İsmet Paşa'nın hatıralarından bazı özetler verdik. Şimdi de Celâl Bayar'ın, “Ben de Yazdım” adıyla yayınlanan hatıralarından, önemli bulduğumuz bazı bölümleri paylaşacağız. Fakat önce, Atatürk'ün son Başbakanı Celâl Bayar (1883-1986) hakkında biraz bilgi verelim:
1883 yılında Bursa'nın Gemlik ilçesine bağlı Umurbey köyünde doğdu. 1907'de İttihat ve Terakki'nin gizli kolu olan “Küme” adlı örgüte girdi. İpek Meslek Yüksek okulu ve Colleege Français Assomption'da eğitim gördü. T.C. Ziraat Bankası ve Deutsche Bank'ın Bursa şubelerinde memur olarak çalıştı. Daha sonra Cemiyet tarafından İzmir'e gönderildi ve burada, I. Dünya Harbi boyunca, Cemiyetin İzmir Kâtib-i Mesulü olarak görev yaptı. Mütareke döneminde İzmir Müdafaa-i Hukuk-i Osmaniye Cemiyeti'ne girdi. İzmir'in işgali tehlikesi belirince, “Galip Hoca” takma adıyla, zeybek ve köy hocası kılığında köy köy dolaşarak, işgale karşı propaganda yaptı. İzmir'in işgalinden sonra, Aydın'ın geri alınması mücadelesine katıldı. Balıkesir Kongresi kararıyla Akhisar Cephesi Komutanlığına getirildi. 1920'de son Osmanlı Meclis-i Mebusan'ına Saruhan (Manisa) mebusu olarak seçildi. Millî Mücadele'nin başlaması ile birlikte Anadolu'ya geçerek, bu hareketteki yerini aldı. Birinci Büyük Millet Meclisi'nde mebus olarak görev yapan Mahmut Celâl Bayar, 1921'de İktisat Vekili oldu. 1922'de Lozan Barış Konferansı'na İktisat Danışmanı olarak katıldı. 1923 yılında yapılan seçimlerde, İkinci Büyük Millet Meclisi'ne İzmir milletvekili olarak girdi. Mart 1924'de Mübadele, İmar ve İskan Vekilliğine atandı. Atatürk'ün isteği üzerine, Temmuz 1924'de bu görevinden istifa ederek, 26 Ağustos 1924'te Türkiye İş Bankası'nın kurulmasında görev aldı ve 1932'de İktisat Vekili oluncaya kadar bu bankanın Genel Müdürlüğünü yaptı. 1937 yılının sonbaharında Atatürk tarafından Başvekilliğe getirildi. 1937-1939 yılları arasında Başbakanlık yaptı. Daha sonra siyasî hayatını İzmir milletvekili olarak sürdürdü. 1946'da Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan'la birlikte Demokrat Parti'yi kurdu ve partinin Genel Başkanlığına seçildi. 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti'nin seçimleri kazanması üzerine, 22 Mayıs'ta Cumhurbaşkanı seçildi. Bu görevi 27 Mayıs 1960 askerî müdahalesine kadar devam etti. Yassıada Mahkemesi tarafından idama mahkûm edildi. Cezası müebbet hapse çevrildi. Sağlık sorunları nedeniyle serbest bırakıldığı 1964 yılına kadar Kayseri Cezaevi'nde kaldı. 22 Ağustos 1986'da İstanbul'da vefat etti.
Celâl Bayar'ın hatıralarını okuyunca, tarihimizde ne büyük bir tahrifatın ve sansürün söz konusu olduğunu bir kez daha gördük. Ne yazık ki, kimse, kendi ezberine aykırı olan bir şeyi görmek istemiyor! Hatıralarını okuyunca, Celâl Bayar hakkında bilmediğimiz birçok şeyi de öğrenmiş olduk. Umuyoruz ki, bu hatıralardan özetleyeceklerimiz, değerli Yeşilgiresun okurlarının da ilgisini çekecektir.
BALKAN HARBİNİ NASIL KAYBETTİK?
Celâl Bayar bu konuda özetle şunları yazıyor: “Mahmut Muhtar Paşa kumandasındaki Üçüncü Kolordu Kırkkilise'yi (Kırklareli) savunmak ödevini almıştı. Paşa'nın kolordusu beheri onar bin kişilik üç tümenden kurulu idi. Balkan Savaşı'nda denilebilir ki, Mahmut Muhtar Paşa askerî bilgisi, yerinde tedbirleri ve cesaretiyle umumi takdir toplayan tek kumandandı. Fakat bu değerli kumandanın bütün fedakârlıkları hattâ başarıları orduyu, içine düştüğü anarşiden, idaresizlikten kurtaramamıştı.”
Paşanın karargâhında çalışan Alman subayının günlük notlarından şunları öğreniyoruz: “Asıl hata, yığınaklar tamamlanmadan önce taarruza geçilmesidir. Bu konuda Muhtar Paşa, Nâzım Paşa'yı (Harbiye Nâzırı ve Başkomutan vekili) uyarmak için hiçbir şeyi ihmâl etmemiştir. Birçok defalar, bütün askerî mürettebat toplanmadıkça gerekli erzak ve mühimmat alınmadıkça, menzil hizmetleri tamamıyla teşkil edilmedikçe ileriye gidilebileceğini zannetmediğini bildirmiştir. Fakat, bu akla uygun düşünce karşısında her ne bahasına olursa olsun ileri gitmek emri geri alınmamıştır!”
Mahmut Muhtar Paşa'nın emrindeki kuvvetler, ilkin kuzey sınırındaki Sarp dağ geçitlerinden, dört koldan ilerleyen üçüncü Bulgar ordusu ile karşılaşmıştı. Ekim ayının yirmi birinci günü Bulgar ileri karakollarından ateş başladı. Ertesi günü Kırklareli'nin on kilometre kuzeyinde Erikler ve Eski Polaz'da şiddetli iki çarpışma oldu. Askerler iyi tabiye edilmişlerdi. Tam başarı ile düşmana karşı koydular. Bulgar kurmay heyeti yayınladığı raporunda, 'Türklerin mevkilerinden tard edilemeyecek bir hâlde olduklarını' itiraf ediyordu. Muharebenin üçüncü günü kuvvetlerimiz kahramanca dövüşüyor, mevkilerini koruyorlardı. Zayiat önemsizdi. Mahmut Muhtar Paşa bütün gün ileri hatlarda bulunmuş, memnun bir hâlde ve sükûnet içinde Kırklareli'ne dönerek, uykusuzluğunu gidermek için portatif karyolasına uzanmıştı. Ancak, akşamın saat onuna doğru, bir felâket baş gösterdi. Her şeyin yolunda gittiği bir sırada, Mısırlı Prens Aziz Paşa, kumandasındaki tümene bir gece muharebesi için emir verdi. Bu emri verirken, Aziz Paşa üst kumandanına danışmamış; gece muharebesine alışmamış bir askerle bu hareketin tehlikeli bir iş olduğunu düşünmemişti. Çok karanlık, çok fena bir havada iki tabur harekete geçti. Fırtına ve karanlık içine daldı. Tümenin geri kalan kuvveti ise tamamıyla ayakta bulunuyordu. Yolunu şaşırmış olan taburlardan biri diğerine rastladı ve her iki taraftan da ateş başladı! Kimse kimseyi tanımıyordu. Az sonra ayrı bir düzensizlik daha baş gösterdi. Erler geri çekilmeye başladılar. Bu sırada yola çıkarılmış olan bir tabur da bunlara uydu. O da yüz geri etti. İşte o andan sonradır ki, bir karışıklık başladı. Baruta ateş düşmüş gibi firar bir anda umuma sirayet etti. Bir süre sonra bütün Aziz Paşa tümeni Kırklareli sokaklarına yayıldı. Mahmut Muhtar Paşa derhal uyandırıldı, askerin önüne geçti. Durdurmaya çalıştı. Bağırdı, tehdit etti, yalvardı. Geri dönmezlerse yalnız başına kurmay heyeti ile düşmana karşı gideceğini söyledi… Sözleri fayda etmedi. Bu karışıklık içinde Kolordunun kurmay heyetinden bir kısım Kırklareli garına koştu. Burada ikinci bir faciaya yol açıldı. Harekete hazırlanmış bir katarın imdat kuvveti getirmek üzere subayları hemen Babaeski'ye götürmesi için makinist zorlandı. Gar memuru yolda bir trenin gelmekte olduğunu anlatmağa çalıştı, dinletemedi. Nihayet revolver tehdidi altında tren hareket etti. Fakat üç kilometre yol alır almaz tek hat üzerinde cephane taşıyan malzeme yüklü trenle çarpıştı! Gece yarısı yollara dökülen cephane sandıklarının, topların kaldırılması mümkün olamadı. Hepsi çamurlar içinde bırakıldı” (“Ben de Yazdım”, Cilt I, s. 851).
Bulgar cephesindeki bu vahim hata ordumuzun dağılmasına, Edirne'nin düşmesine ve Bulgarların Çatalca tahkimatına kadar gelmelerine sebep olmuştur.
DAMAT FERİT HÜKÜMETİNİN GAFLETİ!
Celâl Bayar, Ali Fuat Türkgeldi'den şu bilgiyi paylaşmış: “(İtilâf Devletleri) Bizi üç yüz bin Ermeni'yi itlâf etmiş olmakla itham ediyorlardı. Mevcudiyetimizi tanımak istemiyorlardı. Hâl böyle iken Dahiliye Nâzırı Cemal Bey'in (eski Konya valisi, Damat Ferit Paşa Hükümetinin Dahile Vekili) İttihat ve Terakki siyasetini teşhir maksadı ile, 'İttihatçılar sekiz yüz bin Ermeni'yi öldürmüşlerdir', diye, umum Türk Milleti aleyhinde gayz ve husumetin şiddetlenmesine sebep olacak alenî beyanatta bulunduğunu bir gün gazetelerde gördük. Aklım başımdan gitti. O üzüntü ile Saray'a gidip huzura kabulümde kendini zapt edemeyerek: Avrupalılar bizi üç yüz bin Ermeni'yi itlâf etmekle itham ve hayat hakkımızı inkâr ederlerken, gerçeğe aykırı olarak sekiz yüz bin Ermeni öldürdüğümüzü itiraz şeklinde beyan etmemizin ne gibi vahim tesirler yaratacağından söz açarak, mutadım hilâfına yüksek sesle 'bunu yapanların da, böyle Dahiliye Nâzırının da gözü kör olsun' sözlerini sarf ettim. Vakıa, Zat-ı Şahane bu harekete karşı güceniklik göstermedi, amma ben ziyadesiyle mahcup oldum. Fakat sonraki vakalar benim ne derece haklı olduğumu ispat etti” ( “Ben de Yazdım”, Cilt II, s. 357).
Ne yazık ki, İstanbul Hükümeti ve Saray, İttihatçıları ne kadar karalarlarsa, İstanbul'u işgal eden İtilâf Devletlerinin kendilerine karşı daha anlayışlı olacaklarını zannediyorlardı!
Batılıların 300.000 Ermeni katledildi iddialarına karşılık, İstanbul Hükümetinin bir bakanının, işgalcilere yaranmak için bu sayıyı 800.000 olarak dillendirmesi Cumhuriyet döneminde Ermeniler tarafından da kullanılacaktır. ./…
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Yeşilgiresun Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Yeşilgiresun Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Yeşilgiresun Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Yeşilgiresun Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.