zaman, Sovyet tehdidini Amerikalılara anlatmaya çalışır; ancak onlarda o sıralar, 'Rusların kahramanca savaşması çocuklarımızın hayatını kurtardı' anlayışı hâkimdir! Türkiye, 'tehlike' karşısında yalnız bırakıldığı gibi, Potsdam Konferansı'nda da (17 Temmuz – 2 Ağustos 1945) Boğazlar meselesi Türkiye'nin gıyabında ele alınmış ve Stalin'in görüşü kabul edilmiştir!
Prof. Niyazi Berkes'in belirttiğine göre, “Truman'ın (ABD Başkanı) gönlünde yatan, Boğazları askerden tecrit etmek, ya da, uluslararası bölge yapmaktır. Amerika'nın böyle bir tezi olduğu Türk halkına hiç duyurulmamıştır” (“Unutulan Yıllar”, s. 341)!
Demokrat Parti'nin kurucularından Prof. Fuad Köprülü bile, Rus tehlikesi diye bir şeyin olduğuna inanmamaktadır. Fakat İsmet Paşa, 1939'dan beri takip ettiği Rus karşıtı politika sebebiyle, tedirginlik ve kendisine karşı bir düzen kurulduğu saplantısı içindedir!
CHP milletvekili Faik Ahmet Barutçu'nun belirttiğine göre, “Cumhurbaşkanı İnönü, bir yemekte, Atatürk'ün 12 yıl Dışişleri Bakanlığını yapmış bir isim olan Tevfik Rüştü Aras'ı, 'Ruslara satılmış bir kişi' olarak değerlendirir; Celâl Bayar'ın da, iktidar hırsı yüzünden ona kapıldığını söyler (Berkes, “Unutulan Yıllar”, s. 322)!
Prof. Yalçın Küçük, Boğazlar konusunda şu değerli bilgiyi veriyor: “İkinci Büyük Savaşın, savaşan Batılı iki tarafı da (Almanya ve İngiltere), sürekli olarak, Sovyetler Birliği'nin Türkiye'den Boğazlar'da üs istemesini önerdiler. Sovyetler Birliği'nin Türkiye ile güvenli bir dostluğa verdiği önem burada ortaya çıktı. Kesinlikle bu önerilere kanmadı ve ciddiye almadı. Hitler'in bıraktığı yerden (Hitler, Ribbentrop vasıtasıyla Stalin'e, Almanya'nın Boğazlar'la ilgilenmediğini söyleme emrini vermişti), bir süre sonra Batı'nın savaşan diğer tarafı olan İngiltere bunu tekrar gündeme getirdi. Prof. Edward Weisband, İnönü'nün dış politikasını anlatırken, şunları yazıyor: 'Tahran'da Türkleri, ceza olarak Boğazlar'ın statüsünü değiştirmekle tehdit etmeyi öneren Stalin değil Churchill'dir. Churchill sorunu ortaya atınca, Stalin de ister istemez Çanakkale Boğazı'nın rejimi hakkında soru sormuştur. Stalin, İngiltere'nin artık bir itirazı olmadığına göre, bu rejimi biraz gevşetmek hiç de fena olmaz demiştir. Churchill; Türkiye'nin savaşa girmesi için Boğazlar rejiminin değiştirilmesine de peki diyecektir. Stalin bu kez, Aceleye gerek yok, cevabını verip, yalnız genel deyimler içinde tartışmakla yetinmiştir. Churchill, Rus gemilerini bütün denizlerde görmeyi hepsinin umut ettiklerini de söylemiştir. Stalin ise, Lord Curzon'un daha başka fikirleri vardı, diye hatırlatmıştır” (Edward Weisband, İnönü'nün Dış Politikası, Milliyet Gazetesi, 17 Ocak, 1974. Yalçın Küçük age. s. 221).
Görüldüğü gibi, Boğazlar meselesini gündeme getiren aslında İngiltere'dir!
Prof. Niyazi Berkes'in belirttiğine göre, Fuat Köprülü, 1946 yılı Ağustos ayında, bir Amerikan gazetesine verdiği demeçte, Sovyet Tehdidi konusunda, 'Türkiye için bir tehlike olmadığını, hükümetin iktidarda kalmak için bunu yaydığını' söyler ve bunun üzerine büyük bir tepkiyle karşı karşıya kalır (Berkes, “Unutulan Yıllar”, s.318).
Fuat Köprülü haklıdır, çünkü yine Berkes'in belirttiğine göre, Potsdam Konferansı sırasında, İngiltere'de yapılan seçimlerde, Corçil (Churchill) gibi ününün doruğunda olan bir politikacı seçimleri kaybetmiş, Başbakanlığa İşçi Partili Attle gelmişti. Berkes, daha sonra şu bilgiyi veriyor: “Rusların, Nurullah Esat Sümer'e münasip bir dille bildirdikleri, Saracoğlu hükümeti çekildiği taktirde, iki devlet arası ilişkilerin düzenlenmesine engel kalmayacağı gerçeğinin, bütün öykünün gelip dayandığı düğüm olduğu meydanda! Belli ki, Ruslar von Papen-Saracoğlu Turancılık hücresinin varlığını Alman ve İngiliz istihbaratının bildiği kadar biliyorlardı” (“Unutulan Yıllar”, s.342)!
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.