CELÂL BAYAR'IN KUVAYI
MİLLİYE'YE KATILMASI
İzmir'deki durumunun güçleşmesi nedeniyle, 1919 yılının Mart ayı ortalarında İzmir'i terk eden Celâl Bayar, köylerde propaganda çalışmaları başlatır. Gökçen Efe ve Demirci Mehmet Efe ile dostluk kurar. Bayar Efelik konusunda şunları söyler: “Kemâlist rejim, mesut inkılâp, geleneğe dayanan zeybekliği tasfiye etmiştir. Zeybeklerin çoğu Kuvayı Milliye emrinde çalışmışlardır. Millî heyecanı, istiklâl aşkını duyarak, öğrenerek yaşamış ve yaşatmışlardır. Bu uğurda Gökçen (Efe) gibi şehit düşen, hayatını kahramanca feda edenler de olmuştur. Cumhuriyet ve demokrasi rejimi okulu, eğitimi ve köye kadar giden millî ekonomisi ile vatandaşa çalışıp kazanmak zevkini aşılamıştır” (“Ben de Yazdım”, Cilt II, s. 664).
Bayar'ın İzmir'de görevliyken, köylülerin bir satış kooperatifi kurmalarına öncülük ettiğini de öğreniyoruz. Köylüler bu işi severler. Çünkü kazanç elde ederler.
Celâl Bayar'ın, Yunan işgalinden önce, İzmir'i terk ederek, köylerdeki çalışmalarıyla ilgili olarak yaptığı şu tahlil de oldukça anlamlı ve öğretici: “Ben, köylülerin, aşiretlerin asil Türk kanı taşıdıklarını, Türklüğün memleketin en sağlam temeli olduğunu anlatıyordum. Selçukîlerden, Aydınoğullarından, özellikle Umur Bey'in kahramanlığından bahsediyordum. Ege bölgesindeki eski Türk eserlerini ileri bir millet olduğumuzun delili olarak öne sürüyordum. Köylüler, aşiretler Osmanlılığı, bizim anladığımızdan başka manada kabul ediyorlardı. Osmanlıyı kendilerinden saymıyorlardı. Eski zaptiyelere, yeni jandarmalara Osmanlı diyorlardı. Osmanlılık onlarca haksızlık demekti. Osmanlı Padişahı ve temsil ettiği saltanat müessesesi, asırlık propagandanın tesiriyle bu çerçevenin dışında idi. Hürmetleri vardı. Henüz kimse buraya kadar dil uzatamıyordu (“Bende Yazdım”, Cilt II, s. 667).
Celâl Bayar'ın Osmanlı ve Türklük hakkında yaptığı bu tahlil, katıksız bir vatansever ve Cumhuriyet aydını olduğunu göstermiyor mu?
Celâl Bayar, köylerde geceleri efe ve adamları ile konuşarak vakit geçirmekte; gündüzleri de yalnız kaldığı evde, çocukken Kur'an'dan ezberlediği bazı sureleri kendi kendine okumaktadır. Bir gün Edip yüzbaşı (Sarı Efe) Celâl Bayar'dan, yine sure okumasını ister. Sebebini sorduğunda, Celal Bayar'a hizmet eden Fadime kadının bundan hoşlandığını söyler. Yine bir başka gün, Ödemiş'e doğru giderken yanlarına bir köylü sokulur ve Celâl Bayar'ı merak ederek 'bu kim' diye sorar. Efenin misafiri derler. Köylü, 'zeybek elbisesini yeni giymiş veya hapishaneden yeni çıkmış olmalı' der. 'Nerden bildin?' diye sorarlar. Köylü: 'Görmüyor musun, baldırları gün görmemiş' cevabını verir!
Celâl Bayar “Beyaz baldırımla, hattâ kafamla, zeybek elbisesinin içine sığamayacağımı anlamış oldum” der. Köylü kadının Kur'an'dan hoşlanması ve bu vaka onda, hoca kıyafetine girmek fikrini uyandırır. Hemen kendine bir de isim bulur Galip hoca! Celâl Bayar artık Galip Hoca'dır.
SARAYIN GÖNDERDİĞİ NASİHAT HEYETİ!
Silâhlı direnişi önlemek için Sarayın gönderdiği Nasihat Heyeti, 29 Nisan 1919'da Aydın'a gelir. Aydınlılar bu heyeti, heyet mensuplarının beklediği gibi karşılamazlar. Bunun üzerine Şehzade ve hocalardan kurulan heyetin başkanı, Hoca Esad Efendi'ye “Hocasınız, Halifenin ne demek olduğunu bilirsiniz. Bu nâma bir şehzade memleketinize geliyor. Neden istikbâlimizde sizlerden kimse bulunmuyor?” diye sitem ederler.
Hoca Esad Efendi onlara, şu tokat gibi cevabı verir: “Efendim, bize nasihat için teşrif ettiğinizi işittik. Hâlbuki asıl nasihate muhtaç olan tahrikçi Rumlardır. Bir taraflı hitabınız, medeniyet aleminde aleyhimize yanlış telâkkiler uyandırabilir endişesiyle kenarda kalmayı tercih ettik” (Cilt II. s. 679!
AMİRAL GALTHORPE'NİN SÖZÜNE SADAKATİ!
Mondros Mütarekesi sırasında delegelerimiz İstanbul ve İzmir'e Yunan asker ve donanmasının getirilmemesini ısrarla istemişlerdi. Bu istek üzerine Amiral Galthorpe, baş delegemiz Rauf Orbay'a verdiği bir gizli mektupta, 'İstanbul ve İzmir'e Yunan askeri gönderilmesinden sakınılmasını', çektiği bir telgrafla hükümetinden istediğini bildirmişti! İngiliz Amiral, Rauf Orbay'a söz vermişti. Fakat talihin cilvesine bakınız ki, İzmir'in Yunanlılar tarafından işgalini sağlamak için bu amiral, bir harp gemisi ile İzmir'e gidecek ve 14 Mayıs 1919 tarihinde İzmir vilâyetine bir nota vererek, 'askerî üsler teslim edilmezse zor kullanılacağını' bildirecektir (“Ben de Yazdım”, Cilt II, s. 690)!
İZMİR'İN İŞGALİNDE YUNAN VAHŞETİ!
Kendisinden bu dünyada hesap sorulamayan Fesli Kadir, “Yunan kazansaydı ibadetimizi daha özgür yapardık” demişti! Böyle düşünen zavallılar olabilir. Fakat vahim olan, bu düşüncelere sahip olanların devlet katında itibar görmeleridir! Yunan askerleri işgal sırasında ve bozgun hâlinde kutsal topraklarımızı terk ederken büyük bir vahşete imza atmışlardır. İzmir'in işgali sırasında, 'Yunan Medeniyetinin' nasıl tezahür ettiği hakkında, o devri bizzat yaşayan Celâl Bayar'ın anlattıklarına bir göz atalım:
“İzmir Gümrük idaresi de basılır ve burada çalışanlar süngülü efzun askerlerinin arasında hakaretler içinde, dipçik darbeleri altında “Zito Venizelos” diye bağırtılarak, yağmurda koşar adımlarla iskelede demirli Yunan gemilerine götürülür ve burada hayvanların ağırlarına atılırlar. 3 gün burada aç susuz tutulurlar.”
İzmir Gümrük İdaresi Başmüdürü Ağah Bey işgal gününde yaşadıklarını şöyle anlatmış:
“İtalyan mektebinin önünden saparak, İkinci Kordon üzerinde, ömründe görmediğim derecede bir yağmurun altında, bizi götüren askerler nemiz var, nemiz yok hepsini aldılar. Üzerimizde saklı olan bir şey bulmak içini elbiselerimizi yırttılar. Biraz sonra rıhtım üzerine çıktık. “Zito Venizelos” diye avazımız çıktığı kadar bağırtılarak, koşa koşa dipçikler ve tokatlarla Aydın Demiryolu kumpanyasının Alsancak iskelesine vardık. Artık bizde tâkat kalmamıştı. Yolda gelirken önümde yürüyen veznedar Nâzım Efendi kulağına isabet eden bir darbe ile sersemleyerek yere düşmüştü. Süngülemişler; şehit oldu! İskeleye yanaşan vapura girdik ve girerken de sopalarla dövüldük. Islak hayvan fışkısı dolu bir ambarın içine atıldık. İşgal günü, Yunan askerleri, İzmir'in Güzelyalı, Göztepe, Ispartalı, Karantina (Küçükyalı) semtlerinde oturan Müslüman evlerine girerek, buldukları para ve kıymetli eşyayı gasp ettiler ve İslâm kadınlarına tecavüz etiler” (“Ben de Yazdım”, Cilt II, s.717)!
Celâl Bayar Yunan vahşeti konusunda, “İzmir Fecaii” isimli kitabın 6. sayfasından şu bilgiyi veriyor: “Yunan askerleri, Germencik Nahiyesi Müdürü ahaliden silâh toplamıyor bahanesiyle, Germencik ahalisinden 50 kadarını alenen katlettiği gibi, Germencik'ten bilet alarak Aydın'a gitmek üzere yola çıkan 27 kişi ve sorguya çekilecekleri bahanesiyle cebren tirene bindirilen 43 kişi ki, toplam olarak 61 Müslüman tirenin hareket ettiği sırada hayvan boğazlar gibi boğazlanarak cesetleri yollara atılmıştır. Kezalik Reşadiye köyü Yunan kuvvetleri tarafından yakılmış ve ahalisi katledilmiş olup, pek az kısmı dağlara kaçarak kurtulabilmiştir.” ./…
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.